Yeni Yaşam gazetesinde bugün itibariyle haftada bir makale yazacağım.
Eskiden kişi yorumlarının olduğu gazete sütununa makale derlerdi. Köşe dönmenin bir maharet haline geldiği zamanlardan beri, makale sözcüğü yerini zamanla “köşe yazısı”na bıraktı. Sistemin fikri kontrol mekanizması olan “Ana Akım Medya”da köşe kapanlar hem parasal, hem de siyasal ranta sahip oldular. Ana Akım dedikleri medya, tehlike zilleri çalmadığı zamanlarda güya özgür tartışmalar yaparken, mesele devletin “bekası” olunca ip gibi tek sıraya geçerlerdi. Geçmiş zaman kipi kullanmamın nedeni aşikar. AKP iktidarıyla birlikte sermaye el değiştirmeye başlayınca Ana Akımı tüpçüler, müteahhitler ele geçirdi. Tek havuzda toplanan medya, haber kovalamak yerine AKP’nin onlara atacağı yem saatlerini kovalayan piranalara ve pelikanlara dönüştüler. Eskinin kelli felli burjuva kültürü almış Ana Akım gazetecilerinin yerini bir avuç doymak bilmeyen pirana ve görgüsüzlükleriyle monşerleri aratan Pelikanlar almış oldu. AKP güncel olarak hangi muhalifi kurban seçtiyse Havuz’a yem olarak onu attı.
Linç kampanyalarıyla siyasete yön verme, derin devlet “hooo” dediğinde hizalanma, 28 Şubat gelenekleri olarak, havuz medyası bünyesinde de çok sevildi, çok takdir ve tatbik edildi.
Yeni Yaşam’da yazmanın ağır bir sorumluluk gerektirdiğini biliyorum. Onlarca yılın emeği… Zulme inat gazetecilikte ısrar etme kararlılığı… Can pahasına fikir üretmekte, yazmakta ısrar etme… Tüm bunlar elbette büyük bir mesuliyet istiyor.
Musa Anter’in aklının aydınlığını hissetmeden, gözaltında kaybedilen Ferhat Tepe’nin büyük bir olgunluk ve ferasetle bu ağır bedeli göğüslediğini bilmeden, on iki yaşında sırtından vurulan Nihat Kazanhan’ın acısını sırtında taşımadan, Emine Ocak şahsında gözaltında evlatları kaybedilen anaların acısını anlamadan Yeni Yaşam’da yazı yazılamaz diye düşünüyorum. Zira bu gelenek, “biz yaşamayı uğrunda ölecek kadar çok sevdik” diyenler tarafından başlatıldı ve öyle de sürdürülüyor.
Sıraladığım bütün olay ve kişileri kavradığımı iddia etmiyorum ama şöyle bir şey var: İspanya’dan Che’ye bir mektup yazan bir kadın kendi soyisminin de Guevara olduğunu, Che’nin büyüklerinin de İspanya’dan göç ettiğini bildiğini ve dolayısıyla akraba olup olmadıklarını merak ettiğini sormaktadır… Che de yanıtında şöyle söyler: “Akraba mıyız bilemiyorum, ama dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan acıları yüreğinizde hissediyorsanız, en azından yoldaş sayılırız ve bu benim için daha kıymetlidir…”
Hukuk ve yargı alanında araştırmalar yaparken “çok acı var, dayanamıyorum” notu bırakarak intihar eden akademisyen Dicle Koğacıoğlu bizlere büyük bir yükü miras bırakarak aramızdan ayrıldı. Devasa adaletsizlik koşullarında insanlara yaşatılan acıların yalnızca izleyicisi olmak, acıları azaltacak söylem ve eylem içinde olmamak zaten Yeni Yaşam çalışan ve okurlarına uzak bir durum. Bu gazetede, bizi denetleyen, bizi gözetleyen, soframızdaki her lokmaya göz diken, ensemizde boza pişiren iktidar sahiplerine inat, sokakta bir duvara “özgürlük” yazarmış gibi, ya da cunta tarafından, stadyumlara doldurulan Şilili devrimcilerin hep bir ağızdan Venceremos’u söylediği coşkuyla yazılar yazmak isterim.
Acılar bize ölümü hatırlatmasın artık. “Acıyı bal eyledik – Sıratı yol eyledik” dedikten hemen sonra “Kardeş kardeş duruşmalı – Koklaşmalı söyleşmeli – Korka korka yaşamak ne” diyebilmeliyiz H.H Korkmazgil gibi. AKP iktidarının en büyük kötülüklerinden biri, korku ve yalnızlık duygusunu derinlemesine topluma yaymak oldu. Korku duygusu Ortaçağda Avrupa’yı saran veba hastalığı gibi insanları sarmış durumda. Korku duygusu, karakteri esir alan korkaklığa evrilmediği sürece gayet insani bir duygudur. Buraya önemli bir not olarak “cesaret bulaşıcıdır” sözünü bırakmadan da geçmeyelim.