Öcalan’ın çağrısı tarihi önemdedir. Sorunların diyalog ve barışçıl yöntemlerle çözümünü öngörmektedir. Türkiye’nin içine girdiği karanlık tünelden çıkışı işaret etmektedir. İktidar, bir an önce tecridi sonlandırdığını açıklamalı ve açlık grevlerinin bitirilmesini sağlamalı.
Mücahit Akgün
Türkiye’nin 16 Nisan 2016 tarihinde yapılan referandumla görece temsili demokrasinin uygulandığı parlamenter sistemden adına ne denirse densin ancak muhtevası itibarıyla tam diktatörlük rejimine geçti. Ardından yapılan seçimlerin temsili demokrasiyle bile bir ilgisi kalmamıştır. Diktatörlük sistemin kurumsallaştırması ya da engellenmesi denkleminde gerçekleşmiştir. Referandumdan sonrası yaşanan tüm gelişmeler diktatörlük uygulamalarına uygun olmuştur.
Türkiye’nin yeni rejimi son üç yıllık uygulamaları, iki kere ikinin dört ettiği matematik kuralı gibi Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın diğer bölgelerindeki diktatörlüklerin yarattığı sonuçların aynısı olmuştur. Bu sonuçlara kısaca baktığımızda;
Bir: İyi kötü var olan anayasal sistemin tamamıyla ortadan kaldırılması.
İki: Tüm kararların tek bir adamın iki dudağı arasında çıkan söze bağlı olması.
Üç: İnsanların baskı politikasıyla mutlak bir korku imparatorluğuna hapsedilmesi.
Dört: Halkların etnik ve dini kimlikler üzerinden düşmanlaştırılması.
Beş: Ekonomik kriz, yoksulluk ve yoksunluk sarmalının derinleşmesi.
Altı: İktidarın her söyleminin hamasetle süslenmesi ve her kötülüğün dış düşmanlara mal edilmesi.
Yedi: Formalite seçimler yapılsa bile gücü elinde bulunduranın istediğinin hilafına bir sonucun çıkmasına izin verilmemesi. Her yerde kriz Türkiye’nin mevcut durumuna bakan herhangi bir insan yukarıda belirtilen tüm maddeleri bir çırpıda tespit edeceği gibi çok daha fazlasını eklemesi mümkün. Şimdi üç yıldır tam bir diktatörlükle yönetilen Türkiye’nin karşı karşıya olduğu temel sonuçlara bakacak olursak;
Bir: Dış politika çıkmazı. Yeni Osmanlıcılık hayallerine bina edilen dış politika nedeniyle Katar dışında tüm Arap ülkeleriyle sorunlu bir iktidar var. Dayandığı İhvan örgütü darbe üstüne darbe alırken, dünya hegemonu ABD tarafından terör örgütü listesine alınmak üzere.
İki: Türkiye’nin jeo-stratejisinin pazarlaması üzerinden girişilen ABD ve Rusya gibi iki hegemon gücü dengeleme politikası tam bir kıskaca dönüştü. Tercih ne olursa olsun ciddi bir maliyeti olan bir denklemin içine hapsoldu.
Üç: Hayalperest dış politikanın bir sonucu olarak Doğu Akdeniz’de yeni sorun yumağıyla karşı karşıya. Mısır, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs’ın ortaklığıyla Akdeniz’deki güvenlik ve ticaret denkleminin dışına itildi. Misilleme olarak Kıbrıs kıyılarına petrol-doğalgaz araması için bir gemin gönderilmesine Yunanistan ve ABD’den anında tepki geldi.
Dört: Suriye’de Kürtler, Araplar ve ABD ile bir yandan, Şam yönetimi, İran ve Rusya ile diğer yandan karşı karşıya bulunuyor. Yedi düvelden toplanan radikal gruplara dayanarak hala Suriye denkleminde güç olmaya çabaladıkça dünya insanlığının tepkisini ve nefretini de topluyor.
