2 Mayıs’ta Asrın Hukuk Bürosu avukatlarının İmralı’da PKK Lideri Abdullah Öcalan ile gerçekleştirdikleri görüşme ve akabinde yapılan tartışmalar, İmralı gerçeğinin doğru anlaşılmasının önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Yapılan tartışmaların özellikle esas tartışması ve bunu siyaset sahnesine taşıması gereken kesimlerce yeterince idrakinde olmadan yapılması bunu daha da önemli kılmaktadır.
Devletin İmralı’ya yaklaşımı Kürt halkına, onun varlığına, temsiline yaklaşımdır. Bu bütünlük içerisinde Kürtlere, devletin Kürt halkına dönük siyasetine yaklaşmak lazım.Türkiye, şu anki durumuna kapitalist modernitenin yaşadığı ve aşamayacağı, çözülme ve çökmeye gideceği düşünülen yapısal kriz koşullarında devlet iktidarı bilinen (milliyetçi, tekçi ve inkarcı) yapısıyla Türk devlet sistemini olduğu haliyle koruma veya sürdürme kararına ulaşmasının sonucunda geldi. Devletin şu anki krizli, kimilerinin diktatörlük, tek adam dediği, kimilerinin demokratik meşruiyetten çıkma olarak değerlendirdiği, esasında tümünü kapsayan faşizme geçişin yol açtığı duruma Kürtlere dönük gerçekleştirilen yaklaşımla başlandı ve bu yaklaşımın sonucunda gelindi. Bilindiği gibi 2013 yılında İmralı’nın ortaya koyduğu yeni bir seçenek etrafında yeni bir süreç örülmek istenmişti. Devletin mevcut iktidar güçleri, AKP’deki Erdoğancı kesim, ordu ve devletin derinliklerinde konumlanmış İttihat zihniyetindeki kesimler, Bahçeli MHP’si bunun yerine söz konusu ettiğimiz yönde bir süreç geliştirdiler. Erdoğan ve Erdoğancı AKP bu cenaha eklemlenen son kesimdir. Bu cenahın oluşumunun aşamaları dikkate alındığında sürecin çok önceden planlandığı, Çökertme Planı olarak yansıtılan dönemden önce bunun hazırlıklarının yapıldığı, ama Erdoğan grubunun bu dönemde katılmasından sonra çerçevesinin, gidişatının netleştirildiği anlaşılmaktadır. 7 Haziran 2015 seçimleri bu süreci kesinleştirdi, 24 Temmuz 2015’te gerçekleştirilen saldırıyla bunun ilanına gidildi ve pratiğine geçildi. Dolayısıyla çoğu kesimin düşündüğü ve dile getirdiği şekilde adına çözüm süreci olarak adlandırılan sürece devlet, hükümet ile Kürt tarafının söylendiği haliyle isteksiz olmaları veya daha farklı sebeplerle izah edilecek bir durum yoktur. Tamamen devletin geleneksel milliyetçi, tekçi, inkarcı zihniyetini terk etmeye ve dönüşüme gelmeye yanaşmamasının sonucunda bu süreç geliştirildi.
Tecrit bunun bir parçası olarak geliştirildi. Daha önce de İmralı’da özel bir rejim geliştirilmişti. İmralı rejimi Kürtlere dayatılan baskıcı sistemin arındırılmış en katı hali olarak geliştirilmişti. Şimdi devletin nereye varmak istediği anlaşıldığı ölçüde İmralı tecridi ve bunun kırılması için gelişen direnişler anlaşılabilir.
Türkiye’de iktidar ve devlet eliti faşizmi yeniden kuruluş ve özellikle de çöküş süreçlerinde geliştirmiştir. Osmanlının son dönemlerinde İttihatçıların geliştirdiği, katı ulus-devlet inşasına başlandığı dönemde geliştirilen, şimdiki süreçte AKP-MHP eliyle geliştirilen süreçler en belirgin olanlarıdır. Bir karşılaştırılma yapıldığında şimdiki sürecin İttihat dönemindeki çöküşle beraber geliştirilen sürece benzediği görülmektedir. Dolayısıyla mevcut devlet sisteminin çökme tehlikesi karşısında geliştirdiği bir strateji veya konsept olarak anlaşılmalıdır. Böyle anlaşılırsa durumun gerçek mahiyeti anlaşılmış olur. En yanlış yaklaşım İmralı tecridini lokal, gelişmelerden kopuk ele almaktır ki, böylesi yaklaşımların olduğu görülmektedir. İmralı rejimi ve faşizmle beraber geliştirilen mutlak tecrit Türkiye, Ortadoğu’daki gelişmelerle ve bunlara yaklaşımları olan başta ABD olmak üzere hegemonik güçlerin yürüttükleri politikalarla bağı vardır. Çünkü İmralı demek demokratik ulus ve demokratik modernite ile Kürdistan ve Ortadoğu sorunlarının çözümü demektir ki bu demokratik dönüşümün devlet içerisinde geliştirilmesi anlamına gelmektedir. Devlet ise, AKP-MHP blokunun öncülüğünde Kürt soykırımını tamamlama yaklaşımı içerisindedir. Bu yaklaşım hala sürmektedir. Yani devlet içerisinde herhangi bir politika değişimi, bir zihniyet ve söylem değişimi yoktur. Bu olmadan devletin Kürtlere, İmralı’ya yaklaşımının değişeceğini beklemek son derece yanlıştır. Bu tarz yanlış yaklaşımların olduğu görülüyor ve bu tarz yaklaşımlar direnişi zayıflatıyor, onun toplumsallaşmasını engelliyor. Denilebilir ki devletin Mehmet Öcalan’ın İmralı adasına gönderilmesiyle başlayan, Leyla Güven’in tahliye edilmesiyle ve en son 2 Mayıs’ta avukat görüşünün gerçekleşmesine izin verilmesiyle süren ve amacının gittikçe yükselen halk eylemliliğini durdurmak olan oyunlarının beslendiği zemin burası olmaktadır. AKP-MHP iktidarı bir oyun içerisindedir. Tecridi yıkacak olan direniştir. Beklentili ruh hallerini terk etmek, direniş çemberine katılmak gerekmektedir. Tecridi kıracak olan budur.