Iğdır’da soya üretimini geliştirme projesi kapsamında İl Tarım ve Orman Müdürlüğü tarafından çiftçilere yüzde 50 hibeli tohumluk dağıtımı gerçekleştirildi. Geçtiğimiz yıl deneme amaçlı olarak ekimi yapılan ve yüksek verim elde edildiği iddia edilen soya bitkisinin yaygınlaştırılması için soya ekim alanlarına devlet desteği verilmesini sağlamak amacıyla, Iğdır soya havza desteğine alındı. 694 dekarlık alan için 5.650 kilogram soya tohumunun karşılığı olan 74 bin 580 liranın yarısı yani 37 bin 290 lirası çiftçilerden tahsil edildi. Soya ekimi yapılacak olan yerler ise Iğdır’ın Melekli beldesinin Enginalan ve Yukarı Aratan köyleri olduğu belirtildi.
Soyaya düzülen övgü
İl Tarım ve Orman Müdürü Özkan Yolcu, yapılan dağıtım sırasında, “Dünyayı besleyen 5-6 önemli bitkisel üründen birisi olan soyanın yağı çıkarıldıktan sonra kalan unu ya da küspesi çok besleyici olup, proteince çok zengindir. Bu özelliğinden dolayı gıda sanayisinde bolca kullanılır. Soya tohumlarında yüzde 40-45 oranında protein, yüzde 18-20 oranında da yağ bulunur. Gelişmiş ülkelerin piyasalarında, soyanın sütü, peyniri, filizi, sosu, dondurması, eti, unu, mürekkebi, mumu ve benzinine kadar pek çok soyalı sanayi ürünü bulunabilmektedir” açıklamasında bulundu. Açıklama da son sıraya yerleştirdiği ‘benzin’ vurgusu hemen hemen tüm dünyada soyanın enerji tarımı amacıyla GDO’lu olarak ekildiği ve biyodizel amaçlı olduğu bilinmektedir. Iğdır’da dağıtılan soya tohumu ise ABD’de ıslah edilmiş ve Progen tarafından çoğaltılmaktadır.
GDO’cu şirketler
WordPress web sitesinde ‘Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’ yani GDO’lu tohum üretimi yapan şirketlerin bazılarına yer verilmişti. Bu şirketler: Bayer, Monsanto, Syngenta, Conagra, Advanta, Cargill, Dupont, Aventis, Aqua Bounty, Hazera ve Progen (Özbuğday). En son sırada yer alan Progen (Özbuğday) şirketi yıllık iki bin ton soya tohumu üreten bir şirket. Tarım Bakanlığı sitesinde Progen Tohum A.Ş. tarafından ikinci ürün soya tescil denemelerine alınması için başvurulan adaylardan DERBY, 2007 yılında “ABD’de ıslah” edilmiş. Bakanlığın yaptığı değerlendirmelerde ortalama verim açısından 4. sırada yer alan Progen’in soya tohumunun çiftçiye dağıtılması dikkat çekici.
Düşük verimli soya niçin seçildi?
Bakanlığın Tarımsal Değerleri Ölçme (TDÖ) denemelerinin sonucu; 363.1 kg/da tane verimi ile cd grubunda yer alan Progen’in DERBY soya tohumu, standart çeşitler ortalamasının (381.1 kg/da) yüzde 4.7 gerisinde bir verim potansiyeli göstermiş. Yüzde 18.8 yağ oranı ile standart çeşitlerin yağ oranı ortalamasının (yüzde 19.7) yüzde 4.6 gerisinde. Dekara 70.3 kg/da yağ elde edilmiş ve istatistiki olarak def grubuna girerek 74.8 kg/da olan standart çeşitler ortalamasının yüzde 6.0 gerisinde bir yağ verimi göstermiştir. Yüzde 37.2 protein oranı ile standart çeşitlerin protein oranı ortalamasına (yüzde 39.4) yüzde 5.6 gerisinde bir protein oranı göstermiştir. Verilere bakanlığın sitesinden ulaşmak mümkün. Verim seviyesi düşük bir ürünün niçin seçilmiş olabileceğini anlamak için bakanlığın tarım politikalarına bakmak yeterli olacaktır. Yani tarımı enerji ve madene tercih eden iktidarın bakanlığı da elbette bu yönde kararlar alırken, halk sağlığını umursamasını beklemiyoruz.