Beş: İç politikada yaşadığı ekonomik, toplumsal ve siyasal kriz zaten biliniyor. S-400 ile F35 dilemmasının ekonomiye etkileri, İran ambargosu muafiyetinin başlamasının yaratacağı etkiler tahmin edilenin ötesinde etkilerde bulunacağı aşikar.
Altı: İktidarın sürdürülmesi için uygulanan baskı ve yasaklar toplumu sosyolojik olarak karpuz gibi ikiye yarmış vaziyette.
Yedi: 31 Mart yenilgisiyle iktidar ortakları ve partileri içindeki fay hatlarını harekete geçirdi. Tüm ülke ve hatta Ortadoğu’ya hükümdar olma hayal edilirken partiyi bir arada tutma rejim sahiplerin önüne yeni bir sorun olarak belirdi.
İki seçenek...
Yukarıda belirtilen maddelere yenileri eklemek mümkün. Ancak önemli olan iktidarın buna karşı nasıl bir tepki vereceğidir. İktidarın bu konuda önünde iki seçenek bulunuyor.
Bir: Tek adam rejiminin yarattığı sonuçları görerek içerde Kürtler başta olmak üzere iç barışı önceleyen, dış politikada AB’nin ipine sarılmak ve ABD ile örtüşen politikalara dönmek.
İki: Devlet içinde Avrasyacı ortak potasında ifade edilebilecek ve son yıllarda devlette belli bir gücü olan yapılarla Rusya’ya angaje politika yürütmek. Bunun için 2015’den beri uygulanan politikayı sürdürmek.
‘Türkiye İttifakı’ söyleminin çöküşü
AKP-MHP rejimi ve irili ufaklı ortaklarının hangi tercihe yakın olduklarına 31 Mart seçimlerinden beri ortaya çıkan işaretler üzerinden bakacak olursak.
Bir: Bu konuda tam bir ortaklığın olmadığı görülüyor. Erdoğan’ın “Türkiye ittifakı” söylemi bu ittifakı genişleterek ve dış politikada Rusya’yı çok kızdırmadan ABD ile anlaşma eğiliminin göstergesi.
İki: Devlet olanakları kullanılarak seçmen kaydırmasıyla birçok belediyenin HDP’nin elinden alınması ve ardından KHK’li kararıyla 6 belediyesinin AKP’ye verilmesi rejimin Kürtlere yönelik mevcut politikasını yürütme niyeti olarak okumak gerekir. Yani ikinci seçeneğin tercih edileceğine işaret.
Üç: İstanbul seçimlerinin iptal edilmesiyle Erdoğan’ın “Türkiye İttifakı” olarak ortaya atılan söylemin berhava olduğunun işareti olarak değerlendirilebilir. Bu da ikinci seçeneğin tercihine işarettir.
Dört: PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 8 yıl aradan sonra avukatlarıyla görüşmesine izin verilmesi önemli bir gelişme. Yani iş barışa evirilebilecek bir politikaya vesile olma ihtimali.
Taktik mi değişim mi?
Türkiye’nin mevcut siyasal atmosferinde Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmesi önemli bir durumdur. Ancak iktidarın bunu hangi saikle yaptığı daha önemli. İç ve dış politikada ciddi bir kriz yaşayan rejimin taktik bir adımı mı yoksa şimdiye kadar sürdürdüğü politikadan farlı olarak yeni bir siyasetin izleneceğinin işareti mi?Birkaç başlık olarak ifade edilecekse:
Bir: Öcalan’ın ve avukatlarının yaptığı açıklamaların içeriğine bakıldığında taktik bir adım olma ihtimali daha yüksek görünüyor.Avukatların açıklamasında işaret edilen kısıtlamalar ve asıl metnin kısa tutulması, iktidarın Öcalan’ın görüşlerinin kamuoyuyla paylaşmasına hazır olmadığını gösteriyor. Politika değişimi niyeti olan bir iktidar Öcalan’ın düşüncelerinin kamuoyuna ulaşmasını kısıtlaması bir yana aksine önünü açması gerekir. Yine ertesi gün aile görüşünün engellenmesi manidar. Bu durum gösteriyor ki iktidarın tecridi bitirmek gibi bir niyeti yok.Avukatların görüşüne izin verilmesinin tek amacı açlık grevlerinin bitirilmesi. Bu da ertesi gün yine tecridin kaldığı yerden devam etmesi anlamına geliyor.
