Çağımız dünyası bir değişim sürecini yaşamaktadır. Fakat tarihte olduğu gibi bugün de böylesi süreçler toplumsal mücadelelerin, direnişlerin sonucunda mümkün olabilmektedir. Çünkü sömürü düzenlerinin kuruluşundan günümüze insana, topluma karşı bir savaşı söz konusudur. Dolayısıyla değişim veya gelişmeler kendiliğinden gerçekleşmiyor.
Kapitalist sömürü düzeninin artık geri döndürülemez bir kriz ve dökülme sürecinde olduğu gittikçe daha fazla anlaşılmaktadır. Ne savaşlar ne de diğer sosyal ve ekonomik operasyonlar kapitalist sömürü düzenini krizden çıkaramadı. Sistemin evrensel düzlemde yaşadığı bu kriz durumu çevreye daha fazla yansımakta ve onu gerilimli kılmaktadır.
Ortadoğu’daki ulus-devlet sistemleri kapitalist sömürü sisteminin yerel ve bölgesel uyduları şeklinde uluşturuldukları için varlıkları kapitalist düzenin çıkar çarkının dönmesi sayesinde mümkün olmaktadır. Sistemin hegemonik güç merkezlerinin birer uyduları konumunda oldukları için onlardan daha fazla bağırlarındaki toplumlardan, onların gerçek zihniyet ve yaşamlarından kopuk, onlarla çelişik bir konumda bulunmaktalar. Nitekim bundan dolayıdır ki güncelde onlardan daha fazla bir saldırı, bir savaş durumunu geliştiriyorlar. Bunu en iyi AKP- MHP ortaklığına bırakılan Türk ulus-devlet yapılanmasında görmek, burada izlemek mümkündür. AKP-MHP ortaklığıyla artan saldırılar böylesi bir denklemin sonucudur. AKP-MHP ittifakına karşı Kürtlerin öncülük ettiği direniş, çağın toplumsal sorunları ile bundan çıkmanın, yeni bir yaşam imkânının yoğunlaştığı bir durumu, bir süreci ifade etmektedir.
Şimdi faşist blok bir gerilemeyi yaşamaktadır. Bu durum direniş sayesinde mümkün oldu. Direniş herkese umut aşıladı ve şu an herkesin doğru-yetersiz bir şeyler ifade etmeye, dile getirmeye zemin oluşturdu. İşte en son sanatçılar biraz konuşmaya, bir şeyler ifade etmeye çalıştılar. Daha önce olsaydı buna herkes şaşırırdı. Ama şimdi buna şaşılmıyor. Hatta az veya geç kalınmış bulunuyor.
Direnişle örülen sürecin yeni bir aşamasına varmış bulunuyoruz. Kuşatma kırılmış vaziyettedir. Şimdi ortada gerçek anlamda bir iktidar kalmamıştır. Saldırlarla toplum kuşatılmak istenmişti. Kürtlerin mücadelesinin bastırılmasıyla birlikte esasında çağın demokratik ve özgür yaşamın bilinç ve toplumsal dinamiği yok edilecek veya geriletilip etkisizleştirilecekti. Çünkü Kürtler Ortadoğu’da düğümlenen toplumsal sorunları, kültür, azınlık, kavim, din, mezhep, siyaset ve yönetim sorunlarını demokratik bir modelle çözmenin bilinç ve iradesini geliştirmişti. Demokratik ulus paradigması başlangıçta kuzey Kürdistan ve Anadolu’da, daha sonra Rojava ve Suriye’de toplum ve halklar içerisinde önemli bir yayılma sağlamış ve destek görmüştü. Bu sürecin tamamlanması demek sömürgeci geleneğin sonu anlamına geliyordu ve iktidar bu sürecin bitirilmesi için oluşturulup desteklendi. Destek tüm kapitalist güç merkezleri tarafından sağlandı. Fakat gelinen aşamada bu proje çökmüş vaziyettedir.
Peki, bundan sonra ne yapmalı? Bu soru sorulmalı çünkü ifade ettiğimiz duruma rağmen faşizm hala çekip gitmiş değil. Çünkü iktidar toplum içerisinde önemli bir manipülasyon geliştirdi ve kendini hala buna dayandırmaktadır. Örneğin buna dayanarak hala İstanbul’da kaybettiği seçimleri tekrardan kazanabileceğini hesaplıyor. Yine sıkça geliştirdiği oyunlara başvurarak direnişi kırmaya çalışmakta ve sonuç almaya çalışmaktadır. En son 2 Mayısta PKK lideri Abdullah Öcalan ile avukat görüşünün gerçekleşmesine müsaade etmesi bu amaçlaydı. Daha önce de on beş dakikalık aile görüşüne müsaade ederek bu yapılmak istenmişti. Aile görüşüyle olmayınca direnişin öncüsü Leyla Güven tahliye edilerek yapılmak istendi. Bu da olmayınca bu sefer kendileri açısından azami riskleri barındıran PKK Lideriyle avukat görüşmesine müsaade edilerek amaçlananlara ulaşmak isteniyor. Fakat İmralı’daki tecridin kırılmadığı bizzat avukatlar tarafından dile getirildi. İmralı’daki tecrit olduğu gibi devam etmektedir. Değişen tek şey AKP-MHP ortaklığının gittikçe sıkışması, toplumsal desteğini yitirmesidir. O vakit iktidarı gerileten, demokratik bir ortam ve ifade imkânı yaratan direniş ve direniş odaklı çalışmalar derinleştirilmelidir. Bunlardan birincisi direnişi derinleştirerek ve yaygın toplumsal eylemlerle taçlandırarak sürdürmektir. Özellikle toplumsal eylemselliği ortaya çıkaracak çalışmaları yapmaktır. İkincisi AKP-MHP iktidarına kaybettirmeyi esas alan dönemin stratejisini 23 Haziranda yenilenecek olan İstanbul seçimlerinde daha fazla geliştirmek ve uygulamak olmalıdır. Bu hedef doğrultusunda HDP tüm gücünü İstanbul seçimleri için seferber etmelidir. AKP-MHP bloğunun son umudu İstanbul seçimlerini almak ve kendisine toplumsal bir dayanak ve meşruiyet sağlamaktır. Bunu başaramaması durumunda baş aşağı gidişin başlayacağı malumdur. Bu hassasiyetle sürece yaklaşmak ve bir önceki dönemden kalma yetersizlikleri aşma çabası içerisinde olmak gerekmektedir.