Bugün bütün dünyada bir umutsuzluk hali var ve bu hal her gün daha da çoğalarak yayılıyor.
Insanlığın bu hali ruhiyesi geleceğe dair umudu da her geçen gün biraz daha tekinsiz bir evreye doğru sürüklüyor. Bazılarımız nostaljinin iflah olmaz kuytusunda çocukluktan kalan masallarımızdaki bilge ve erdemli kahramaları arayıp duruyor.
Gerisi ise tamamıyla umutsuz ve idolsüz bir şekilde çağın ruhsuz hızını yakalamak kaygısıyla ömür tüketiyor. Yeni bir zaman ve mekan algısı olarak karşımıza çıkan bu tasasızlık, her geçen gün toplumsal hayata sirayet eden yeni bir “yaşam fıtratına” dönüşüyor. Ortak değerler yerine kendi bireysel yasasının mutlak aktörü gibi davranıp başkalarının çizdiği çemberin içine kayarak etkin birey olma vasıflarını tamamıyla yitiriyorlar. Etkin birey yitimini yaşarken yeni bir değerler koduyla kendilerini normatif olanın yerine ikame ediyorlarmış gibi bir algıyla hareket ediyorlar. Oysa algısal olarak öyle olsa da, olgusal bağlamda hem toplumsal mücadele alanından hem de geleceği umut etmekten uzaklaşıyorlar. Bu kopuş zamanla çağın yeni bir kaybı olarak kendini nüksettiriyor.
Zamanla toplumsal bir nevroz haline dönüşen bu etkin olamama durumu bireyin umut etme ve hayal kurma yetisini tamamıyla elinden alıyor. Böylece başkaları tarafından çizilen yolların esaretine düşme hali, çağın belirgin özelliklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Eşyanın tabiatı gereği böylesi bir bölünmeyi yaşayan bireyler ister bilinçli ister bilinçsizce olsun umuttan, hak aramaktan, adaletten ve merhametten uzak kalırlar. Hatta zamanla umutsuz, erdemsiz, zalim, hırslı ve kindar olmaya doğru evrildikleri gözlenmiştir. Bu hakikate katılma ihtimali bile, bireyin içinde olduğu bunalımın ne kadar derin olduğu gerçeğini karşımıza çıkarıyor. Bu umutsuzluğu aşmanın yegâne seçeneği hiç şüphesiz toplumsal mücadele alanıdır. Lakin insan etkin özne olarak verdiği mücadeleyle bizatihi kendi tarihinin öznesi olabilen tek varlıktır.
Çünkü kendi değerlerini insanlığın değerler merkezi üzerine inşa etmeyen hiç kimsenin ne kendi tarihinin öznesi olma ne de erdemlik mertebesine yükselme ihtimali söz konusu değildir. Ancak bu bağlamı aşan bir bağlamla cesaret, ölçülülük, bilgelik ve adalet kavramı asıllarının bulunduğu idealar dünyasına temas eden ve bu idealar mücadelesi üzerinden erdeme erişme yolunu açabilir.
Nitekim aklın bedeni denetimi altına alma hali ancak bu sayede ortaya çıkabilmiştir. Umut insanın etkin varlık olarak düşünmeye başlayıp geleceği tasarlama halinin en yaratıcı biçimidir. Varlığın ilk evresinden itibaren insan her zaman kesintisiz bir biçimde umut etme çabası içinde olmuş ve bütün zorluklara rağmen bu yörüngede dinamik bir mücadele vermiştir. Buna göre insanın her varlık anı kesintisiz bir biçimde umut etme ve varlık mücadelesiyle iç içe gelişen diyalektik bir döngüdür. Onun için her gözlerimizi kapadığımızda ninelerimizin hüzünlü ve kederli ninnileriyle irkiliyoruz döngünün bu ikliminde. Çünkü yaşadığımız topraklar her ne kadar kardeş masalları ve ortak ninnilerin toprakları olsa da, yaşadıklarımız umut ettiklerimizden farklıydı.
Bir önceki yüzyılın yıkımı ve savaşının dehşeti gibi olmasa da, toplu yıkımlara ve etnik kıyımlara yol açacak yeni bir dönemin başlangıcında olduğumuzu tekrar anımsamalıyız. Hiç şüphesiz bu yeni yıkımların ve kıyımların açacağı yol, tarihte olduğu gibi bugün de yine birilerinin amaçlarına giden yoldur. Böylesine korkunç bir yola izin vermeme ve bütün levhaları bir bir söküp atmanın bir erdemlilik beyanı olduğu muhakkaktır. Bu beyanı ancak umutla, imanla ve irfanla yapabiliriz.
Bu yol cesarettir, geleceğe dair yeni bir umuttur ve barışa giden yoldur. Üzerinde yaşadığımız topraklarda yaşadığımız acıların ortak hatrı için barışın yoluna taşlar döşeme insanın en umutlu halidir. Yaşadığımız onca korkunç acıların, üzüntülerin ve sıkıntıların tekrar yaşanmaması için nefeslerinin terbiyesiyle erdemleşenlere omuz vermek etkili bir duruştur. Bu duruş yaşam hakkını savunmaktır, ölüme dur demektir.
Büyük emeklerle bugüne gelen kültürel mirasımızın ve birikimlerimizin yok olup gitmesine sebep olan savaşların karşısında olmak, erdemli bilgelere ses vermektir. O yüzden kendilerine “büyük halk” diyenlerin “küçük gördükleri” halklara büyük acılar yaşatmalarına izin vermemek, erdeme açılan bir ışık kapısıdır. Bir önceki kuşaklar bunu yapamadıkları için bu topraklar felaketler gördü ve umutlar öldü. Yarınlara açılan yeni ışık kapıları için yüce bilgelerin ve erdeme erenlerin umutlarına omuz vermek gerek.