Tarih boyunca insanlığın gördüğü despotlar çeşit çeşittir, lakin ortak yanları da az değildir. İflah olmaz bir ahmaklık halini bu ortaklıkların başında sayabiliriz.
Birçok konuda zekidirler, kurnazdırlar, laf ebeliğinde üstlerine yoktur, şeytana pabucunu ters giydirmek gibi maharetlere sahiptirler, hayal güçleri geniştir, türlü türlü gaddarlıklar icat etmekte sınır tanımazlar, ama işte o ahmaklıkları baki kalır.
Cahil asla değiller, hele dünyada en kanlı izler bırakmış olanları sanatla, kitapla falan ilgilidir. Resim eğitimi alan Adolf Hitler’in “Kavgam”ı, Benito Mussolini’nin -Giovanni Gentile ile birlikte yazdığı- “Faşizm Doktrini” gibi eserleri, Muammer Kaddafi’nin “Yeşil Kitap”ı, Türkmenbaşı Saparmurat Niyazov’un heykelini bile diktiği “Ruhnama”sı vardır mesela. Saddam bile şiirler, hikâyeler yazmıştır, ülkesi işgal edilmeden bir gün önce son romanının son cümlelerini yazmakla meşguldür, kızının anlatımına bakılırsa.
Diktatörün ‘makbul’ olanı kitap yazanı, şiir düzeni, ölümsüzlüğü arayanıdır, tarihteki örneklere bakılırsa. O yüzden sanata meyletmemiş, bilgi birikimi kitap özetlerinden ibaret olup kendi kitabını yazmayı akıl edememiş despotları çok ciddiye almamak lazım belki de.
İşte tüm bu maharetlerine ve mesleklerindeki engin tecrübeye rağmen, despotlar ahmaklıkla malûldürler. Ama en ahmak adımlarını genellikle kariyerlerinin sonuna saklarlar.
Biraz kafa karıştırıcı görünebilir, ama Matthijs van Boxsel’in “Aptallık Ansiklopedisi”inden bir alıntıyla kapatalım bu bahsi:
“Her politik sistem totaliterliğin baştan çıkarıcılığını bilir. Ancak tam bir akılcılığa gayret etmek, her türlü yapının er ya da geç yüz yüze geldiği aptallık ve sistemi karikatürleştirerek küçük düşüren, ele geçirilemeyen delilikle güç kaybeder. Seçimlerin yozlaşmasıyla bir anarşi ortamının oluşması ve demokrasinin sonunun gelmesi tehlikesi mevcuttur. İktidar koltuğu uzun zaman boş kalmamalıdır.
Diğer yandan da demokrasi aptallık olmadan işlemez. Bir kişinin iktidarı ele geçirerek kendisini hükümdar ilan etmesiyle düzeni boğucu bir diktatörlük haline getirmesi tehlikesi de vardır.
Kısacası, demokrasi panik ve yabancılaşma tehdidi altındadır; uyuşukluğun bu şekli, etimolojik olarak ‘aptallık’la ilgilidir. Fazla aptallık deliliğe, az aptallık ise uyuşukluğa yol açar. Kısacası aptallığı kabul ederken bile aptallığı uzak tutmak gerekir.
Demokrasi çıkmazından aptallığa izin vererek kurtulabiliriz. Anayasal Monarşinin yegane çıkış yolu buradadır.” (s. 149, Çev. Gül Özlen)
Demokrasi çıkmazını tartışmayı sonraya bırakalım. Şunu demek gibi bir şey: Şimdilik kanser hücrelerinin yayılmasını durduralım hele, modern tıbbın yöntemlerini, açmazlarını tartışırız yeri gelince.
Çünkü faşizm insanlığın kanser hücreleridir; uygun şartları bulunca insanlık bünyesinde hızla yayılan, engellenemez gibi görünen habis tümörler gibidirler. Ama bazen ‘bir oyluk canları’ vardır.,,