Vakit akşam saatleri. İftara az bir zaman kalmış. Bir işyerinin kapı zili çaldı. Kapıyı açtılar. Kapıda üstü başı düzgünce bir adam. Elli yaşlarında görünüyor. Elindeki bavulu (evet, bavulu!) açtı ve muhtemelen bir marketten ya da fırından aldığı bazlama, kete, tahinli çörek, yufka gibi ekmek çeşitlerini gösterdi ve “almak ister misiniz, iftar vakti yaklaştı” dedi. İşyerinde bulunan 8-10 kişi, belki ihtiyacı olmadığından, belki de nerede yapıldığını bilmediği ekmeklerden satın almak istemedi; sadece biri adamın durumuna acıdı ve evde ekmek olduğu halde bir bazlama satın aldı. Bir türlü bir iş bulamadığı belli olan bir kişinin kendince ‘uydurduğu’ işe saygı duymuştu belki de…
Bir başka yer ama yine akşam üzeri. Yaşlıca bir adam. Yetmiş yaşında falan gösteriyor hali. Elinde bir tepsi. İçinde 10 kadar simit. Cadde kenarında tökezledi ve yere düştü. İftar saati yakındı. Sokaklar boşalmak üzereydi. Evine gitmekte olan orta yaşlıca bir kadın hemen yardımına koştu. Ardından sıradan bir otomobilden iki genç adam indi. Önce kadın, sonra gençler, adamı hastaneye götürmek istediler. Yaşlı adam, “Bir şeyim yok” dedi. “Oruçluyum, ondandır; iftar vakti geliyor nasılsa”. İki genç, adamın kalan simitlerini satın alıp, onu evine götürmeye zor da olsa ikna ettiler. Yaşlı adamın ayağında, abdest almakta kolaylık sağlayan mest-lastik vardı…
* * *
Bugünlerde işsizlik rakamları açıklanacak. Gelen ön bilgilere göre, ülkedeki işsizlerin sayısı rekor kıracak! Resmi rakamların -yani son ay içinde İŞ-KUR’a başvurarak iş aradığını beyan edenlerin- yüzde 15’i bulacağı bekleniyor. Resmi işsizler, böylece 5 milyonu bulurken; iş aramaktan vazgeçenlerle birlikte toplamda işsiz sayısının 8 milyona ulaşması gibi büyük bir felaketle karşı karşıyayız. Elbette bunlar şaşırtıcı değil. Dış krediler çok ucuzken alınan paralar, çoğu acil ihtiyaç olmayan beton projelerine yatırıldı ve daha ucuza ithal edebiliyoruz diye, üretimden kaçınıldı. Şimdi dünyada ucuz kredi kalmadı. Borçları ödemek için daha büyük faizlerle borç bulmak zorundalar.
İşte bu yüzden kimi fabrikalar vardiyasını azaltırken; kimileri konkordatoya gitti, hatta iflas etti. Neredeyse her gün yanan fabrika haberleriyle karşı karşıyayız. Belki sigortadan para alabiliriz diye, patronların fabrikalarında yangın çıkarttığı bile iddia ediliyor. İnşaat sektörünün de stop etmesi, hem ilgili sektörleri iflasa sürüklerken; hem de büyük bir işsiz ordusuna da neden oldu. Mahallelerdeki marketler gibi küçük işletmeler, birbiri ardına iflas edip, el değiştirirken; AVM müşterilerinin de giderek düşmekte olduğu bildiriliyor. İşsizlik aileleri de parçalıyor. Boşanmalar artıyor; aile içi şiddet tırmanıyor. Sokakta yüzü gülen insan bulmak neredeyse imkânsız hale gelmiş durumda.
İşte böylesi bir ortamda, birileri “Halk bana niye oy vermiyor; bana oy vermemiş olamaz! Şu İstanbul seçimlerini yeniden yapalım; kesin bu sefer bana oy verir” diyor. Kürt illerinde kayyum atadıkları belediyelerin tüm gelirlerini yemişler. Belki de oradaki seçim sonuçlarının çoğunu her şeye rağmen bu yüzden kabul etmek zorunda kaldılar. Şimdi de 23 Haziran’da ne yapıp-ne edip, yeniden ‘kazanacaklarını’ düşündükleri İstanbul’a kayyum atadılar. Kürt illerindeki belediyelere kayyum atanırken; seslerini çıkarmayanlar, hatta normal bulanlar, böyle yaptıkları için, sıranın kendilerine de geleceğini hiç düşünmemişlerdi herhalde. İşte bu nedenle “Cizre’ye sahip çıkmadan; İstanbul alınamaz” deniliyor. Bir de, Ankara’da ya da yereldeki iktidarda kim olursa olsun, halkların dayanışmasının, birlikte mücadele etmesinin ne kadar önemli olduğunu öğreniyoruz umarım.