Emre Caka/İstanbul
Türkiye, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’ne karamsar bir tabloyla giriyor. Basın tarihinin en baskıcı dönemlerinden biri. İktidarın ‘medya’ tekeli yüzde 90’ların üzerinde. Sadece tekelleşme değil, gazetecilik meslek olarak artık neredeyse suç kapsamında. Yüzlerce gazeteci yaptığı haberlerden dolayı cezaevinde. Kapatılan basın kurumu sayıları ürkütücü. Ama bu tekelleşmeye rağmen iktidar yanlısı basın etkili olamıyor, inandırıcılığını kaybetmiş, artık neredeyse medya ve gazetecilik dışı kategorideler. Muhalif veya toplum odaklı kamuyu bilgilendirme görevini yapan basın ise baskı, tutuklama ve kapatma tehdidi, ekonomik zorluk, sansür, oto-sansür başta olmak üzere bir dizi ağır sorunla boğuşuyor. Yine de toplumun önemli bir bölümü olanlardan haberdar olma, doğru bilgiye ulaşma kanalı olarak özgür basın mecralarını kullanıyor. Yıllarca ana akım denilen medyada çalışan, burada önemli izlere imza atan ve kamuyu bilgilendirme görevini ‘egemen’ medyanın içinde de ifa eden usta gazeteci Tuğrul Eryılmaz ile basının halinden müziğe, siyasete memleket halini konuştuk. İşte Eryılmaz’ın kimi acı, kimi muzip cevapları…
3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü. Türkiye’de ise birçok gazete ve televizyon KHK ile kapatıldı, yüzlerce gazeteci cezaevinde…
Dünya basın özgürlüğü olarak Türkiye ise özgürsüzlük günü olarak kutlamaya hazırlanıyor. Ben 1975’te TRT’ye başladım, hayatımda bu kadar çok gazetecinin içeride olduğu, içeride olmayan gazetecinin de kendilerine fena halde sansür uyguladığı, buna karşılık gazetecilik ile hiç ilgisi olmayan ‘Dangalağın’ dangalak diyeceğim… Hükümet sözcüsü gibi sürekli propaganda yapması tamamen her şeyi birbirine karıştırdı. Türkiye basın özgürlüğü olarak en kötü ülkelerden biri, bunu biliyoruz. Ama bir yandan da kendisine gazeteci diyen tuhaf insanların ‘Onu asalım’, ‘Bunu keselim’ diyen gazeteciler, gazeteci midir? Nasıl gazeteci diyeceğiz? İnanılmaz bir ‘özgürlük’ var! Otoriter rejimlerde durum tamamen böyle olur ve Türkiye’de ciddi anlamda bir otoriter rejim var.
Şunu diyebilir miyiz, 70’lerden, 80’lerden daha da baskıcı bir rejim var?
Tabii… Daha da kötüsü bu durum bize de geçti aman şuna dikkat edeyim, aman buna dikkat edeyim. Esas görevimizi unutturdular. Bizim bir tek görevimiz var kamuoyunu olan bitenden haberdar etmek! Bu kadar basit. Biz demiyoruz ki Türkiye’nin bütün sorunlarını çözelim, harika ideolojik tespitlerde bulunalım falan. Hayır arkadaş bizim istediğimiz belli; bize izin verin ve kamuoyu, Türkiye’de ne olup bitiyorsa bilgilendireyim, aktarayım. Buna bile izin verilmiyor. Ya bendensin ya da karşımdasın mantığı var. Ve ben bu yaşımdayım böyle bir şey görmedim.
80 Darbesi buna dahil mi?
80 darbesi de dahil, düşün gerisini! O zaman bile bir sene sonra yavaş yavaş başladık muhalefete. O zamanlar Nokta’daydım. Sadece biz değil herkes yazmaya başlamıştı. Baskıcı rejim elbette her dönem oldu. Bir şey yasaksa gazeteci kıvraklığını kullanarak başka taraftan haberleri büyütüyorduk. Şimdi sadece köşe yazarları geliyor akla. Aslında bu işin aslı muhabirdir-editördür. Şimdi birçok kişi yazar oldu. Yandaş basından bahsediyorum özellikle. Utanç duyuyorsun gerçekten eline aldığın zaman.
