68 kuşağının öncü devrimcileri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmesinin üzerinden 47 yıl geçti. Üç Fidan’ı anlatan Ertuğrul Kürkçü, halkların birlikte mücadelesinin temelinin o yıllarda atıldığını söyledi.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 6 Mayıs 1972 tarihinde idam edilişlerinin 47. yılı. “Üç Fidan” olarak Türkiye halklarının mücadelesinde simgeleşen Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i idam sehpasına götüren süreç 12 Mart Darbesi’yle başladı. Nurhak Dağı’nda gerilla mücadelesi başlatan THKO militanlarının yanına gitmek isteyen Deniz ve Yusuf, 16 Mart’ta Sivas’ta yakalandı. Yusuf, Şarkışla’da yaralı olarak, Deniz ise Gemerek’te girdiği çatışma sonucu yakalandı. Hüseyin ise 23 Mart 1971’de Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinde düştüğü bir pusuda yoldaşı Mehmet Nakipoğlu’yla yakalandı. “Üç Fidan”ın 16 Temmuz 1971 tarihinde Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde başlayan yargılamaları 9 Ekim 1971 tarihinde “Anayasayı silah zoruyla değiştirmek” gerekçesiyle verilen idama kararıyla sona erdi. “Üç Fidan” yargılandıkları süre boyunca haklarında hazırlanan iddianameye karşı yaptıkları savunmalarda Türkiye tarihini analiz ederek, bağımsızlık fikrini dile getirdi.
Savcı yıllar sonra itiraf etti
İdamların engellenmesi için kamuoyu nezdinde birçok girişim olsa da tüm çabalara rağmen “Üç Fidan” 6 Mayıs 1972 sabahında Ulucanlar Cezaevi’nde idam edildi. Sonradan daha net ortaya çıkan yargılamanın adaletsizliği, idam kararı veren mahkemenin askeri savcısı Baki Tuğ tarafından yıllar sonra şu sözlerle itiraf edildi: “Elbette ki idam cezası şart değildi. Duruşmalarda eğer birazcık mahkemeye saygılı olmuş olsalardı, bu gençler idam edilmezlerdi. Ancak bu çocuklar mahkemede çok sert, haşindi.” Son sözleri hala güncel “Üç Fidan”ın idam sehpasında haykırdığı son sözleri de Türkiye halkları için halen güncelliğini koruyor.İdam sehpasında Yusuf Aslan, “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler!Kahrolsun faşizm!” dedi. Hüseyin İnan da, “Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım! Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım! Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum! Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler.Kahrolsun faşizm!” diye haykırdı. Deniz Gezmiş ise, “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi! Yaşasın Türk veKürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!Kahrolsun emperyalizm! Yaşasın işçiler, köylüler!” diyerek Türk ve Kürt halklarının mücadelesini ileri boyuta taşıdı.
‘Son sözleri halen devrimcilere ışık tutuyor’
Üç Fidan’ın idamını önleyebilmek için Ünye’deki NATO Radar Üssü’nde görevli iki Britanyalı ve bir Kanadalı teknisyeni kaçıran THKP lideri Mahir Çayan ve dokuz arkadaşının 30 Mart 1972’de Niksar’ın Kızıldere köyünde öldürüldüğü çatışmada yaralı kurtulan dönemin Dev-Genç Genel Başkanı, HDP Onursal Başkanı, eski milletvekili Ertuğrul Kürkçü, 6 Mayıs’ı anlattı. Denizlerin var olan düzene başkaldırarak, devletin sorgulanmasının mümkün olabileceğini gösterdiğini dile getiren Kürkçü, bunun da idamla sonuçlanan süreci başlattığını şu sözlerle anlattı: “Devletin var olma şeklinin sorgulanması düzenin sahiplerinin onlardan intikam almak istemelerinin en önemli motifiydi. Yoksa bugünün koşullarında geriye dönüp baktığımızda cezalandırmaları, ne Türk Ceza Kanunu’ndaki ‘Anayasayı zorla değiştirme’ hükmüne uyuyordu ne de ellerinde bunu sağlayabilecek güç ve imkan vardı. Fakat devlet ve bu kararı verenler için en önemli konu hukuk değil siyasetti; bir isyan örneğinin hukuklu veya hukuksuz ortadan kaldırılmasıydı. O nedenle Denizlerin idamı sırasında Türkiye sağı tam bir ortaklık gösterdi. Denizlerin idam edilmesi sürecinde güç birliği yapanların fotoğrafına baktığımızda şu tabloyu görürüz; iktidardan indirilmiş, Demirel’i deviren askerlerle, Bahçeli’nin Başbuğu Alpaslan Türkeş, Ensarioğullarından Abdüllatif Bey, Feyzioğulları’ndan Turhan Bey, hep bir aradadırlar. İdam kararlarını oy birliğiyle onayladıklarını, silahlı kuvvetlerinin bütün kademelerinin bu süreçte ortak olduğunu ve sağcı basının idamları 27 Mayıs darbesinin bir intikamı olarak değerlendirip, hep birlikte Denizlerin idam edilmesi için el çırptıklarını görürüz.”
