Türkiye’deki hak ihlallerine AB ülkelerinin sessizliğini koruduğunu, hatta yapılan çağrıları duymadığını ifade eden FIDH Genel Başkanı Dimitris Christopoulos, siyasi iktidarın AB’nin sessizliğini satın aldığını söyledi
İnsan Hakları Derneği(İHD) Eş Başkanı ErenKeskin’e Martin Ennals 2019 Ödülü vermek için 9 Mayıs’ta Ankara’ya gelen Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH) Genel Başkanı Dimitris Christopoulos, Türkiye’deki insan hakları ihlallerini değerlendirdi. Martin Ennals ödülünün her yıl risk altında olan 3 kişiye verildiğini hatırlatan Christopoulos,Keskin ile dayanışmak için Türkiye’ye geldiklerini belirtti.İnsan hakkı savunucusu olmasından kaynaklı 30 yıldır Türkiye’de yaşananları takip ettiğini kaydeden Christopoulos, “Türkiye son zamanlarda çok aşırıya kaçtı ve her geçen gün işler kötüye gidiyor. Bundan önce 2000’lerin başında en azından bir umut vardı fakat sonrasında Türkiye’ye her gelişimizde durumun biraz daha kötüleştiği bir manzara ile karşı karşıya kalıyoruz” diye belirtti.
Tecrit kabul edilemez
Christopoulos,İmralı Cezaevi’nde uygulanan tecrit politikasının kabul edilemez olduğunu söyledi. Tüm tutukluların aileleri ve avukatlarıyla görüşme hakkı bulunduğunu ve bunun uluslararası sözleşmelerle güvence altına alındığını anımsatan Christopoulos, “Bütün tutsakların aileleri ile görüşme hakları vardır. Birleşmiş Milletler’in normları da bunu destekliyor” diye ekledi. Çocukları açlık grevinde olan annelere yapılan uygulamalara ilişkin Christopoulos, şunları söyledi: “Daha önce uzun yıllardır mücadele eden Cumartesi Anneleri’nin eylemi yasaklanmıştı. Türkiye’ye bir önceki gelişimde Cumartesi Annelerinden biriyle görüşme şansımda oldu. Cumartesi Anneleri ve diğer tutuklu anneleriyle bir insan hakkı savunucusu olarak dayanışma halindeyim. Toplanma hakkı en temel insan haklarından birisi. Saygı gösterilmesi gerekir. Bir insan hakkı savunucusu olarak onlarla dayanışma halindeyiz.”
FİDH olarak insan hakkı ihlalleriyle ilgili ikitürlü mücadele yürüttüklerini kaydeden Christopoulos, şunları ifade etti: “Bunlardan birincisi Türk hükümetine, ikincisi Avrupa Birliğine baskı uygulamak. Ne yazık ki son dönemlerde Türkiye hükümetine yönelik baskılarımız ve çağrılarımız yanıtsız kalıyor. Avrupa Birliği’ne yönelik çağrılarımız ise hatta daha az duyuluyor. Bu iki kanal da şuan tıkanmış görünüyor. Bu iki kanalda da iktidar mücadelesinden kaynaklı sesimizi duyurma mücadelesi arzu ettiğimiz düzeyde gerçekleşmiyor.İnsan hakları ihlali ve devletler söz konusu olduğundan her zaman böyle riskler vardır. Türkiye ve Avrupa Birliği arasında başka bir mesele daha var tabii. AB ile Türkiye arasında göçmenler ve mültecilerle ilgili bir anlaşma var. Türkiye’nin 3 milyon insana ev sahipliği yapması karşılığında aldığı bir 3 milyar euroluk bir para var.İşte Türkiye’nin bu göçmenleritutması karşılığında Avrupa Birliği’nin sessizliğini satın aldığını söyleyebiliriz.”
Berivan Altan/Ankara-MA