Gazeteci özgür müdür sorusu olacaktı ama bu anlattıklarınız üzerinden soru boşa çıktı sanırım?
Boşa çoktan çıktı, böyle bir şey olamaz. İnsanlar korkarak yazıyor. İçeride onlarca, yüzlerce insan var. Yav sen ne yapıyorsun? Neden bu insanlara bunları reva görüyorsun? Bütün hikaye ney aslında biliyor musun? Anlatayım; Bu rejimin derdi, ana akım medyanın makul durmaya çalışan, bak makul diyorum muhalefet dahi demiyorum. Hürriyet ve Milliyet’e dahi tahammül edemedi. Tek derdi bu. Kurumları mahvetmek. Kendi kurumları da yok, haliyle onun yerine bir şey koyamıyorlar, yapamadıkları için de makul olanları himayesi altına alıyor. Acıklı değil mi sence bu durum. Türkiye’nin her alanında olduğu gibi gazeteciliği de vasata çekiyorlar ve çekmeyi de başardılar. Açtığın zaman gazeteyi Maliye Bakanı’nın muhteşem sözleri, Cumhurbaşkanı onları mahvetti, şöyle yaptı, böyle yaptı… Yahu böyle gazetecilik yok, yok! Elin gazetesini alırsın İngiltere’de muhafazakarları tutan, muhafazakarlara ciddi eleştirilerde bulunur. The Telegrapha’da ağır eleştiriler görürsün ya da liberal sol dediğimiz Guardian aynı şey… Yani özetle Türkiye’de ana akım gazeteleri dahi bitirdiler. Korku imparatorluğu kurmaya çalışıyorlar, korku ruhu öldürür derler ve bunu yapıyorlar.
Nasıl görüyorsunuz peki geleceği?
Elbette gazeteciler de kendilerine bir çıkış yolu bulacaktır. Gazetecilik zeka da gerektiren bir şey. ‘Nasıl ben bu işin altından kalkarım’ demek zorundayız. Şuan engelleyemediğini hapse atıyor, işten attırıyorlar… Önceden gazetelerden iki kişi, üç kişi işten atıldığı zaman gazetelerde kıyametler kopardı. Şimdi bırak işten atılmayı hapse atılıyorlar, ses yok. Misal Nazlı Ilıcak bu ülkenin en bilinir gazetecileri bunlar ne yapmış olabilirler de yıllardır cezaevindeler? Ne yaptı bu insanlar? Misal daha yeni olay, linç girişimi! Nasıl kıyamet kopmuyor ülkede şaşırıyorsun sonra dönüp baktığında şarlatanlar köşelerinde ‘sallandırmak lazım’, ‘öldürmek lazım’ yazınca nedenlerini anlayabiliyorsun. Gerçekten çok korkunç durum.
Gazetecilerin bu dönemde işleri çok zor. Kamuoyuna bilgi vermek ile mi uğraşacaksın, baskılarla mı uğraşacaksın, gerçeğin peşinde mi koşacaksın, ekonomik kaygılarınla mı boğuşacaksın, yoksa gazeteci demeye bin şahit insanlarla mı uğraşacaksın? Misal iktidar ve yandaş medyası sürekli olarak da seni, beni, pazarcıyı, bakkalı herkesi muhalif olarak seçiyor. Yahu ben gazeteciyim doğruları söylüyorum, doğruları söylemek muhalefet demek değil ki, doğru demek! Ekranlarda konuşan insanlar görüyorum, bir çoğunun adını ağzıma dahi almak istemiyorum, gerçekten bunları gördükçe Türkiye adına utanıyorum. Yazık ediyorlar bu ülkeye. Yapabildikleri, başarabildikleri hiçbir şey yok. Kahvehanelerde dahi mantık var o çerçevede konuşulur. Bunların yaptığı tamamen “Çok yaşa padişahım” başka da bir şey değil.
