1.bölüm: ENERJİ
Direnişin tüm yolları denendi
“Nasıl öleceğimizi bildiğimiz an, zafer bizimdir.”diyen:
Hayat ve özgürlüğe giden yolun ilk adımını atandı.
2.bölüm: TARİH
Ebedi ütopyalarımız nerede
Çölsüz yolların mahzeninde mi?
Toplumsal belleklerde bekli de
Bir tanrı uğradı… İsmi manasından ağır
İnancımızı, direnişe bağladık
Kitaplarımızı yakan tanrıya değil
Keşke uğrayan bir tek tanrı olsaydı
Tarihin hanı ülkemize…
Ormanlara benziyor kaderimiz
Hırpalanmış, yakılmış, çürütülmüş… Ve hiçliğe terk edilmiş
Gaddar tusunamiler ortasında bir ada gibi
Takvim yaprakları, ayaz günlerine mi mimlenmiş
Yoksa çürütücü nem veya iğrenç-kuru-sıcaklığı mı?
Sonsuz bir döngü…
Akrep,yelkovanı sokar mı tam da bu an’da
Hangi kara deliklerin bile kara olmadığı keşfedilmiştir
Ünlemsiz girdinle bir özlem çünkü
Doğa adildi adi olmasına amma
Uygarlıklarca ‘L’ harfinde yakın
Kopkoyu yargılamaya tutulduk
İmgeler… İmgeler… İmge
Sanki her şey sömürgeyi imgeler
Tarihin yok sayılan, kimsesiz tek halkıyız
Acınılacak halimiz yok…
“Kim” sizsiniz,
Biz dağ gibi ortadaydık
3.BÖLÜM KAOS
Kalmadı geçmediğimiz imtihan
Uğramadığımız azap mengenesi
Nedense hiçbir kitapta yer bulamadık
Tüm ezilen, ötekileştirilen,
Öldürülen, sömürülen; sınıf, birey,ulus, kabile
Yer aldı Edwardo Galeano’nun temiz sayfalarında… biz hariç…
Şeytan mıydık… Eklemleri eriten en büyük günah mı?
Adımızı ad’lardan koydular
Kimdik biz… kim… kim… kim…
Zamanın sıfır an’ındaki bilinmez miydik?
Gizemimiz çözülse
Doğa’nın nankör türünden sınıfsallık koruyacaktı belki de…
Higss Bozo’nun lümpenliği bizi çağrıştırıyor sanki
Umarız uğursuzluğumuz bulaşmaz…
Başka kötü alışkanlıklarımız gibi
Tekrar tekrar söylemek istiyorum
Tüm uygarlıkların
Adi yargılamalarına maruz kaldık
Ülkemiz batısında kimliksizdi
Doğusunda gökkuşağı elbiseli iken dudağı dikili idi.
Kimyasallar içirildi güneyinde, içecek niyetine
Ve kuzeyinde, yoktu.
Hem de hamalken işkencedeyken, zulme tabi iken
Ve inadına direnirken
Nasıl oluyordu hala kendini konuşturabiliyor
Dünyaya musallat siyah deccallara kök söktürürken
Nasıl… Nasıl… Nasıl…
4.BÖLÜM DOĞUM
Yılmadı… Sancısı ağır mı ağır
Güzellikler diyarına yaraşır bir bilge doğurdu
Yorgunluğu bile gülümseten kavgalarımızın
-Şarap misali-
Sevgiyi de yıllandırabileceğini öğretti
Ölmeyi sevmeyen bir halktı yarattığı
Bağnaz mümin karşısındaki iradeyle
Çıkarcılar karşısındaki bilge aynıydı.
Peki ama hayat -iktidarlar diyelim-
Neden ölümlerimizle soluklanıyor
Şimdi daha iyi anlıyoruz
Annelerimizin ,gülüşlerini neden elleriyle örttüğünü
Bir devrimcinin 50’sinde bile hala çocuksu olduğunu,
Bakışlarımızdaki hüznü,
Neden dağ yüreğinin şefkatine sığındığımızı
Şerko’nun kimsesiz şiirler yazdığını
Seziyorum….seziyorum,yüzümüze haykırıyorlar
Yüzümüz alacakanlıkla yıkanmış,
Özel bir romana benziyor.