Halk sağlığı gündemlerinde yok
Kapitalist üretimlerde yoğun olarak enerjiye ihtiyaç duyulmaktadır. Petrol rezervlerinde giderek yaşanmakta olan azalmaya yanıt ararlarken, tarım üretimlerinin büyük bir kısmını enerji tarımına bağlamanın adımlarını uzun süredir atmaktalar. Dünyada son yıllarda biyoyakıt üretimi 100 milyar litreyi çoktan aştı. Bu büyümenin yakın gelecekte hızlanacağı beklenirken Türkiye sermayesinin de enerji tarımına yönelmenin hazırlıklarını yapmakta olduğu izlenmektedir. Uygulanan tarım politikaları temel gıda ihtiyaçlarının da ithalata bağlandığını göstermektedir. Her türden ürün gümrük, vergisiz olarak ithal edilirken üretici tarımdan soğutulmaktadır. Ortaya çıkan yüksek fiyatlarla ithalatın halkı rahatsız etmemesini hedeflemektedirler. Tarımdan soğuyan üreticiye ise uygulanan desteklerle enerji tarımı dayatılmaktadır.Iğdır’da gerçekleşen desteğin bundan başkaca bir şey olmadığı anlaşılırken, yakın gelecekte üreticilerin sahip olduğu araziler de el değiştirecektir. Tüm gelişmeler bunlara işaret ederken halk sağlığı umurlarında bile değildir.
Biyoyakıt adresi Türkiye mi?
FAO’ya göre dünya nüfusu, 2050 yılında yüzde 60 daha fazla tarımsal ürüne ihtiyaç duyacak. Bu da daha fazla su, gübre ve toprak demek. ABD ile AB arasında iki farklı tarımsal yakıt stratejisi oluşmuştur. Avrupa ülkeleri dünyadaki biyodizelin yaklaşık yarısını üretip tüketirken, ABD ise dünyadaki biyoetanolün yüzde 60’ından fazlasını üretip tüketmektedir. Bu durum enerji tarımı için daha fazla araziye ihtiyaç duyacaklarını göstermektedir. AB, 2020 hedefinde yer alan enerjinin yüzde 10’luk kısmını biyoyakıttan karşılama hedefini, 2012 yılındaki yeni direktifle yüzde 5’e düşürdü. Çünkü önceki hedefi tutturabilmesi için, 20 ila 30 milyon hektarlık araziye ihtiyacı olduğu tahmin edilmekteydi. Bu rakam Türkiye’deki ekilebilir araziye yaklaşık olarak tekabül etmektedir. AB bu ihtiyacı ancak kıtası dışında karşılayabilirdi ve Türkiye buna hazırlanıyor.
Progen şirketi
Progen firmasının web sitesinde yer alan ve kendisini anlatan bölümde, Progen şirketinin Yön. Kur. Bşk. olan Ali Özbuğday’ın şu ifadeleri yer alıyor: “Tarla bitkileri üzerinde (pamuk, buğday, arpa ve soya) yaptığımız “genomik seleksiyon” ve “bitki ıslah” çalışmalarının temelinde de sürdürebilir ve çevresel koşullara adapte yeni, üstün kaliteli ve üretici dostu çeşitler geliştirme ve tarım üreticisine sunma amacı yatmaktadır. Konvansiyonel bitki ıslahının çevresel şartlara bağlı olması ve uzun sürelere yayılması, tarımsal ilerlemenin de yavaşlamasına neden olmakta ve gelecek için büyük kaygılar doğurmaktadır. Bu konuda yaptığımız çalışmalar, ProGen Tohum’un hem ülkemiz hem dünya tohum sektöründe gerçekleşen değişim ve dönüşüme seyirci kalmayıp aktif rol alma isteğinin de göstergesidir.” Bu açıklama Wordpres sitesinin yazarlarının iddialarını doğrulayan nitelikte olduğunu gösteriyor. Özbuğday’ın açıklamalarının devamında, “Daha önce ‘köylü-çiftçi’ olarak algılanan üretici profilinin yerini sanayi odaklı üretimle ilgilenen ‘profesyonel üretici’nin alması tohum firmaları için bitki ıslah çalışmalarını ve sürdürülebilir tarımı öncelikli hale getirmiştir” sözleri ise Iğdır’da soya tohumu ile başlayan sürecin bir süre sonra köylüleri-çiftçileri dışlayarak devam edeceğinin işaretlerini veriyor.
