İlk çağlarda ortalama yaşam süresi 30 yılı bulmuyordu. İnsanlar bir asrı beş nesille tamamlamaktaydı. Çok uzun yıllar boyunca bir asrın dört nesille hesaplandığını biliyoruz. Yaşadığımız zaman diliminde, aynı süreye sadece üç nesil sığıyor. Ortalama insan ömrünün 80’lere dayandığı günümüzdeki eğilimler, birkaç yüzyıl sonra bu durumun daha da özetleneceğini, bir yüz yılı sadece iki nesille tamamlayacağımızı gösteriyor.
Bilim ve teknoloji kapitalizmin gereksinimlerine paralel bir şekilde, doğanın dengelerini değiştirmek üzere sürekli yeni imkânlar sunuyor. Kimi büyük şirketler, yönetici konumundaki kadın çalışanlarının iş gücünde olası kayıpları gidermek için, gebelik planlarını emeklilik sonrasına ertelemeyi öneriyorlar. Bunu sağlamak üzere de kadınların yumurtalarının daha sonra laboratuvar ortamında döllenmek üzere dondurularak bir bankada saklanmasının maliyetini üstleniyorlar.
Bu seçenek şimdilik yüksek maliyetten ötürü sadece yönetici, karar verici, yön belirleyici konumda olan kadın çalışanlara sunuluyor. Kariyerinde yükselmenin şartı doğurganlığını şirketin kontrolüne sunmaktan geçiyor. Ancak yakın gelecekte bu maliyetlerin azalabileceği, dolayısı ile aynı seçeneğin tüm kadın çalışanlara dayatılacağını öngörmek kehanet olmasa gerek.
Hafta sonu İstanbul’da Mayıs sıcağının keyifli sabahında, Hıdır Ağa’yla sohbetimiz her nasıl olduysa bu konulara geldi. Bir süre konuşmadan gözlerimin içine baktıktan sonra lafı yerine getirdi: “Ben size ‘Kadınların okumasına karşıyım’ dediğim zaman siz bana gerici, yobaz muamelesi yapmıştınız. O eskidendi, şimdi artık sadece kadınların değil, herkesin okumasına karşıyım. Okul insanı köreltir, beceriksiz yapar. Sakın yanlış anlama, ben eğitime karşıyım, öğretime değil. Öğrenmek iyidir, üç yıl kadar okula gitsen, okuma yazmayı söksen, toplama, çıkarma, çarpma, bölmeyi öğrensen buna itirazım yok. Bunları bildikten, okuduğunu anladıktan sonra yolun açıktır artık. İstediğin konuda kendini geliştirebilirsin.” Sözünü tamamlayınca yeniden gözlerimin içine dikti bakışlarını, “Şah ve mat” diyesim geldi, yutkundum.
Hıdır Ağa ile bu konuyu daha önceden de konuşmuşluğumuz var. İlkokula başlama yaşının yükseltilmesini, üniversiteye giriş yaşının da düşürülmesini önermişti: “10-11 yaşlarında okula gitsinler, bilim yapacak olanlar da 13-14 yaşlarında üniversiteye başlasın.” Üniversiteye sadece bilim yapmak için gidilmesini, meslek öğrenmek için gidilmemesini öneriyordu Hıdır Ağa. Üstelik bu görüşlerini son derece cüretkâr bir üslupla söylediğinden, çoğu kez de ciddiye alınmıyordu. Meselelere ezberlenen doğrularla bakanlar onun ciddi mi yoksa şaka mı yaptığı konusunda tereddüte düşüyorlardı.
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın atadığı eğitim bakanı Ziya Selçuk “Matematik tercihli ders olacak, din dersi mecburi” demişti haberlerde. Gün 19 Mayıs olunca, bütün ekranlarda gençlik bayramı görüntüleri var. Gençlerin çoğunlukta olduğu kareler akıyor TV ekranlarından. Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı PISA’ya göre okuduğunu anlamakta zorluk yaşayan gençler, ezberletilen hamasetin coşkusuna kapılmış, dünyanın en uzun bayrağını taşımanın heyecanını yaşıyorlar. Cumhuriyet ‘İrfanı hür, vicdanı hür’ nesiller yetiştirmeyi amaçlamıştı. Şimdi ise ‘dindar ve kindar’ nesiller yetiştirmenin gayretindeyiz. Evet, dindar ve kindar insan yontmak özel gayret gerektirir. Normal şartlarda analar çocuklarını daha makul değerlerle yetiştirmeye çalışır. ‘Dindar ve kindar’ sapkınlığı ideolojiktir ve ancak buna uygun bir müfredatla, buna uygun binalarda gerçekleşir.
Söylenen sözleri anlamlarıyla değil de vurgularıyla, ünlemleriyle, ses tonuyla değerlendiren bir halk haline geldik. Gözlerimizin içine bakarak yalan söylüyorlar, tavukların bile güleceği bahanelerle kaybettikleri seçimi yok sayıp ‘bir daha’ diyorlar ve biz de buna razı oluyoruz. Kim bilir, belki de bu kadar çok üniversitemiz olmasa bu zokayı bu kadar kolay yutmazdık.
Bu aşamada, 60 yıl kadar önce söylediği, “Bu kadar cehalet ancak eğitimle mümkün olur” sözüyle Sakallı Celal’i anmamak mümkün değil.
İşin tuhafı, biz bu saçmalıklar yumağında ipin ucunu kaybettik diye dünya bizi bekleyecek değil. O kendi döngüsünde ilerliyor, yolunu şaşıran bizlere de arkasından bakakalmak düşüyor.