Dinleyin… beni değil, Osman Sabri’yi,
Hemin’i ,Mehmet Şexo’yu,Ferzende’yi…
-Proust’un-yitik zamanının gölgesinde gezinmenin,
Niteliksiz Adam’a,Ulbres’e kafa patlatman
Anlamlı ama ayıplanacak bir şey olduğunu hissedeceksiniz.
Dostoyevski’yi Bukowski’yi Hidayet’i söylemiyorum bile.
Kurdi tohum çekirdeğini parçalarken
Hiçliğe terkedilmiş ama
Hayallerini yitirmemiş zindandaki devricinin,
Duygularından sıyrılıyoruz…
Tüm legand moleküllerimiz, mutluluğun müjdesini,taşıyor hücrelerimize
Rındexan’a söyleyin Dersim kızlarına da
Atmasınlar artık kendini uçurumlardan.
Vezirsiz yani İdrissiz bir gelecek yazılıyor,
Satranç oyununda,
Şirin’in gururlu sesini duyuyoruz.
Kadın festivalinde bir marş haykırıyor:
İçinde; “dikişleri, papatya demetlerini
Doldurduğumuz ,sarı heybelerimize atın“ geçen…
Katmerli acılarla silkelenmiş bir halkız.
Şimdilerde nekahet döneminin başındayız
Biraz daha zeki biraz daha utangaç
Biraz daha hafif… Çokça huzurlu ve sevinçli…
5.BÖLÜM: HAYAT VE GERÇEK
Anlayın artık silahları sevmeyen bir halkız
Ama toprağımızı öyle kuruttular,
Öyle parçaladılar ki
Ve öyle vurdular ki canevimizden
Hercai kırımları yaşadık mütemadiyen
Ne yapabilirdik….ne ….ne…..
Çocuksu, azimli doğal ve çağı aşan bir bilge
Ve bu bilgeden
Hiçbir imparatorluğun yenemeyeceği
Bir silahlı kavga ve
Bu kavgadan da nice Agit’ler doğurmaktan başka.
Kervanlar geçiyor; dağların doruklarından
Yamaçlarından kızıla çalan hatıralarla caddelerden….
Firari umuttur taşıdıkları
Biraz peynir, bir küçük soğan
Bir parça ekmek, bir avuç şeker, bedenimize sığmaz yürekle
Bazen sadece mertoxé ile
“aşk ve emeğin” yeşillendiği bir toprak inşa etmeye koyuldular
İçlerinden biri,
Devrime olan yakıcı hasretle
Birkaç sözcük mırıldanır azimle
Sesi, söylediğini yaşayanlara özgü
“gerçekleşmeyen her hayal; taze ve tatlıdır”
6.BÖLÜM: DERİN ACI VE HUZUR
Baş ağrısı ve dönmesi
Karın sancısı
Halsizlik, takatsizlik
Diş sızısı,
Göz kararması, sertleşen damarlar
Unutkanlık,
Kas erimesi,
Kendini yiyen hücreler
Mide büzüşmesi
Nöronların intiharı
Keskin bıçak rolünde kaburgalar
Kemik acısı…
Önce hızlı, sonlara doğru derin ve zorlu soluma
Morarmış dudaklar…
Dengesiz tansiyon…
Ağır gelen ışık, ses…
Böyle bir bedenden, organlardan
Nasıl bir hikmettir ki böyle bir…
Coşku ve aşk şiiri sokaktaki dizeler gibi
Sözcükler mırıldanır
Güne bakanlar içinde oynayan genç kızın
Düşen tokası, dökülen bukleleri
Ve kulak ardına attığı saçları
Tam o an’da görünen yüzü sanki…
Yoksa bir devrimcinin zafer sonrası
Çocuksu sevinci mi diyelim…
Devrim nişanesi gibi tüm bunlar…
Yani ak, olanlar…
Ondandır şu an duyduğum sesin titrekliği
Evet, birisi daha “Kürt bu” diyor…
Ama bu sefer
Antik çağlardaki
Bereket şölenini işaret ediyor gibi
Ve ben derim ki
Tüm sosyalistler, Komünistler, anaşistler
Kısacası devrimci geleceğin kökü
Ya Adonis şölenlerinden ya Diyonesors…
Ya Attis, Krişna,lsis
Yahut Anahita şölenlerinden alır kaynağını…
7.BÖLÜM: DİRENİŞ
“Zindanda direnmeyen bir halk baştan kaybetmiştir”
Diyordu bir Kürt derviş
7000’i açlık grevinde
30’u ölüm orucunda olan kazananlarız
Lotus çiçeğini bataklık kirletmez.
