Tarih boyunca bağımsız kalmış, bağımsızlığını korumuş olan Dersim, 1938’de bu özelliğini trajik bir şekilde yitirmiş, devlet güçlerinin soykırım niteliğindeki ‘Tunç eli’ operasyonuna yenik düşmüştür.
Devlet, şehri fethetmekle yetinmemiş, Roma İmparatorluğu’ndan gelme bir anlayışla, şehir halkının gururunu da çiğnemeyi görev bilmiştir. Bölgenin öz savunmasını kırdıktan sonra, yine bu topraklarda egemenlerin kadim bir geleneği olarak halkını da sürgün etmiştir. Zaferini taçlandırmak için şehrin tarihî adını yok ederek, halkı sürekli aşağılamak üzere, sadece il merkezini değil, tüm vilayeti askeri operasyonun adıyla ‘Tunceli’ olarak adlandırmıştır.
31 Mart 2019 yerel seçimlerinden sonra M. Fatih Maçoğlu’nun başkanlığında şekillenen yeni belediye meclisinin ilk kararlarından biri, şehrin adının ‘Dersim’ olarak tescil edilmesi oldu.
“Kentimizin kültürü, tarihi ve inanç biçimini yaşatmak adına belediyemiz hizmet binasında bulunan tabelada yazılı ‘Tunceli’ ibaresinin değiştirilerek yerine ‘Dersim’ ibaresinin yazılması oy çokluğuyla kabul edildi.”
Hükümetin ortağı ve siyaset belirleyeni konumundaki Devlet Bahçeli, bu kararı “Komünist şarlatanlık” olarak nitelemiş ve oldukça ağır cümlelerle eleştirmişti.
“Türkiye’de resmi olarak Dersim ismiyle anılan bir vilayet yoktur, olamayacaktır. Komünist ve bölücü komploya göz yummak, alttan almak, sessiz kalmak feci akıbetlere davetiye çıkaracak, beka düzeyinde tehlikelere kapı aralayacaktır. Hiç kimse aldığı oy ve desteğe güvenmemelidir. Hiç kimse Türk milletinin hassasiyetleriyle oynamaya kalkışmamalıdır” diyen Bahçeli, konuşmasını veciz bir ifadeyle, “Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir” diyerek sonlandırdı.
Resmî tarih yazıcılarına göre 1938’de yaşanan, devletin egemenliğine başkaldıran, vergi ve asker vermeyi reddederek devlete isyan eden eşkıyanın yok edilmesidir. Dönemin basını bu algının yerleşmesi konusunda çok önemli bir işleve sahip olmuştur. Öncelikle, uzun bir hazırlık aşamasının ardından gerçekleştirilen ele geçirme operasyonunu ‘isyan bastırma’ olarak kazımıştır zihinlere. Hızını alamamış, isyanı bastırarak bölgeye medeniyet götürüldüğünü iddia edebilmiştir.
İşin aslı ise, tekçi bir ulus inşasına girişen yeni devletin, birden fazla aykırılıklar içeren bir yapıya tahammülsüzlüğü ile açıklanabilir. Ulus-devlet anlayışının temel harcı Türk ve Sünni İslam temelinde karılınca, Kızılbaş-Alevi inancı, Zaza dili ve kültürü yeterince ayrıksı bir görüntü oluşturuyordu. Üstelik bölgede halen ciddi oranda Ermeni varlığı da devlet aklı için bir kaygı unsuru oluşturuyordu. 1919’dan başlayarak, ‘Kurtuluş Savaşı’nın önemli dayanaklarından biri 1915’de sürülen Ermenilerin geri gelerek gasp edilen mallarını geri alacağı, hatta intikam alacağı söylemi üzerine kurgulanmıştı. Geniş köylü kitlelerinin Kurtuluş Savaşı’na katılımı bu tehdit ile sağlandı. O yüzden de bu savaş ülkeyi işgal eden Fransız, İtalyan, İngiliz, Rus ve Yunan askerlerinden çok, ülkenin vatandaşı olan Hıristiyan halklardan ‘kurtulmanın’ savaşıydı. Bu sosyopsikolojik iklim içinde Dersim her zaman koparılıp atılması gereken bir çıbanbaşı olarak görüldü.
Valinin kapısında ‘Tunceli’, belediye başkanının kapısında ‘Dersim’ yazması basit bir isim ihtilafı değildir. Bu ayrışmanın arkasında çok daha derin bir hikâye var. Bu hikâyeyi görmek, bilmek ve anlatmak zorundayız.
Korku filmlerinde sıkça işlenen bir temadır, haksızlığa uğrayanların ruhları yüz yıl sonra da olsa, o haksızlığı görmezden gelenlerle hesaplaşır. Türkiye’de haksızlığa uğrayarak kefensiz gömülenlerin, hatta gömülmeye dahi layık görünmeyenlerin ruhları daha uzunca bir süre aramızda gezecek ve hesap soracaklar. Üstelik zaman ilerledikçe o ruhların sayısı da fena halde artıyor.
Bu kâbustan kurtuluşun yolu eski günahlardan arınmaktan geçer, ama devlet geleneği arınmayı, yüzleşmeyi bir yana koymuş, yeni günahlar yaratmaya devam ediyor. Varlığını, bekasını zorbalıkla sağlamayı benimsemiş, aykırı bulduğu her şeyi ezmeye kararlı bir devlet aklı var karşımızda.