Lenin, parti içindeki bir tartışmada “Eğer rüya gören kimse, rüyasına ciddi olarak inanırsa, yaşamı dikkatle gözler, gözlemlerini gökte kurduğu şatolarla kıyaslarsa ve eğer, genel olarak söylemek gerekirse, rüyasının gerçekleşmesi için bilinçli olarak çalışırsa, rüya ile gerçek arasındaki ayrılığın hiçbir zararı olmaz. Rüyalarla yaşam arasında bir bağ varsa her şey yolundadır” der ve Pisarev’den bir alıntı ile cümlesini tamamlar: “Rüyalarla yaşam arasında bir bağ varsa her şey yolundadır.”
Rüyalarını gerçekleştirmek için çabalamak ile rüyalara inanıp yeni rüyalara yatmak aynı şey değildir. Şimdilerde toplumsal muhalefet Erdoğan’ı tekrar seçimlerle yenip sandık marifetiyle saray zorbalığına son vereceğine inandığı bir rüyaya yatmış bulunuyor. Rüya bozulmasın diye de her çeşit sokak eyleminden uzak durmayı tercih ediyor. Kazandığı seçimleri YSK zorbalığına karşı savunamayanlar, sokakta iradesini koruyamayanlar ne yazık ki tekrar ettirilen İstanbul seçimlerinin AKP için ölümcül bir tercih olduğu gerçeğini unutuyor. Kaybettiği takdirde partisi üzerinde her çeşit denetimi ve kendi tabanı üzerindeki hegemonyasını kaybedeceğini bilen Erdoğan’ın seçimi kazanmak adına her şeyi göze alacağı gerçeği görmezden geliniyor. Sokak boşaltılarak Erdoğan üzerindeki muhalif baskı yok ediliyor ve rahat hareket şansı tanınıyor. Aynı zamanda toplumsal muhalefeti egemenler arası çatışmada güçlerden birisine yedekliyor. Benzer bir tutum alış, 28 Şubat Muhtırası dönemi yaşanmış, sol, Refah Partisi karşısında darbecilerin arkasında yedeklenmişti. Bu yedeklenmenin sonuçları bugün hâlâ yaşanmaya devam etmektedir.
Mücadeleyi sandığa kilitleyen anlayış tam da Lenin’in vurgusuna denk gelen iki uçlu bir tartışmayı kışkırtmış bulunuyor. Seçimlerde HDP tabanı üzerinden başlatılan tartışma aynı yerden beslenen iki kötücül rüyaya dayanıyor. Birileri Kürt halkına Erdoğan’ın makinistliğini yaptığı AKP katarında bir koltuk bulma, Erdoğan’la yeni bir çözüm süreci yaşama rüyasına yatıyor. Benzer bir şekilde egemen ulus şovenizminin beslediği üstencilik zehrini derin bir nefesle içlerine çeken başkaları da aynı gerçeküstücülükle distopik filmlere rahmet okutan kötücül senaryolar yazma peşine koşuyor. Köşe yazılarına ve demeçlere yansıyan şoven, üstenci ve öteleyici dille Kürt halkının ve siyasal temsilcilerinini AKP ile anlaşacağına, İstanbul seçimlerinde AKP’ye destek vereceğine dair açıklamalar ve yazılar sıralanıyor. Egemen ulus şovenizminin, değişik renkleri ile açığa çıkardığı bu yazılarda Kürt halkının kendi “basit” çıkarları uğruna beyaz Türk aydınlarını satacağı, AKP ile anlaşarak seçim üzerinden kurulan aydınlanmacı rüyaları kâbusa çevireceği iddia ediliyor. Kürt halkının tarihsel olanı bir yana, son 3-4 yıla sıkışan yaşanmışlığın bile onun AKP ile yan yana durmasına engel olduğunu, halkın yaşanmış acıları unutmak bir yana biriktirerek yürüdüğünü görmezden geliyorlar. Yıkılan kentlerin, sokak ortasında bekletilen, buzluklarda saklatılan cenazelerin, bodrumlarda katledilen gençlerin ve bir aydır her gün tartaklanan, hırpalanan tutsak annelerinin sesini duymazdan gelenlerin, katliamlar ve devlet zorbalığı karşısında kılını bile kıpırdatmayanların Kürt halkına karşı güvensizlik açıklamaları yapıp sözcülerinden ısrarla sarayla yürünmeyeceğine dair açıklamalar istemesi hayâsızlıktır.
Tersten, halkların ve işçi sınıfının kader birliğini görmezden gelen bir başka taraf, AKP’nin yeni bir çözüm süreci başlatacağı ve bu nedenle Kürtlerin İstanbul’da AKP’yi desteklemesi gerektiği iddiasını Kürt halkı içinde yaymaya çalışılıyor. Bu iddia esas olarak, sömürge coğrafyasında, sömürgeci devletin karakterini önemsizleştirerek, Erdoğan’ın ve onun temsil ettiği iktidar blokunun Kürt halkı ile adil demokratik bir çözüme mecbur kalacağı tezinden hareket ediyor. Bu tez Kürt halkına, Türkiye ezilenleri, işçi sınıfı, devrimcileri ve demokrasi güçleri ile bağlarını koparması, kendi çıkarları uğruna saray iktidarı ile yeni bağlar kurması çağrısı yapıyor. Saray rejiminin savaş ve imhaya dayanan karakteri görmezden gelinerek basit pragmatist karakteri ve kaypak ittifak siyaseti unutularak AKP katarında koltuk aranıyor. Oysa saray, halklara savaş ve kandan başka bir şey vadetmiyor. AKP’nin Kürt sorununu çözme şansı yoktur. Erdoğan’ın temsil ettiği iktidar blokunun birleştirici unsuru, Kürt halkına karşı imhacı bir savaş siyasetidir. Savaş politikalarından vazgeçmek, AKP–MHP–Ergenekon ittifakının dağılması demektir. Kürt sorununda çözüme yönelik atılacak her adım kaçınılmaz bir şekilde Türkiye yakasında bir dizi esnemeyi getirecek ve Erdoğan’ı işlenmiş suçlarla yüzleştirecektir. Diyalektik bir şekilde Kürt sorununun çözümü batıda şovenizme ve devlete karşı güçlü bir devrimci demokrasi mücadelesini gerekli kılarken, tersten çözüm yönünde atılacak her adım, batıda demokrasi güçlerinin güçlenmesi anlamına gelecektir. Halkların kaderi iç içedir.
Tüm ülkenin İstanbul seçimlerine kilitlendiği ve sosyalistlerin zayıflığının yeniden sırıttığı bir sürecin içerisinden geçiliyor. Sosyalist hareketler bir yandan sandığın arkasına bir güç yığmadan sandığın anlamsız olduğunu ısrarla anlatmak, kitleleri kim kazanırsa kazansın sertleşecek mücadeleye hazırlamak, öte yandan halklar arasına serpilmeye çalışılan güvensizlik tohumlarını boşa düşürmek göreviyle yüz yüzedir. Yapılacak en acil iş, sokaklarda darp edilen tutsak annelerinin feryadına ses vermek, onlarla omuz omuza yürümek olmalıdır.