Hiçbir testiye, konserveye, vazoya konamaz şiir
Aşkınlık içkindeyse kalıp tutmaz.
Anlayın artık… Açız… Aç…
Bilindik açlık hissi değil bu
Ekmeklerimizi martılara atar
Akşam yemeklerinizi, evsizlere
Barınaksız hayvanlara verin
Bırakın karanfil uzatmayı da
Onları ecel ölümlerine saklayın
“Arz ederiz” sözcüklerinden yoksundur lügatimiz
Ruhumuzu düşlerimizin mesire meskûnlarıyla doyuruyoruz
Kaburgalarımız göğsümüze batıyor
Ama kalbimize gözlerin gamsızlık hançeri…
Lütfen kaldırın plastik ışıkları,
Başına buyruk mahalleler daha ilham verici.
8.BÖLÜM: EYLEM
Bir… İki… Sekiz… Otuz dürt… Beşbin…
Ölümler… Sayısal istatiktiklerde eriyor
Sosyolojik deneyler için birer fenomen
Çığlık yüreklerde çelimsiz bir dilenci
Gözyaşı resmi dairelerde intihar
“acuze bir çağ bu” demek anlamsız .
Gıdım gıdım eriyen bedenlerin sesi
Kanıksanmanın çelik duvarını parçalıyor.
kim iddia edebilir
İradeye mahkum bedenin yenemeyeceğini,
Aziz Patric İrlanda halkı için
Açlığıyla Tanrıyı dize getirmedi mi?
Hadi dostlar… Metafizik birer lokma uzatın
Özgürlüğün açlık grevindeyiz
Çiçekleri ecel ölümlerine saklayın…
Tan ağarırken
Gece hükümdarlığını ilan ederken
Gün, ışığı gölgesiz koyduğu vakitler,
Herhangi bir lahzadan çık meydana.
Heyy! Heyyyy sen kaçındasın… 28 mi?
Kaç yılın var daha randevuya ölümle…
20 mi, 30 mu?? Şimdi çıkarsan kalanını
Hiç yoksa anlamlılık kalır elinde
Gamzeli bir silüet yaratan göz kapaklarında
Hayatının son 20-30 yılının kaç filmi…
Cesaret… Cesaret… Nedir ki cesaret
Düşüncesizce ilk adımın ardından bolca düşünmektir
Sen teyze…
Sen abla… Dayı, sen de yapabilirsin
Ahh aldıracağım! … Sokaklarımda bir boğa debelenir
Açlık değil
Duyguların, hesaplı zekânın yosması oluşu beni çıldırtacak…
Hadi Leyla… Hadi…
Hangi gölge ışıksız türer
Küçülen gölgen ihtişamlı… Hüzmelerimdedir
Sessizlik öldürür diyorlar… Aldırma sen
30’u ellerinde bir tek su matarasıyla
Bir dirhem kalmayı göze alarak
Ölümü yadsırcasına
Peşi sıran, devrim finaline ilk elden
Ulaşma istenciyle
Sevginin ölüm orucuna başladılar…
Sessizliği bilmem ama döşsüzlük öldürür. İnan!