Özbuğday’ın Porgen olarak “genomik seleksiyon” ile bitki ıslahını yapılıyor olması, dünya üzerinde tartışmalı bir durumu gösteriyor. Genomik seleksiyon aslında bir GDO işlemi ve tohum ıslahında Özbuğday’ın dediği gibi konvensiyonel yani geleneksel yolla bitkilerin yaşadığı çevreye uyum sağlamalarının uzun sürüyor olmasından dert yanıp bunu hızlandırmak ve bu hızlandırma işlemi sırasında bitkiye uygulanan yeni genlerin neler olduğu şirketlerce gizli tutulurken, yapılan işlemin tam da bir GDO işlemi olduğu bilinmektedir.
Genomik seleksiyon
Genomik seleksiyon ile elde edilen bitkilerin doğaya salınımı ve tüketimi ile ilgili düzenlemelerle elde edilen bitkilerin GDO olarak sayılıp sayılmayacağı, dolayısıyla bu tekniklerle elde edilen ticari varyetelerin doğaya salınımı ve tüketiminde GDO’lara uygulanan denetimlerin uygulanıp uygulanmayacağı dünyadaki pek çok düzenleme kuruluşunun gündeminde yer alan bir sorudur ve ülkeler farklı yaklaşımlar benimsemekle birlikte düzenlemelerde temel olarak iki yaklaşım ön plana çıkmaktadır.İlk yaklaşımda yeni varyetelerin elde edilmesinde hangi tekniklerin kullanıldığı göz önünde bulundurulmaktadır. Bu yaklaşıma göre eğer yeni varyetelerin elde edilmesinde bitkiye nükleik asitler transfer edilmişse ya da rekombinant DNA teknolojileri kullanılmışsa bu yolla elde edilen bitkiler için düzenleme mekanizması devreye sokulmakta. Bu düzenlemelerin (mevzuatın) uygulanmasında FAO gibi uluslararası kuruluşlar tarafından hazırlanmış olan ya da Cartagena Biyogüvenlik Protokolü gibi anlaşmalarda yer alan tanımlamalar ve yönetmelikler esas alınmaktadır.
Uygulanan tekniğe göre düzenlemeleri temel alan bu yaklaşım Avrupa Birliği, Arjantin, Brezilya ve başka birkaç ülke tarafından daha benimsenmiştir.İkinci yaklaşımda ise uygulanan teknikten çok ortaya çıkan ürünün sahip olduğu risklere yani meydana getirilen yeni özelliğin potansiyel riskine ve bu özelliğin insan sağlığına ve doğaya zarar verip vermeyeceğine odaklanılmış. ABD ve Kanada ürün temelli bu ikinci yaklaşımı benimsemiş ve düzenlemelerini bu çerçevede yapmakta oldukları belirtiliyor. Her iki yaklaşımda canlıların genlerinin birbirine aktarılma noktasında bir sorun görülmemektedir. Yani canlıların genleriyle istedikleri gibi oynadıklarını zaten kabul etmektedirler. Geleneksel tarım üretimlerini birer sanayi üretimi haline getirmenin kapitalizmin başlıca hedefi olduğu bilinmektedir. Uygulamalar tarım üretiminin tekeller eliyle yapılmasını sağlamak için önemli bir hedef içerir. Diğer önemli hedef ise tarım üretimi yapan çiftçileri tohum tekellerinin kölesi haline getirmek ve toprağı da aynı biçimde ürettikleri tohum ve ilaçlarla bağımlı kılıp onu da köleleştirmektir.