Yaşamın demokrasi konulu dersinin neresindesin? Dün yaşananları temize çektin mi, kendinden memnun musun? Yoksa kandırdın mı? Neresinden bakarsan bak, başarılı bir seçim sahtekarlığı inşası kan, ter ve gözyaşı isteyen demokrasiye duyulacak güven ihtiyacını kaybettirir. Örneğin, küçücük bir seçim bölgesinde sonucu değiştirmek için minicik bir miktar dolandırıcılık yeterlidir. Seçimin sonucunu etkilemese bile sahtekarlığın açığa çıkması seçmenin demokrasiye duymak istediği güven duygusunu azaltır. He. Orayı geçtik mi? Peki. Aslında dünyanın iri demokratik ya da az demokratik ülkelerinin neredeyse hepsinde seçmen, sandık ve seçilen üçlüsü çerçevesinde gerçekleştirilen demokrasicilik oyunu sırasında cebren ve/veya hile ile üçlünün hepsine birden ya da birine istediğini yaptırma, manipüle etme durumu var. Gücü elinde tutan yapar. Örneğin bunu yapmanın bir yolu, seçimlerden önce fazla sayıda seçmeni etkili olması istenen sandık bölgesine taşımak olabilir. Bunun için geçici ikamet adresleri oluşturma diye bir şey de mevcut. Bazı ülkeler bu durum yaşanmasın diye seçmenin, yaşadığı yerde en az altı ay kadar yaşamış olması zorunluluğunu getiriyor. Ama çağımızda her tür devlet işi bilgisayarlar aracılığı ile gerçekleştiğinden, kişiler elektronik beyin tabakasının içinde çok seçenekli genel soru/cevap kutucuklarına hapsolduğundan, hoş Orwell’in 1984’ünde her şey elle…
Bu da mı değil? Peki.
İnşaat fazlası konutların satılmaması, kiralanmaması durumunda boş adreslere (toplu konutlar gibi) seçmen yerleştirme diye de bir uygulama olabiliyor. Ya da toplu konut satın almaya hak kazanan kişilerin belirli bir partiye oy vermesi şartıyla evler geçici olarak dağıtılabiliyor. Mesela muhafazakâr parti üyesi Shirley Porter, İngiltere’de, Westminster kentinde konsey üyeliğine seçilsin diye böyle bir iş yapmış. 1980’lerin konut skandalı olarak bilinir (Porter politikadan men cezasıyla birlikte devlete 12 milyon İngiliz Sterlin’i ödeme cezası aldı).
Başka bir yoldan da bahsetmek mümkün. Seçim demografisini değiştirmek için göçmenlik yasası da kullanılabiliyor. Örneğin Malezya’da muhafazakâr parti Sabah bölgesinde iktidarını devam ettirebilmek için Filipinler ve Endonezya’dan gelen göçmenlere oy hakkıyla birlikte vatandaşlık vermişti (Detaylı okuma için: Bu tartışmalı sürecin adı Project IC olarak belirlenmiş; arama motorlarında var).
Kendine demokratik diyen bazı ülkelerde belli bir gruba ait insanların (hadi diyelim siyah ırkın) oy kullanma hakkından mahrum bırakılması da olabiliyor. Devletler seçmen kayıtlarına genel engeller getirip, okuryazarlık ve/veya anlama testleri gibi zorunluluklarla etnik bir grubun oy kullanmasının önüne geçiyor. Bilirsiniz, bunlar nerede oluyor. Hem de 1900’lü yılların başından beri…
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bizde olmaz. He.
Her şey yolunda ve namusuyla gitse bile şöyle şeyler de olabilir: Ülkenin bir yanında seçimle gelen yerel yöneticilerin görev yapmaları devlet eliyle alınır, mesela. Yerine iktidar partisi görevlisi atanır (O ne banyoydu ama!) Seçilmiş olanı bir yolunu bulup hapse gönderirler. Orada bulunan halk bu haksız durum karşısında sesini duyurmak için başını kaldırdığında ülkenin başka bir yerinde bulunanlar ses çıkartmayarak demokrasi konulu dersten çakarlar. Bu bir kurtarma sınavıdır. Ya da şövalenin yerini değiştirip, başka yerden bakma zamanı. Ya da damdan düşmeyenin kalmadığı bir yerde haklı ve halklı bir mücadelede buluşma zamanı. Merkeziyetçi yapı karşısında herkes periferide artık. Yapılacak tek şey, sınırlarda var olmak. Dönüştürücü anlamlar orada.