Derazor ya da Deryrizor… Çölün ortasında bir vaha. Adı her daim siyasal çatışmalarla anılan coğrafya. DAİŞ’in Bahoz’daki yenilgisinin ardından sükûnetin hakim olması beklenen Derazor’un adı son günlerde yeniden siyasi çelişki ve çatışmalarla anılmaya başlandı. Kimi bu çatışmaların nedenini Arap aşiretlerin QSD’ye tepkisi, kimi Arapların Kürtleri kabul etmemesi, kimi dış güçlerin kışkırtması diye niteledi. Peki Derazor’da ne oluyor?
Fırat Nehri boyunca uzanan Derazor, yüzölçümü olarak Suriye’nin en geniş vilayeti. Ancak iklim yapısından kaynaklı Suriye’nin belki de en verimsiz toprağı. Bölgede hayata soluk veren neredeyse tek soluk borusu Fırat Nehri. Bir de Habur suyu, ancak Habur son yıllarda yaşanan mevsimsel değişimden kaynaklı yaz ortasında kuruyor. Her iki nehrin kenarlarının dışında geri kalanı neredeyse tamamen çöl ve tarıma uygun değil. Bundan kaynaklı hayvancılık bölgenin en önemli geçim kaynağı.
Buna rağmen Derazor, Suriye tarihi boyunca üzerinde en çok hesap ve plan yapılan, oyun oynanan bir coğrafya durumunda. Neden?
Tek neden petrol. Suriye’nin en iyi, dünyada ise Libya petrolüyle eş kalitede bir rezerve sahip. Derazor’u dünyanın gözünde değerli kılan neden de bu. İşte tam da bu yüzden ne Suriye rejimi, ne Rusya, ne ABD, ne de Batılı güçlerin hiçbiri bu coğrafyadan vazgeçme niyetinde. Tabi bir de Türk devleti. Ancak Türk devletinin esas gayesi Derazor üzerinde hak elde etmekten ziyade, Derazor’un Kürtlerin içinde aktif olduğu bir yönetimin elinde bulunmasını engellemek.
Dünyanın birçok gücünün üzerinde hesap yaptığı Derazor’un siyasi ve demografik yapısı da her türlü hesaba ve oyuna zemin sunuyor. Bölgede bir miktar Kürt, Ermeni ve Süryani yaşasa da çoğunluğu Sünni Araplar oluşturuyor. Onlarda da aşiret bağları, en temel toplumsal bağ olarak kendini koruyor. Son günlerde Derazor’da patlak veren aşiretler sorunu da işte tam da bu nedenle devreye giriyor.
Tarihsel süreçte Derazor’un siyasal yapısı ise her daim muhalif temelde gelişti. Bölgedeki aşiretler Osmanlı İmparatorluğu döneminde imparatorluğa muhalif, Suriye devleti döneminde de Baas Rejimi’ne. Bu durumun kültürel ve mezhepsel nedenleri var. Bunların başında da Birinci Dünya Savaşı’nın halkları, aşiretleri, aileleri parçalayan sınırlar çizmesinden kaynaklı, Derazorlu aşiretler ile Irak’ın Enbar eyaletindeki aşiretler arasındaki akrabalık bağları geliyor. Tabi bir diğer önemli neden ise Suriye Baas Partisi’nin Alevi Arap milliyetçi çizgisine karşılık Derazorlu aşiretlerin Sünni Arap olma gerçekliği. Bundan kaynaklı Derazorlu aşiretler kendilerini her daim Suriye’den ziyade Irak’a daha yakın hissettiler, hissetmeye de devam ediyorlar.
Siyasal olarak da Suriye Baas Partisi’nden ziyade Sünni Arapların öncülük ettiği Irak Baas Partisi’ne daha yakın durdular. Tabi, Suriye Baas Partisi ile fikir ayrılığına düşenlerin Irak’ta aynı ad altında, ama Sünni Arap milliyetçi çizgide ayrı bir Baas Partisi kurdukları gerçeği de hatırlanınca, Derazorlu aşiretlerin Irak’a neden daha yakın durdukları daha anlaşılır oluyor. Ki, DAİŞ’in Derazor’da güçlü zemin bulması da bundan kaynaklandı. Çünkü DAİŞ, Irak’ta ilk saldırılarına başladığında, devrik Baas Rejimi’nden geriye kalanlarla işbirliği yapmış ve onun tabanından yararlanmıştı. Musul’un işgali döneminde de bu açıkça görülmüştü.
QSD güçlerinin Bahoz’daki zaferinden sonra Derazor’un doğusunun tamamen Kuzey-Doğu Suriye yönetiminin kontrolüne geçmesiyle Derazor’a ilişkin yeni iddialar ortaya atıldı. Derazorlu aşiretlerin QSD’yi ve Kuzey-Doğu Suriye yönetimini istemediği, tekrardan Suriye Baas Rejimi’nin otoritesine dönmek istedikleri ileri sürüldü.
Ancak Derazor aşiret gerçekliği ile Suriye Baas Partisi arasında yaşanan onca tarihi, kültürel, mezhepsel ve siyasal çelişkiye rağmen Derazorlu aşiretlerin bölgelerinde yeniden Suriye Baas Rejimi’nin otoritesini isteyebileceği kuşku götürüyor. Bu gerçekliğe rağmen Suriye rejiminin denetimindeki alanlarda bölge aşiretleri adına bir takım toplantılar yapıldı, bazı gruplar sokağa döküldü. Tıpkı Türk devletinin, kim oldukları dahi belli olmayan bir takım kişileri, Kuzey-Doğu Suriye aşiret önderleri adı altında Cerablus’ta toplaması gibi.
O zaman şimdi cılız da olsa, ileride büyüme ihtimali olan bu karşıt seslerin sebebi ne? Derazor’da son dönemde yansıyan rahatsızlıkların altında, bölgede bazı kişi veya aşiret reislerinin DAİŞ döneminde bölgedeki petrolü alıp, ilkel yöntemlerle arıttıkları ve sattıkları, bu dönemde de aynı ayrıcalığı istedikleri gerçekliği yatıyor. Derazor petrolü üzerinden hesap yapan bir tek bölge devletleri ve uluslararası güçler değil, bölgedeki bir takım kişiler de hesap yapıyor. Derazor halkı ile tarihsel ve kültürel olarak tam bir doku ve siyasi uyuşmazlık içinde olan Suriye Baas Rejimi de yaşanan bu durumdan fayda sağlayıp, duruma siyasi bir boyut kazandırarak, Kuzey-Doğu Suriye yönetimi aleyhine bir sonuca dönüştürmek istiyor.
Benzer şekilde Türk devleti de bu aşiretleri Kürtler; Rusya da ABD aleyhine kullanmak için her türlü rahatsızlığı kışkırtıyor. Bu karşıtlık siyaseti Türk devleti, Rusya ve Suriye rejimini Derazor siyasetinde birleştiriyor. Derazor’daki adli bir sorunun siyasal bir sorunmuş gibi abartılarak yansıtılmasındaki temel faktör de bundan kaynaklanıyor. Ancak dış kışkırtmaların önü alınmadığı taktirde Kolombiya’da eroin kaçakçılığı nasıl siyasal bir hal aldıysa Derazor’daki petrol kaçakçılığı da siyasal bir hal alacaktır.