Mersin’in Gülnar ilçesine bağlı Büyükeceli köyü sahilinde inşası süren Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin (NGS) zemin betonunda çatlaklar ortaya çıktı. İlki 10 ay önce, 2.’si ise geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan çatlaklar bölgenin santral inşasına uygun olmadığını ortaya koyarken bu durumun ne AKP iktidarının ne de Rusya’nın devlet şirketi olduğu belirtilen Rosatom’un umurunda. Çünkü santrali inşa edenin de ettirenin de başlıca amacı enerji üretmek değil. Ciddi bir yatırımı gerektiren bu santrale Türkiye’nin verebileceği parası zaten yok. Rosatom’dan yüksek fiyattan elektrik alma garantisi veriyor olması Rus şirketi cezbedebilir ama nereye kadar? Bunun cevabı biraz Türkiye ile ABD ilişkilerine bağlı. Bir gözü ile Rusya’ya göz kırparken diğer yandan ABD ile oynaşan Türkiye’nin aşk tercihinin yakın zamanda netleşeceği ve bu aşkın ABD ile sürdürüleceği söylenebilir. Bu durum Rusya’nın Akkuyu’da inşa etmeye çabaladığı santralden vazgeçmesini getirir mi, bu da olası bir durum.
Ancak bizim aklımız bazen yaşananları algılayamayabiliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her sıkıştığında AB’ye tam üyelik için kalan 6 maddeyi hemen hayata geçireceklerini açıkladığı gözlerden kaçmıyor. Bu sıkışıklık içinde İstanbul seçiminde hoşuna gitmeyen bir tutuma giren sermayeye aba altında sopa gösterirken aynı zamanda sermayenin beklentisine dönük AB üyeliği meselesini şapkasında çıkarıveriyor. Arap milyarderlerinden Katar dışında destek bulmayan iktidar bir oraya bir buraya savrulurken ve ülkede satacak bir şeyin kalmamış olması ve kredi musluklarının kapanmış olması nedeniyle zor günler içinde beka sorununu İstanbul’la sürdürmek amacıyla darbe yapabiliyor. İstanbul için uluslararası yağmacılara sözler verilmiş olmalı ki bu darbeyi kaçınılmaz olarak uygulamasına yol açarken, yapılacak tekrar seçimde her yolu mübah kılıp belediye başkanlığını almak isteyeceği ise şimdiden belli.
Tüm bu yaşananlar üzerinden Akkuyu Nükleer Santrali’ne dönecek olursak hem güvenlik açısından hem de yaşanan krizler açısından bu santral inşa etmek sürdürülemez hale gelebilir. Unutulmaması gereken bir durum ise bu santralin salt enerji üretmek amacıyla kurulmadığını belirtmek gerekir. Santralde enerji üretilmese de santral sayesinde Türkiye halklarına ve coğrafyasına büyük zararlar verebilecek olan ancak aynı zamanda dar alanda paslaşmaları ortaya çıkararak ciddi bir rant kapısını açacak olan nükleer atıkları almayı cazip kılmaktadır. Geçmişten beri bölgenin Toros Dağları’nda atık alanı oluşturma gayreti ile nükleer atık alanları yaratılır. Atıkları gönderenlere, açılmış ve yeni açılacak olan ham uranyum madenini verir ve karşılığında nükleer bomba ve silah üretimi için zenginleştirilmiş uranyum alırız diye düşünen bir akıl maalesef bu ülkede karar verici. Diğer yandan ise devlet şirketi halini alan Cengiz İnşaat çatlak ya da patlak olarak attığı betonun parasını uhdesine alıp bir güzel ekürileriyle paylaşır.
AKP, bazı sermaye çevrelerine enerji üretim hedefi doğrultusunda inanılmaz teşvikler verirken, nükleer enerjiyi de “enerji çeşitliliği” adı altında bu sürecin içinde yedirdi. 2010 yılında dönemin Brezilya Devlet Başkanı olan Lula da Silva ile yine dönemin Türkiye Başbakanı olan Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler’e bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu temsilcileri olarak birlikte İran’a gitmişlerdi. O dönem Uluslararası Atom Enerjisi Başkanı olan Mısırlı Muhammed El Baradey’in, “İran elindeki uranyumu Türkiye’ye göndersin, Türkiye bu uranyumu Rusya’ya göndersin ve dünya rahat etsin” sözleri, birçok noktaya işaret ediyordu. Uranyumun depolanacağı alan olarak ilk önce İstanbul Küçükçekmece’deki Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi belirlenmişti. Ancak Erdoğan, Lula ile gittiği İran’da yapılan görüşmeler sırasında Tv’ler bir altyazı haberi geçti. Bu haberde Erdoğan’ın emriyle Toros Dağları’nda uranyumun depolanacağı alanın bakıldığı bilgisi yer almıştı.
Yine geçtiğimiz yıl çıkan, Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü’nün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik içeren yasayla devlet ormanlarında yeraltında depolama alanı kurulması bedeli karşılığında 29 yıllığına izin verilebileceği yer aldı. Sonuç olarak zemin çatlağı bu süreci durduramaz. Ancak halkın gerçek tepkisi ortaya çıkarılırsa durdurabilir ya da yukarıda belirttiğimiz gibi uluslararası dengeler bu süreci güdük kılabilir.