Leyla Güven 7 Kasım 2018’de PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecridin sonlandırılması için açlık grevi eylemine başladı. Onun başlattığı direniş yayıldı. Binlerce insan zindanlarda aynı taleple bu direnişe katıldı. Dışarıda da bu direnişe katılım gerçekleşti. Onlarca insan açlık grevi eylemlerine başladı. Ve en önemlisi başta analar olmak üzere Kürt halkı ve dostları tarafından, birçok çevre tarafından sahiplenildi. Açlık grevi ve ölüm oruçları eylemlerine toplumun yeterince destek vermediği şeklinde eleştiriler, eylem ve gösterilerin başta yeterince kitlesel bir şekilde gerçekleşmemiş olmasından kaynağını almaktadır ki bu durum toplumun desteğinin olmamasının değil, örgütlülük ve öncülükte noksanlığın olduğunun işareti veya eleştirisidir. Yoksa milyonların talebinin bu olduğu ve desteğinin olduğu bilinmekteydi. Ancak öncülük toplumun desteğini yeterince örgütlülüğe ve eyleme dökemedi. Bundan dolayıdır ki analar öncülük rolünü almaya karar verdiler. Az sayılarla başlayan destek ve protesto eylemleri yayıldı ve yayıldıkça kitleselleşti. Anaların meydanlara inmesi beraberinde birçok sonucu da getirdi. En önemlisi faşizmin yüzünün ne olduğunu net bir şekilde açığa çıkardı.
İmralı’ya uygulanan tecridin tüm Kürtlere, Türkiye’deki tüm halklara ve Ortadoğu halklarına uygulanan bir tecrit olduğu, yapılan avukat görüşmelerinde PKK liderinin ortaya koyduğu duruşla net bir şekilde açığa çıktı. Tecrit ile demokratik gelişme arasındaki korelasyon hiç olmadığı kadar yüksek bir seviyede seyretmektedir. PKK lideri kendisinin ve dolayısıyla Kürtlerin duruşunun ne olduğunu ortaya koydu. Bunu 2013 duruşu olarak belirledi ki bu söylem kapitalizmin Ortadoğu üzerinde yürüttüğü ve daha da genişleyeceği tartışmalarının yoğunlaştığı kaos ve savaş politikalarının yoğunlaştığı bir süreçte demokratik duruşun sembolü olması açısından önem taşımaktadır. Artık şöyle bir ikilemle karşı karşıyayız; ya hegemonik güçlerin Ortadoğu’da yürüttüğü ve daha da genişletmeyi ve derinleştirmeyi arzuladığı bir kaos ve savaş ya da İmralı’nın ortaya koyduğu demokratik duruş olan demokratik siyasal çözüm. Ya kapitalizmin kaos ve savaşının emperyalizm, kolonyalizm ve sömürüsü ya da İmralı’nın demokratik modernite, demokratik ulus, özgür ve ortak yaşamı. Eğer tercihimiz özgür ve ortak yaşam ise, madem öyleyse o vakit direnişi daha fazla yükseltmenin mücadelesi içerisinde yer almamız gerekmektedir.
Leyla Güven eyleminin iki yüzüncü gününü geride bıraktı. Direniş sonuç verdi ve İmralı’da devletin hukuk kılıfına uydurduğu hukuksuzluğun sonuna gelindi. Devlet kılıfı indirmek zorunda kaldı. Bundan sonra bu hukuksuzluğuna devam eder mi bunu zaman gösterecektir. Ama artık kılıfına uyduramayacaktır. Zaten PKK liderinin dile getirdiği gibi bundan sorası hukukla değil siyasetle çözülebilecektir. Demek ki bundan sonrası en geniş anlamıyla siyasal bir duruşla yolun diğer aşamaları kat edilebilecektir.
Peki, İmralı’daki tecrit tümden bitti mi? İmralı rejimi tümden kırılmadan, PKK lideri tümden özgürleştirilmeden elbette tecrit tümden bitmez. Bunun olabilmesi için mücadele ve direnişin kesintisiz bir şekilde sürmesi ve bunu gerçekleştirmesi gerekiyor. Fakat artık bu direniş ve mücadele yeni bir biçim kazanmış ve yeni bir aşamaya varmış bulunuyor. Direnişle, direnişteki ısrar ve kararlılıkla nasıl mesafe alınabileceği ortaya çıkmış oldu. Kimileri İstanbul seçimleri kaygısıyla devletin böyle bir adımı attığını söylemektedir ki bu gerçeği yansıtmamaktadır. Öyle olsaydı daha 31 Mar’ttan önce bu yapılır ve şu an yapılmak istenen o zaman yapılırdı. Ama gerçeklik öyle değildir. İmralı’nın kapılarını direniş açtı. Ve devletteki mevcut iktidar ölümüne bunu kabul etmek zorunda kaldı. Ayrıca bilinmelidir ki, ya da görülecek ki açılan İmralı kapılarından demokrasi cephesi muazzam güç alacaktır.
Şimdi direniş ve mücadele yeni bir aşamaya, daha üst bir aşamaya varmış bulunuyor. Bu noktaya direnişle varıldı ve bundan sonraki mesafe de direniş ve mücadeleyle alınacaktır. Ve kuşku yok ki bundan sonrasının sonuçları daha büyük olacaktır. Ve halaylı ve türkülü olacaktır. Başta İstanbul seçimlerinde olmak üzere mücadelenin her alanında AKP-MHP bloğu geriletilerek yol alınacaktır. Kürtler elbette siyaset yapıyorlar ve ona buna değil demokrasiye açılan yolda ilerleme namına demokrasi bloğuna oylarını verecekler. HDP de başta olmak diğer tüm Kürt ve Kürdistani kesimler de bunun ağlanması için seferberlik içerisinde olmaları gerekmektedir. Oyun dönemi Kürtler açısından çoktan bitmiştir. İşte Rojava ve Kuzey Suriye’de görüldüğü gibi Kürtler siyaset geliştiren bir pozisyondadır. Herkes bunu görmeli ve buna göre Kürtlere yaklaşmalıdır. Kürtler ne oyun oynar ne de kimsenin oyununa gelir.