Fakir bir babanın azık ararken bile
Gülümsemesini anımsa
Bak! Hırçın, keskin ve çocukluğu saklı güzelliğiyle
Hala hayallerimiz de diri, duru duruyor ulrike…
Ve Azime… ya Arin; Athena’yı kıskandıran…
Bir ses şaşkın..! Kürt diyor birisi duyuyorum
Eşsiz bir hayatın, damağındaki eksikliği gösteriyor gibi…
Barışın cazibesini kuşanmış kadınlarımız,
Koyunlarında tutkuyu, paylaşmanın coşkusunu taşıyorlar
Erkekler… Mahcupluklarıyla erilliklerini ayıklıyorlar lağımlara
Bir kadın… Sadece bir kadın…
Tüm kadınları simgelercesine
Hamile sevgi dolu şafaklara
Ünlemsiz gündüzlere…
Kurdelen zarifliğinde
Sanatsal bir gelecek yazıyor.
Peki, ama yalnızlığın ürpertici çığlığını duyuşumuz neden?
9.BÖLÜM: ANLAM
Bu kuru kalabalığı… Ketumlaştırın…
Ateşleri sündürün…
Söndürün sefahatin yaz alevlerini…
Plazalar, villalar yalıtılmış ihtişamlı apartmanlar,
Herşey kır evlerini ya da ikindi denizlerini anımsatıyor.
Ev lanet mantığı
Müzelere koyalım bayanlar, baylar,
Kendini aldatmakla başlar ihanetler
Duyarsızlıklarla katliamlar
Bir ses Kürt bu diyor birisi
Genç bir kızın düşlerini işaretliyor sanki…
Yahut anarşist bir cenaze türeni
Açlık bir silah mı diyorum kendi kendime
Bilinç akımına kapılmış aklımı durduramıyorum
Kaburgalar diyorum, kaburgalar…
Acaba evrenin yitik kaburgasından mı türedik?
Gözyaşları tuz ve sudan ibaret mi?
Bilim nasıl da iğrenç bir hastalık
Göz pınarımın mevzisindeki öfkeden diğer gamdan habersiz
Bir acı ağlatırsa daha güzelleşir muştulayıcısıdır, derdi anam
Katrelerimiz… Katreler… Bir yenilginin teslimiyetin
Akarsuyu değil
Bir bodrum katı yalnızlığı hiç değil
Bir gerillanın sırt çantasındaki şiir
Blangui’nin 70’te bile zindan kapısında
“Nerede kalmıştık?” değişimin çağlayanı
Açın politikalarının çeşmelerini
Tütsüleri yaşlı erkeklerin ayaklarına
Klamları ihtiyar kadınların kırışık
Canlı, capcanlı sözcüklerine teslim edin.
Anıların lezzetli bir çikolata tadı vereceği
Bir gelecek diliyoruz.
Teatral siteleri utandıracak bir dünya
Tüylerimizin bile baş edemeyeceği bir sevinç
Havarları, çığlıkları, azabın iniltisini kesin!
Biz Tanrıçaların memelerinden doğan dağların evlatları
Yitirdiklerimizin bizi çoğalttığı yalan, yalan ölüm edebiyatı
Sadece daha azimli onurlu ve çoğulcu kılıyor bizi
Bir ses daha duyuyorum gayri ihtiyari
Kürt diyor biri, Kürt bu
Sanki duasız bir merasimi çağrıştırıyor
Envai çeşit çiçeklerle kaplı bir bahçeyi mi yoksa?
