Seçim izlenimlerimizin üçüncü durağı Eminönü olsun… AKP mitinginde burkulan ayağımla otobüs durağına varmam imkânsızlaşınca taksiye atlıyorum. Kelli felli gazeteci olsam taksiciye soracağım. Ama taksicinin maşallahı var, o bana soruyor. Ve susmuyor: Önceki gün CHP Şişli ilçe başkanı aha bu sokakta taksisine binmiş, o da İnce’nin ‘teröristler’e verdiği desteğe öfkelenip Erdoğan’a oy verecekmiş! ‘Komşumsa adını söyle tanışalım’ sözlerim üzerine öfkelenip, ‘Bana inanmıyor musun? Defol in!’ deyip Karagümrük Stadı’nın köşesine fırlatıyor beni. Uzatmayayım, öğlen saatinde vardığım Eminönü epey sakin. Propaganda araçlarından yükselen liderlerin sesinin birbirine karıştığı AKP, CHP ve İYİ Parti stantları da öyle.
Mısır Çarşısı’nın sağındaki kuruyemişçi ve peynircilerde alıcıdan çok satıcının olduğu bu nemli sıcaktan faydalanıp bir kaçına sorayım diyorum. Hepsi sözbirliği ‘Yasak, konuşamam’ diyor. ‘Kim yasakladı?’ sorusunun yanıtı da aynı: ‘Yasak’. Derken aradaki balık satıcıları, ‘Şunlara yasak değil’ deyip komşu peynirciye gönderiyorlar. Aralarında en genç olanına soruyorum, nafile, patronu işaret ediyor.
Daha ağzımı açmadan patron olduğunu belli eden Mehmet Demiş, ‘Yaz’ diyor ve devam ediyor: ‘Erdoğan, Kennedy’den sonra gelmiş geçmiş en büyük dünya lideridir. Terörü bitirdi, İsrail’i bitirdi. Ben ne futbolda ne de siyasette hiç yanılmadım. Bu sefer yüzde 67 ile başkan olacak. Allah’ın izniyle o zaman hem terörist İnce’yi hem de Amerika’yı bitirecek’ diyor ve durmuyor. Ödeme bekleyen yaşlı müşterisi hem tepesindeki güneşten hem de bitmek bilmeyen bu nutuktan kurtulmak için birkaç kez ‘Hadi’ diyor, nafile. Çareyi elindeki 100 lirayı Demiş’in yüzüne kadar uzatmakta buluyor. Müşterinin bu hamlesi yalnız kendisini değil beni de azat ediyor. Meğer ‘velinimet’ olan müşteri değil, paraymış! Para üstü bekliyorken ona da soruyorum: ‘Kararsızdım, bunları duyduktan sonra (Demiş’i kastederek) kararımı verdim, İnce’ye vereceğim.’ Patrona, ‘Yüzde 67’den 1 oy çıkar’ diyecek oluyorum, aklım devreye giriyor.
Müşteri koşarak, ben topallayarak uzaklaşıyorum. O Eminönü’nü terk ederken, ben soluğu az berideki ağacın gölgesinde alıyorum. AKP standından yükselen ‘Az sonra Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız Sayın Fatma Betül Sayan siz İstanbullularla bir araya gelecek’ sözleriyle kendime geliyorum. Ve semtin seçmeni olarak bakanı dinlemeye karar veriyorum, daha doğrusu beklemeye. ‘Az sonra’ oluyor bir saat, iki saat bakan hanım gelmiyor. Anons aralığı beş dakikadan bir dakikaya iniyor, yine gelmiyor. Dört saat geçiyor, ben bakanı bekliyorum. Sonunda standa yönelip sormaya karar veriyorum, ‘Az sonra’ diyor biri, yanındaki ‘Az daha kalabalık olsun’ gelir diyor. Sözümün para edeceğini bilsem, mikrofonu alıp bir anons da ben yapacağım, ‘Hadi gelin de Betül hanım da gelsin’ diyeceğim. Nihayet saat 16.20’de teşrif ediyorlar. O saatte Eminönüleşen (kalabalıklaşan) Eminönü’nde Betül hanım 200’ü bulmayan bir kitleye yaptığı 10 dakikalık konuşmada sık sık ‘24 Haziran’da sandıkları patlatacak mıyız?’ sözleriyle tepki almaya çalışıyor. Hakkını yemeyelim, alıyor da. Fatma Hanım, onca koruma eşliğinde makam aracına, ben de taksi durağına yöneliyorum. Sıra sıra dizilmiş taksicileri Fatih’e gitmeye ikna edemeyince, ayağımı gösteriyorum, ‘Allah rızası için’ diyen acıklı bir yüzle. Neyse ki taksicinin de konuşacak mecali yok. Kazasız belasız evime ulaşma hayallerim Balat Çarşısı’nda son buluyor.
Çarşının girişi polis bariyerleriyle kesilmiş. Bu taksiden de atılmadan ‘Tamam’ demeye kalkmadan, ‘Ara sokaklara girmem’ emrini alınca iniyorum. Bariyerin yanındaki polis davet ediyor, kibarca: ‘Miting var’. Meğer çarşı araç trafiğine kapalıymış, seçmen değil. Balat Çarşısı boyunca kafe, kahvehane, lokanta, mezat mekânları az biraz tenha, ama sağlı sollu kaldırımlardaki kürsülerde çayını yudumlayanların sayısı her zamankinden az değil. Gittikçe yaklaşan politikacının sesi tanıdık geliyor, ama çıkaramıyorum. Sahnenin kurulduğu yere kadar varıyorum, yok, 10 metre mesafeden de tanımayınca sormaya karar veriyorum. Sadece ‘24 Haziran’da sandıkları patlatacak mıyız?’ bitiriş cümlesine yetiştiğim adam Süleyman Soylu imiş! Tam koca İçişleri Bakanı’nı tanımadığım için uzatmalı işsiz gazeteci mertebesine ne kadar müstahak olduğumu kavrayıp mesleğe temelli veda etme cesareti göstermişken, bakan beyin sahneden fırlattığı kocaman bir oyuncak araba ayağıma isabet ediyor. Acı beni kendime getiriyor: Yerin ve göğün Erdoğan ve AKP olarak inletildiği bir seçim kampanyasında ağır top Soylu sayıları 100’ü bulmayan bir kitleyle miting yaparak kazanacaksa, ben niye gazeteciliğe veda etmeden bir izlenim yazısı daha yazmayayım demiyorum. Telefonumdan bir de Fatih’in nüfusuna bakayım, 100 rakamı bu ilçenin kaçta kaçı ederi bulmak için derken, bir de ne göreyim, Süleyman Soylu’dan yeni bir SMS: ‘Değerli Fatihliler, bugün saat 15’te Balat Mahallesi Vodina Caddesi’nde buluşmak dileğiyle’.
Seçim ilan edildiğinden beri her gün bir mesajını alıyordum, ama hiçbiri bunun kadar etkilememişti. Bu arada Fatih’in nüfusu 433 bin 873 imiş. Ayıp olmasın diye yüzde kaçının Soylu’yu dinlemeye gittiğini hesaplamayacağım. Ama hesaplamaya kalkan olursa lütfen, Fatih’teki tüm seçmenlere aynı mesajın gitmiş olduğunu da göz önüne alsın, bana bile düzenli geliyorsa. Bu panoramayla seçim kazanacaklarsa, Süleyman Soylu’dan bir de kutlama SMS’i almaya yalnız ben değil, hepimiz müstahak olmaz mıyız?