2000 yılı sonbaharında Diyarbakır’a üniversite okumaya geldiğimde, 1915 Ermeni Asuri soykırımı ile ilgili tarihsel bilgim; sadece bölük pörçük hafıza fragmanları üzerinden kuşaklararası taşınan ama bunu anlamlı bir tarihsel bilgiye veya bilince tercüme edemediğim Kürt sözlü hafızası ile sınırlıydı. Bu hafıza fragmanları, geçmişte yaşanmış ve bize sürekli anlatılan birer gerçek-masal gibiydi. Fakat üniversite yıllarında yaşadığım deneyimler konuya dair fikrimi, ufkumu bambaşka bir noktaya taşıdı.
2000 yılında Dicle Üniversitesi’nde okumaya başladığımda, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanması sonrası yaşanan büyük şok dalgası kısmen atlatılmış, Kürt hareketi yeni bir stabilite arayışına girmişti. PKK savaşçıları büyük oranda geri çekilmiş (ya da geri çekilme esnasında yaşamını yitirmiş), silahlı mücadele “askıya” alınmıştı. Öcalan’ın cezaevindeki yazıları üzerinden yeni bir objektif oluşturulmaya çalışılıyordu. 1999’da ilk defa birçok kentte belediye seçimlerini kazanan Kürt Hareketi’nin örgütlenme alanını kentsel mekanlarda gören Öcalan’ın “Kültür Devrimi” olarak adlandırdığı bir sürecin startı verildi. Buna göre Kürtler yerel yönetimlerin de imkânlarından istifade ederek şehirlerde kendi kültürel devrimlerini yapmalıydılar. Silahlı mücadelenin sustuğu bu dönemde öncelik kendini gerçekleştirmeye verilmeliydi. Kürt kültür ve kimliğinin üzerindeki sis perdesi aralanmalı, Kürtler kendi geçmişlerini keşfetmeliydi. Bunun için de şehirlerde kültür-sanat seferberliği başlatılmalı, gençlik kendini, tarihini, kültürünü, edebiyatını, müziğini ve sanatını tanımalıydı.
Avrupa Birliği üyeliği sürecinin Kürt meselesinin çözümü ile birlikte düşünüldüğü, liberal demokrasi ve çok kültürlülüğün ana akımlaştığı, post-modernizm tartışmalarının yerelliği ve mikro kimlikleri ön plana çıkardığı daha geniş makro ölçeğin oluşturduğu yeni konfigürasyon; Öcalan’ın yerel yönetimlerin ademi merkeziyetçi toplumsal inşanın teorisyeni Murray Bookchin okumaları ve Türkiye coğrafyasında bütün halkların bir arada barış ve eşitlik içerisinde yaşamasını mümkün kılacak bir demokratik cumhuriyet fikri ile harmanlandı. Böylece Kürtlerin mücadelesi, Kürtlerle geçmişte bir arada yaşamış diğer halkları da tarihsel peyzaja dahil eden yeni bir tarih yazımı ve inşasına evrildi.
Amed Büyükşehir Belediyesi’nin organize ettiği kültür ve sanat festivallerinin içeriği tam da böylesi bir kontekstin içinde şekillendi. Birçok dilde müzik yapan sanatçıların ağırlandığı konserler düzenleniyor, tanınmış sanatçıların katıldığı paneller, edebiyat günleri, roman ve hikâye atölyeleri düzenleniyor, Diyarbakır isminde somutlasan Türkçü resmi tarih tezine uygun imaj Amed isminde somutlaşan ve kentin geriye dönük çok kültürlü, çok etnili yapısını keşfeden bir yöne akıyordu. Tam bu noktada Diyarbakır’daki Xançepek ya da namı diğer Gavur Mahallesi’nde doğup büyüyen, daha sonra İstanbul’daki Tibravenk Ermeni okuluna giden Ermen yazar Mıgırdiç Margosyan ve yine aynı mahallede doğan Kürt yazar Şeyhmus Diken’in kitapları kentin bu çok kültürlü kimliğinin yeniden keşfi ve yeniden kurulması sürecinde çok kilit bir rol oynadı. Bu iki yazarın özellikle Suriçi’nde Kürt, Ermeni, Süryani, Keldani, Dom, Arap ve Türkmenlerin birlikte yaşamına dair kitapları kentin “çok kültürlü” kimliğinin yeniden keşfi (yer yer bu çok kültürlülüğü 1915’teki kurucu şiddetten ayıran bir nostalji üretimine de evrilse de) açısından çok etkili oldu
Aram Tigran gibi Kürtçe müzik yapan Ermeni sanatçılar (Kulplu oluşunu, sonra Binxet’e göç ettiğini öğreniyorduk), Jaklin Çelik gibi edebiyatçılar kültür-sanat etkinliklerine davet ediliyor,geçmiş yeniden kamusal alana çıkıyordu. Kürtlerin geçmişe ve 1915’e dair bildikleri sıradan bilgiler, deneyimler, hatıralar günden güne kıymetleniyor, kent kimliğinin, bireysel öznelliklerin kurulmasında köşe taşı işlevi görmeye başlıyordu. Müslümanlaş-tırılmış, bavfilleh anneanne ve babaannelerin varlıkları, hikayeleri, trajedileri kafe köşelerinde, dost sofralarında, entelektüel sohbetlerde konuşulmaya başlanıyordu. Özellikle belediye başkanı seçilen Osman Baydemir ve Abdullah Demirbaş ile birlikte kentin çok kültürlü yapısı temelinde geliştirilen politikalar ile bu daha da görünür hale geliyordu.Mahalledeki sokak ve cadde isimlerinin değiştirilmesi (Ermeni yazar Margosyan Sokağı,Süryani yazar Naum Faik Sokağı gibi),Surp Giragos kilisesinin restorasyonu,Ermenice dil kurslarının açılması, vicdan anıtı dikilmesi, IHD üzerinden 1915 anmaları vb. pratikler üzerinden kent adeta Kürt Hareketinin önüne koyduğu politik projenin inşa mekânı haline geliyordu. Karşı hafıza peyzajında birikenler üzerinden yeni bir hatırlama ve anma rejimi doğuyordu.