Türkiye’nin tüm sorunlarının kaynağını görebildiğimiz PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecride karşı mücadele açlık grevi ve 30 Nisan’dan itibaren ölüm orucu şeklinde yaklaşık altı aydır sürüyor. Sayın Leyla Güven’in başlattığı ve dalga dalga yayılan bu mücadele her geçen gün derinleşmektedir. Tarihte örneğine az rastlanır bu mücadelenin toplumsal değerini anlayabilmek için bir kez daha tecridin ne anlama geldiğine yakından bakmalıyız.
Yerel ve uluslararası hiçbir hukuki dayanağı olmayan tecridi salt İmralı zindanına uygulanan özel bir konsept olarak ele almak oldukça yüzeysel bir bakış açısı olacaktır.Aksine hukuki hiçbir gerekçesi olmayan mutlak tecrit hükümetin tüm politikalarının aynası olmaktadır. Tecridin Kürt sorununa nasıl yaklaşıldığının ilk ve en temel göstergesi olduğu açıktır. Türkiye’nin en yapısal problemi olan Kürt sorununa yaklaşımın ekonomiden, dış politikaya yaşamın her alanını etkilediği de aslında bilinen bir durumdur. Bu soruna inkâr ve imha temelli yaklaşıldığında bunun çatışma anlamına geldiği, çatışmanın da anti demokratik uygulamaları, ekonomik krizleri ve uluslararası arenada yalnızlaşmayı getirdiği de son 40 yıllın tekrar tekrar kanıtladığı bir gerçekliktir.Bu açıdan tecridin kalkmasının tüm toplumsal problemlerin çözülmesi için ya da en azından tartışılıp çözüm yolu arayabilmenin ilk adımı olduğu görülebilir.
Haziran 2015 seçimleri ardından kurulan AKP-MHP ittifakının ülkeyi getirdiği durum açısından aşağı yukarı demokrasiye duyarlı her kesim hemfikirdir.Türkiye en son İstanbul seçimlerinin iptalinde de gördüğümüz üzere hukukun içinin boşaldığı, her tür hak ihlalinin rutinleştiği ve milyonların açlık sınırının altında yaşamaya mecbur edildiği bir ülke haline gelmiştir.Bu durumun aşılması da ancak demokrasi güçlerinin en geniş cephede ortak mücadele hattı kurabilmesi ile mümkündür.Bugünse tecridi kırıp ülkenin demokratikleşmesinin önünü açma mücadelesini en başta içerde dışarda binlerce insan bedenlerini açlığa yatırarak sürdürmektedir.Mücadeleyi bu boyutta sürdürenler sadece kendileri için bir talebi dile getirmemektedirler,aksine tüm toplumun demokrasi ihtiyacına tercüman olmaktadırlar.Tecridin kırılması demokratikleşmenin önemli bir ivme kazanacağı anlamına gelmektedir ve bu geniş toplumsal kesimlerin hem talebi hem de ihtiyacıdır.
Buna karşın açlık grevi eylemcilerine toplumsal desteğin sergilenmesi sınırlıdır.Her kesimden açıklamalar ve etkinlikler söz konusu olsa bile duyarlılık süreklilik göstermemektedir. Kuşkusuz bu durumun en önemli nedeni her türlü demokratik reflekse tahammülsüzlük gösteren ve aşırı bir güçle saldıran hükümetin tutumudur.Temel anayasal hak olan demokratik eylem yapmayı baştan kriminalize eden ve gözaltı ve tutuklama gerekçesi haline getiren AKP MHP ittifakı bu şekilde çözümsüzlüğünü ve zayıflığını gizlemeyi hedeflemektedir.Fakat yine de toplumu umutsuzluğa sürüklemeyi başaramamaktadır.
Bu açıdan beyaz tülbentli tutuklu yakını anaları,toplumun tümünün umudunu büyüten bir konuma gelmişlerdir. İstanbul ve Amed başta olmak üzere neredeyse cezaevlerinin olduğu her yerde eylemdeki çocuklarıyla dayanışmalarını göstermek için eylem halinde olan analar toplumsal vicdanın tarifi konumuna gelmişlerdir. Cumartesi Anneleri’nin mücadele geleneğine dayanarak gelişen anaların mücadelesinin değerini hakkıyla teslim edebilmek oldukça güçtür. Yaşlarına karşın her günü eylemle geçiren anaların sadece bireysel kaygılarla hareket ettiklerini düşünmek ise büyük bir yanılgı olacaktır.Polislerin her türlü izahtan yoksun fiziki ve manevi işkencelerine karşın alanları boş bırakmamaları,bu dirayetli duruşu göstermeleri kuşkusuz“ana”olmanın toplumsal manası ile bağlantısı vardır.Fakat onlar ana olmanın verdiği sonsuz haklılıkla sürdürdükleri mücadelelerinde aynı zamanda toplumun tümünü düşünerek hareket etmektedirler.Sayıları az olabilir ama haklılıkları o kadar bariz ki“biz anayız” şiarına karşı onlara her tür hakareti eden güvenlik kuvvetleri bile yüzlerine bakamamaktadır.
Analar bugün sadece çocuklarının mücadelesine destek olmamaktadır.Çünkü çocuklarının talebi olan tecridin kırılması her geçen gün ağırlaşan toplumsal sorunların çözüm zeminin oluşması anlamına gelecektir.2 Mayıs’ta gerçekleşen görüşme bu durumu açıklıkla göstermiştir.Kadınların,gençlerin,emekçilerin toplumun cevherini oluşturan demokrasi güçlerinin tümünü temsil etmektedirler.Daha iyi bir ülke için demokrasi için yaşlı bedenlerine karşın alanlara çıkmakta,umudu haykırmakta ve herkesi mücadeleye çağırmaktadır.Toplumsal vicdan bugün beyaz tülbentli analarda somutlaşmıştır.
Toplumsal vicdanın bu biçimde pratikleşmesi tüm demokratik güçlere ciddi bir mesajdır. Asgari bir demokrasi için, sorunların sağlık bir biçimde tartışılabilmesi için tecridin kalkması gerektiğini dile getiren,bunun için mücadele eden çocuklarını her an hisseden analarla birlikte mücadele etmek tüm demokratik güçlerin sorumluluğundadır. Bu sorumluktan farklı farklı gerekçelerle kaçmaya çalışmanın anlaşılır bir yanı yoktur. Çünkü tüm olumsuzluklara ve saldırılara karşın direniş bayrağını taşıyan analar herkese doğru yolu göstermektedir