‘Mirasçıları şu an iktidarda’
Kürkçü, Denizlerin idam edilişlerinin üzerinden 47 yıl geçmesine rağmen Türkiye’deki genel siyasal tablonun hemen hiç değişmeden kaldığını ifade etti. Denizlerin idamına ortak olanların mirasçılarının Türkiye’de hala iktidarda olduklarını dile getiren Kürkçü, “İdam cezası kaldırıldı ama onlar yargısız infazlarla idam müessesini başka biçimler altında sürdürüyorlar ve her gün yeniden idam cezasına geri dönüş için ajitasyon halindeler. O yüzden tabloya baktığımızda Türkiye’de kurulu düzenin hukuken, siyaseten, ahlaken çok az yol kat ettiğini ve hatta bu açıdan geriye gittiğini, çürüdüğünü söyleyebiliriz. Ancak değişen bir şey de var. Korktukları başlarına gelmiş sayılır. Çünkü Denizler bugün hem aydınlar hem devrimciler açısından hem geniş halk kitleleri tarafından ortaklaşa sahiplenilen, açmış oldukları yol meşru ve ahlaki kabul edilen siyasi simgeler artık. Yeni çocuk sahibi olanların çocuklarına darağacında hayatlarına kıyılan gençlerin isimlerini vermek için can attıkları bir toplumsal kültürel iklim de var” dedi.
‘Kürt uyanışını tetiklediler’
Denizlerin Ankara MerkezKapalı Cezaevi’nin avlusunda idama giderken haykırdığı “Yaşasın Türk veKürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!” sözlerinin hem Kürt halkına hem Türkiye’ye devrimcilerine ışık tutmaya devam ettiğini vurgulayan Kürkçü, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Denizler, Türkiye’de idam sehpasında Kürt ve Türk halklarının ortak mücadelesini dillendiren ilk siyasitutsaklardı. Deniz Gezmiş ve arkadaşları henüz modern Kürt mücadelesinin su yüzüne çıkmadığı bir dönemdeKürt halkının meşru haklarını gündeme getiren insanlardı. Onlar aynı zamanda Kürt halkı arasında da büyük bir uyanışı tetiklediler. Bu açıdan bakılınca, devletin yok etmeye ya da birbirinden ayırmaya çalıştığı halkların devrimci mücadelesini birleştirmek için kendilerini ortaya koymuş olan insanların bu hayatları pahasına emekleri, fedakarlıkları boşa gitmedi. Buradan hareketle, aslında toplumsal ölçekte bir mesafe kat ettiğimizi de düşünebiliriz. Şimdilik, bu mücadele ortaklığı arayışının biricik siyasi karşılığı Halkların Demokratik Partisi’dir. doğan Bu mirası sahiplenen, bundan damarlar içerisinde ilerleyerek gelen siyasi düşünce akımları,toplumsal hareketler, şimdi HDP’de çok sağlam ve güçlü bir karşılık buluyor.”
‘Ahengin gücü’
Denizlerin mesajının önemini her gün daha çok kavradıklarını sözlerine ekleyen Kürkçü, şöyle devam etti: “Ne zaman Türkiye’nin batısıyla Kürdistan arasında sağlam ve ahenkli bir halk mücadelesi zemini oluşursa, o zaman Türkiye’de demokrasi, haklar, özgürlükler ve eşitlik mücadelesinde çok güçlü bir imkan kazanıyoruz. Çok önemli bir yükseliş oluyor. Ne zaman bu bağ zayıflarsa ya da engellenirse o zaman da hakim sınıfların zulmü ve şiddeti büyüyor.”
Şeref madalyası sayarım
Kendisi de Denizlerin idam edilmemesi için bedel ödeyenKürkçü, bu konuda şöyle söyledi: “Ben kendi payıma Denizlerin hayatlarının kurtarılması için hayatlarını feda eden arkadaşlarımızın bir yoldaşı olarak, ömrümün çok uzun sayılacak bir bölümünü cezaevinde geçirmiş olmamı bir şeref madalyası kabul ediyorum.Keşke başarabilmiş olsaydık da arkadaşlarımızla birlikte yaşlanma fırsatı bulsaydık. Onların düşüncelerinden, emeklerinden, gayretlerinden çok daha güçlü bir devrimci hareketin doğmuş olacağından eminim.”