Denizler’e “gençlik önderleri” demek neredeyse adet olmuştur. Değillerdir. Halk önderleridirler. ’68 de bir gençlik hareketinden ibaret değildir, ama Amerika ve Avrupa’daki örneklerinden farklı olarak, devrimci bir halk hareketidir.
Gençliğe önderlik ederek başladıkları doğrudur. Ama hiçbir şey başladığı gibi kalmaz, Denizler’de de öyle olmuştur.
M. Kemal örneğin, cılız da olsa anti-emperyalist bir milli devrimin önderliğini yapmıştır. Ancak tıpkı İttihatçılar gibi, o da başladığı noktada kalmamış, hayat akıp giderken, değişmiştir. İttihatçılar, temel sloganı “İstibdada karşı Hürriyet” olan 1908 demokratik devriminin başını çekmiş, ama iktidarlarındaki zulümleriyle Abdülhamit’i aratmamışlardır. M. Kemal’in anti-emperyalizmi de, Alman yandaşı haline gelen İttihatçılara benzer biçimde, giderek emperyalistlerle işbirliğine, milli devrim karşı devrime dönüşmüş; Türkiye yeniden emperyalizme bağımlı bir ülke haline gelmiştir. M. Kemal’de demokrasi aramak ise boşunadır.
Denizler hep devrimcidirler. Gençliğe önderlik ederek başlattıkları mücadeleleri içinde halkın önderleri haline gelmişler; çünkü yürüttükleri mücadele gençlik hareketine sığmaz olmuştur. Artık Denizleri arayan, onları ya fabrikalarda, sendika odalarında ve grevlerle işçi direnişlerinde ya da köylerde toprak işgalleri ve köylü miting ve gösterilerinde bulabilmiştir. “Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” talebi, “demokratik üniversite” talebinin yerini almıştır.
Bağımsızlık ve demokrasi… Yani: anti-emperyalist ve demokratik bir halk iktidarı için mücadele. Anti-emperyalizmleri ve demokrasi için yürüttükleri savaş, öncelleri gibi emperyalizm karşıtlığından emperyalizmle uzlaşmaya ve yandaşlığa dönüşen bir bitimli kavga değildir; bitimsiz, ömür-boyu bir savaş olmuştur. Nedeni açıktır. Denizler, sosyalizm özlemiyle, “aşağıdan”, sömürülen halkın içinden, sömürü ve zorbalığın ortadan kaldırılması için mücadeleye atılmışlardır. Sosyalizmi, Marksizmi ne kadar özümsedikleri, yöntemlerinin Marksizme ne kadar uygun olduğu ayrı konudur; ama sosyalistlikleri tartışılabilir şey değildir. Üstelik sonradan kimilerinin “reel sosyalizm” adını taktığı modern revizyonizmden, onun Amerikan emperyalizmiyle “barış içinde yarış”, “barışçıl geçiş” gibi karşı devrimci tezlerinden nefret eden gerçek sosyalistlerdendirler. Kruşçev ve Brejnev’e düşman, Lenin ve Stalin’e hayrandırlar.
Hiç parlamentarist olmamışlar, TİP’ten bu nedenle kopmuşlardır. Darbecilik de semtlerine uğramamıştır. Dönemin sosyalizme bulaştırılmaya çalışılan bu iki ana burjuva akımından uzak durmuş, reformlarla düzenin iyileştirilmesini değil, devrimi savunmuşlardır. Kimilerinin kara çalma olarak yakıştırmaya uğraştıkları “darbe yandaşlığı” ya da “darbecilerle ilişkili oldukları” veya Kemalistlik iddiaları yalandır. Bunlar başkalarının nitelikleridir. Denizlerin 12 Mart darbesi karşısında aynı gün yayınladıkları darbeyi faşizmle niteleyen THKO bildirisi net olarak darbe karşıtıdır. Deniz’in son sözü ise ünlüdür ve Kemalizme övgü değildir, “Yaşasın Marksizm-Leninizmin yüce ideolojisi” şeklindedir.
Bildirileri ve son sözlerinin ötesinde, Denizlerin ne olup ne olmadıkları, en başta devrimci kavgalarının başlıca tanımlayıcı unsuru durumundaki anti-emperyalizmleriyle kanıtlıdır.
Darbe ve darbecilik düzen-içi bir etkinlik ya da amiyane tabirle dalavereciliktir. Kemalizm ise bir burjuva ideolojisidir. Darbeciler ve Kemalizm, toplumsal ne de siyasal düzende (devlet) köklü bir değişiklik öngörmez. Kapitalizm kapitalizm olarak kalır, tekellerin egemenliği sürer, devlet burjuva devlet olarak devam eder. Denizlerin Amerikan üsleriyle Türkiye’nin NATO üyeliğine karşı çıkmakla kalmayan anti-emperyalizmleriyse öncelikle sömürü ilişkisi olarak kapitalizme karşıdır. Tekellerin egemenliğinin devrilmesine yöneliktir. Ve devlet kademelerinde darbecilerin generallerin işbaşı yapmaları türünden tanık olduğumuz “değişiklik”lerinden temelden farklıdır. Denizlerin burjuva devletle hiçbir uzlaşma içermeyen iktidar talebi, burjuva devletin yerine halk egemenliğine dayalı yeni bir devletin konması şeklindedir.
Denizlerinki, o nedenle, hala, izlenecek tek yoldur.
Mustafa Yalçıner