Bugün gazetecilik yapmak çok zor gerçekten. Çok da dirensinler de diyemiyorum maalesef çünkü insanlar yaşamak da zorunda. Aşık oluyor, para kazanmak zorunda kalıyor ama çok iyi bir meslek gerçekten direnebildiği kadar dirensinler. Çünkü bu böyle gitmeyecek. Dünyanın hiçbir yerinde baskıcı otoriter rejimler sonsuza kadar kalmamıştır, kalamaz. Şunu söyleyebiliriz bu dünya Sultan Süleyman’a kalmadı!
Seçimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Siyasal analizler yapacak yetkim yok, böyle de iddiam yok ama dışardan bir göz olarak şunu diyebilirim; halk öyle zannedildiği gibi ayakta da uyumuyormuş. Ultimatomu verdiler. Özellikle büyük şehirlerin kaybedilmiş olması beni ümitlendirdi açıkçası. Ama bir taraftan da ciddi anlamda canım sıkılıyor. Seçimlere Kürt nüfusunun çok ciddi etkileri oldu ama hala sanki uzaylı gibi davranıyorlar. Hala çok ciddi görmezden gelme durumu var. Bilmem kaç milyon insanı dışarıda bırakarak, görmezden gelinerek bu sorun çözülebilir mi?
Tecrit? Korkunç!
Bu çok üzüyor beni, mutlaka engellenmeli. Keşke elimde bir sihirli değnek olsa ve bu duruma son verebilsem. Çünkü biz yaşamalıyız. İş rakamlara dönüştü. Bilmem kaç kişi gözaltında, bilmem kaç kişi tutuklu… Rakam değiliz biz insanlardan bahsediyoruz, çocukları var, sevgilileri var… Dehşet bir durum gerçekten insanlar ölüyor, tutuklanıyor, insanlar! İnsan hikayelerini unutmuş durumdayız maalesef, siyasal dengelerdeyiz sürekli. 20 yaşındaki bir genç nasıl oluyor da ölümü seçiyor, ne yapıyoruz biz ya da ne yapmıyoruz? Bu şu kadar basit; ben o insanların çok değerli olduğunu ve mutlaka yaşamaları gerektiğini düşünüyorum. Bu hayatta insan hayatından daha önemli bir şey yoktur kardeşim. Ama tabi o hayatta insanca yaşamak için bir takım özveriler gerektirir ama bu ölüme gitmeli mi emin değilim.
Kitabınızda Bowie’den bahsediyorsunuz konser sonrası saçlarınızı onun gibi boyatmışsınız. Sonrasında var mı böyle isimler keyif aldığınız?
Valla ben kaldım o dönemde. Rolling Stones, Bowie, Beatles… Bu dönem rock müziğin zirvede olduğu zamanlar ve biz bunlara yetişebildik. Tabi ki bizi bu kadar derinden etkilemesinin nedenlerinden biri de bu grupların hayata dair söyleyecekleri bir şeyler vardı. Bu siyasal ortamda medya kadar sanatta çok etkileniyor. Otoriter, baskıcı bir rejim altında yaşayan herhangi bir ülkede ne doğru dürüst gazetecilik yapılabilir ne sanat yapılabilir. Özgürlüksüz yapılamayacak şeyler bunlar.
Şuan çalışacak olsaydınız daha doğrusu gençliğinize dönecek olursak hangi yayın organını seçerdiniz?
Şuanki aklım ile geri dönünce bir yerde çalışamazdım ama sen bana dersen ki ‘Kendini zorla ve o genç yaşına düşünce olarak da ulaş’ işte o zaman gözümü karartıp Yeni Yaşam gazetesi, sizin gazeteye girerdim. Bir de Evrensel’i ekleyebilirim bunun yanına. Bu ikisinde gözümü karartıp çalışırım. Muhabirlik olarak da internet olması açısından, sıcaklık olarak Gazete Duvar, Diken veya T24 muhabiri olmak isterdim.