10: BÖLÜM DEVRİM
Gidin söyleyin Neguyen Thi Sav’ya…
Beş evladını hunharca katleden bir devletle
Barış diye tülbentini atan ananın davası
Uğruna kavgaya tutuşan bir halk, ancak
Makûs tarihten sözülen bir atlı
Mor geceliği şehirlere çıkabilir
Açlığımız… Orucumuz…
Uzuvlarımızdan beslenen tüm düzenler
Bahar ağaçlarımızın minareleri yapılacak
Daha bir güzelliklere, temiz havaya
Kök salabilmek için
Devlet… Sadece ama sadece
Tecavüz sahnesi imgeletecek çocuklarımızda
Kötü, iğrenç bir yemek yemenin yüz ifadesi
Ve tasavvufçulardan ilhamla
Felsefeye aşkı koyacağız
“Biyolojik duyarlılığı olmayanın, toplumsal duyarlılığı olmak”
Çağırın Mahir’i, Deniz’i, Saşa’yı
Emma’nın arayışını onların tutkularıyla bulduk…
Deyin Araplarla, Faslarla, Türklerle
Elimizde hala kanları bulunan kadim dostlarımız “Ermeniler”
Süryaniler, Keldanilerle… Tüm halklarla
Mayası gönüllerin zerresinden olan köprüler kurduk…
İşte haykırıyoruz; bir deri bir kemik bedenimizle
Ruhumuza dokunanlara minnettarız.
Genet’e, İbo’ya, Cevahir’e, Doktor Hikmet’e
Mandela’ya… Bedri’ye… Ve ulu Aram TİGRAN’a…
Ve binlercesine…
Kanımız değil, yürüyüşümüzdür bizi kudretli kılan
Ve siz; yolumuzun kutsallığını öğreten
Umut’u bir hayal olmaktan çıkartacağız…
Sizlere andımız olsun!
Kara bulutları kaldıracağız, güneşin önünden
Süsleyeceğiz… Kürdistan’ı…
Yani her evini Paolu Cender yaptıkları bir ülkenin
Sarmaşıklar, defneler, kızılcıklar, laleler, ardıçlarla… Donatacağız…
11.BÖLÜM: GÜZELLİK VE AŞK
Kemiklerimiz sızlıyor… Kaburgalarımız bir hançer
Güzelliğin eylemlerinde eriyen hayatımız
Sonu çağrıştırırken bile
Var olmanın dayanılmaz hafifliğinde…
Bir halk olarak seviyoruz… O günü…
Evet o gün geldiğinde…
Leyla’yı alacağız omuzlarımıza güvenle…
Sebahat, Soyya… Nuda, Elem Huli ile kutsayacak bizi
Gezgör, Vasterov’la ovalarımızın yeşiliğinde selamlayacak,bizi.
Trung Tin, Bab Sondays, Kemal’le
Mazlum, Narodnoya Volga fedaileriyle
Semalarda gülümseyerek bize…
Josef Martin’in ve Atakan’ın ayak izlerini adımlayacağız…
Ve bir güneş yükselecek surların üzerinden
İçimizi sevgi, anlam, derinlik ve iyilikle
Dolduracak koca bir gülümse ki:
“Derwéş û Adule’nin aşkını praksis kıldık
Hem de poetika duygularıyla” diyecek
Ve bir devrimcinin bir vakitler
Morarmış dudakları ve erimiş bedeniyle dediği gibi…
“Umut ütopya olmaktan çıkacak”
Ve artık biliyoruz… İnkâra gelmez…
En çocuksu devrimci
En direngeni ve en cesurudur…
Ondandır Kürtler’in “her şeye rağmen”
Yenilmezliği…
12.BÖLÜM: HAKİKAT
“Biz bu işe insanlık şerefi adına başladık”
Bu kızılca kıyamet
Bu kan
Bu sabır
Bu inat
Bu direniş,
Sadece ve sadece
İnsan olmakta ısrar etmek içindir.
Hazineler, kaybedildiği yerde aranır
İnsanlık kökleri üzerinde araştırılır.
-Umut, ütopyalarda yeşerir
Başarı ilk adımda gizlidir…
Amerikada… Rusyada… Sibiryada… Çinde değil
İşte bu dava -46- yıldır
İnsanlığı arıyor
Önce kendi insanını
Ve bu insan, ilk insandır
Olacaksa doğrusu en son
-Ve anlamlı- insanda o olacaktır
Ölüm demiyorum ; yaşam… Yaşam…
Hiç kimse söyleyemez, bu kavgada
Ölümün kolay olduğunu
Hayır!..Hayır!..
Her yerde kolaydır
Ama burada asla…