İki: Metinde Öcalan 2013 Newroz’unda açıklanan manifestoya dikkat çekerek, aynı pozisyonda olduğunu ifade ediyor. Öcalan kısıtlı olanaklarına rağmen Türkiye ve dünyanın siyasal atmosferini yakından takip ettiği biliniyor. Öcalan’ı takip edenler hem Türkiye iç siyasetine hem de Ortadoğu ve dünya siyasetine yönelik tespitlerinin ne kadar isabetli olduğunu bilir. İktidarın Türkiye’yi sürüklediği uçurumun Öcalan tarafından görüldüğü aşikar. Bunun yaratacağı sonuçların da tüm Türkiye halkları için bir felaket olacağının farkında.İktidarı hem uyarıyor hem de içine girdiği kapandan çıkma yolunu işaret ediyor.
Üç: İktidarın bu mesajı özüne uygun değerlendirmesi ve halkların sorunlarını çözüm ve diyalogla çözeceği bir yola girmesi umut edilendir. İktidarın demokrasi yoluna giriş olarak ifade edilebilecek böylesi bir meyli hem içerde hem dışarda yeni bir atmosferi yaratabilir. Tek adam rejimi uğruna halkların hapsedildiği bu karanlık tünelden yeni bir çıkış sağlanmış olur. Türkiye başta olmak üzere Irak ve Suriye’de Kürtlerle iyi ilişkilerin sağlanması Ortadoğu’da tüm halklara kazandırır.
Dört: Ancak veriler iktidarın ya da aynı anlama gelmek üzere Erdoğan’ın iktidar bloğu içinde eski gücüne ve halk nezdinde eski kredibiliteye sahip olmadığını gösteriyor. Ortaklık ettiği kesimler meriyetteki politikalar dışında attığı her adımda karşısında duracağı net. Ayrıca Erdoğan’ın da zihniyet olarak onlardan farkı olduğu ya da düşündüğüne dair en ufak bir belirti yok.
Beş: Her şeye rağmen Öcalan’ın çağrısı Türkiye halklarının sorunlarının demokratik yollarla çözümünü öngören bir çağrı olarak iktidarın önünde duruyor. İktidar bu yola meyil eder etmez bilinmez. İstanbul seçimlerinin iptal edilmesi bazı ulusalcıların iddia ettiği gibi Erdoğan’ın Kürtlerle anlaşacağı anlamına gelmez. Aksini ifade etmesi daha önemlidir. Demokrasinin canına okuyan bir iktidardan Kürtlere hayır gelmeyeceğini en iyi Kürtler bilir. Devletin anti-demokratik yüzüyle ilk defa bu düzeyde karşılaşan bazı kesimler belki yeni demokrasinin önemini derinliğine anlamış olabilir ama Kürtler on yıllardır bunun farkında. Halkların yararına olmayan hiçbir adımın tarafı olmazlar. Ancak Türkiye halklarının yararına olacak, demokratik hakların geri alınmasının yolunu açacak adımları da demokrasi kesimleriyle birlikte ortak akıl ve istişare temelinde atmaktan kaçınmaması gerekir.
Son söz olarak Öcalan’ın çağrısı tarihi önemdedir. Sorunların diyalog ve barışçı yöntemlerle çözümünü öngörmektedir. Türkiye’nin içine girdiği karanlık tünelden çıkışı işaret etmektedir.İktidar, bir an önce tecridi sonlandırdığını açıklamalı ve açlık grevlerinin bitirilmesini sağlamalıdır.