Keşke dediğiniz röportajlar?
Türkiye İşçi Partisi’nden Behice Boran ile uzun bir röportaj yapmak isterdim. Behice hanıma çok haksızlık ettiğimizi düşünüyorum gençliğimizde. Çok isterdim şimdi oturup karşısında saatlerce konuşmak. Herkes gibi Yılmaz Güney. Tamamen sinema ve siyaseti karıştırarak, neden böyle oldu niçin böyle oldu diye onunla konuşmayı çok isterdim. Eeee, bir de o zamandan beri ona çok şiddetle karşı olduğum halde Türkiye solunda çok etkisi olan Doğan Avcıoğlu ile çok konuşmak isterdim.
Yön Dergisi ve Devrim Dergisi üzerinden konuşmak isterdim. Hem düşünür hem siyasetçi. Ne kadar çok soru sorulabilir bu isimlere. Günümüzde ise Selahattin Demirtaş ile oturup şöyle bir bütün gün konuşmak isterdim. Bütün gününü yaşamak isterdim. ‘Sen nasıl birisin ki biz seni bu kadar çok sevdik? Nerden çıktın bir anda’ tombul tombul otur karşımıza anlat. Nasıl becerebildin sana bu kadar uzak olacak insanları bile ikna ettin. Yaparım belki daha o da çıkar cezaevinden. Okur senin röportajını belki der ki, “Ben şu moruğu bir çağırayım” belli mi olur. (Gülüşmeler) Mesela aklıma gelmişken söyleyeyim Marks ile saatlerce, günlerce konuşmak isterdim. Okuduğumuz kadarıyla her şeyi sorardım. Sen nasıl yazdın bunları, nasıl oldu diye…
Sezen Aksu, Duman, Mor ve Ötesi
Mesela Türkiye’den üç müzisyen desek?
Açıkçası Türkçe şarkılar ile pek aram yok. Ama Sezen Aksu, Mor ve Ötesi ve Duman’ı dinliyorum, albümlerini de aldım. Aslında orada da ciddi bir sıkışmışlık var o yüzden tahammül edemiyoruz. Nasıl ki birçok gazete ve televizyon programına tahammül edemiyor, yandaş olarak yorumluyorsak aynı durum sanatta da var. Her alanı nefessiz bırakmaya çalışıyorlar. Zaten kendisine sanatçıyım diyenler şarkı programlarının koltuğuna oturmuş durumda.
Unutamadığınız bir anı?
90 ya da 91 yılında Nokta’nın Yayın Müdürü olmuştum. Ecevit ile konuşma yapılacak ben gideyim dedim. Kalktım Ankara’ya geçtim uçak ile. Oturduk masaya o zamanlar teyip var tabi. Ben soruyorum Ecevit cevaplıyor. Kalktım geldim İstanbul’a sonra hataya bak sen, kayıt yapmamışım! Hayatımda yaptığım en kötü röportajdı. Aklımda kalanları yazdım ama hepsini yazamıyorsun da çünkü bazı durumları kelime kelime yazman lazım. O bana şunu öğretmişti gazeteciliğimin 15. yılında bu iş aynı zamanda bir zanaat.
Sorun oldu mu peki?
Ne olacak dünyanın en kötü röportajını yapmış oldum (Gülüşmeler)
Ecevit ile?
Ne sorun olacak çünkü söyledi bitti her şey genel geçer şeyler yazdım bitirdim röportajı.
En keyif aldığınız röportaj?
Türkan Şoray. Çok zorlandığım halde bundan çok keyif aldım, çok da beğenirim. İki gün sürdü röportaj, Şoray’ı konuşturmak oldukça zor. Gittim olmadı sonra tekrar gittim. Bitmiyor röportaj. Türkan Şoray çok kibar bir kadın hem seni üzmemek için uğraşıyor hem de çok fazla seçiyor kelimelerini.