Bugün 1 Mayıs: emeğin birlik, mücadele ve dayanışma günü. 8 Mart’ın özgürlük türkülerini, Newroz’un coşkusunu 1 Mayıs’ın direniş ruhuyla birleştirerek alanlara akacağız. Demir kapılara, beton duvarlara aldırış etmeden direnişe biz de katılacağız. Emeğin hakkını, barış ve özgürlük taleplerimizi hep beraber haykıracağız. Birileri koltuk derdine düşedursun, biz toplumsal ittifakı 1 Mayıs alanlarında kuracağız.
Tüm emekçilerin, ezilenlerin, ötekilerin, hak ve özgürlük arayanların 1 Mayıs’ı kutlu olsun.
★★★
CHP Lideri Kemal Kılıdaroğlu’na yönelik saldırı, içinde bulunduğumuz siyasal ve toplumsal atmosferi anlamak açısından son derece önemlidir. Eğer bu saldırı bir provokasyon ise “kim neden tertip etti” sorusu, eğer değilse “toplum bu noktaya nasıl getirildi” sorusu önem kazanıyor.
Eğer toplum bu noktaya getirildiyse “bu ülke nereye gidiyor” sorusu çok daha önemli. Aslında bu sorular, birbirini tamamlayan sorular. Saldırı sonrasındaki siyasal söylemlere ve yaşananlara bakılınca, bu saldırının organize olduğu ama toplumsal zeminin de böyle bir organizasyona müsait olduğu anlaşılıyor. Yoksa bırak parti genel başkanını, devletin güvenlik bürokrasininin en tepesinde bulunan kişilerin katıldığı bir cenaze töreninde bu olayları önleyebilecek güvenlik tedbirlerinin olmadığına inanmak için saf olmak gerekir. Anlaşılan tepkilerin büyümesi, fiziki saldırıya hatta linç girişimine dönüşmesi beklenmiş, en sade yorumuyla.
Peki neden?
İlk akla gelen, kaybedilen büyükşehir belediye başkanlıklarının öfkesini kusmak olabilir. Ama mesele bundan ibaret değil. Asıl mesaj “yarına” dairdir.
Ne yazık ki savaş, ölüm halklarımızın canını yakarken, birileri bu büyük acıların üzerine iktidarını bina ediyor. Bir zamanlar memleketin en önemli siyasi polemiği “Sivas’ın ötesine” geçip geçmemekti. Bugünün muktedirleri, diğer siyasi partileri “Sivas’ın ötesine” geçemedikleri için eleştiriyor, kapsayıcı olmadıklarını söylüyordu. Şimdi ise “Sivas’ın ötesindekilerle diyalog kurarsan Ankara’da dolaşamazsın” diyorlar.
Nereden nereye gelindiğini bundan daha iyi anlatan bir durum olamaz. Bölünmekten mi korkuyoruz? Sivas’ın ötesi ile Ankara’yı karşı karşıya getirilen bu zihniyetten daha tehlikeli bir bölücülük olabilir mi?
Acılı ailelerin, insanların duygularını “gaz sıkışmasına” benzetmek de toplum mühendisliğinin son aşamasıdır. Ya “beka” ya “ölüm” ikilemi arasına sıkıştırılan toplum üzerinde mühendislik yapılıyor. İnsanların acıları üzerine “ya bendensin ya düşman” algısı inşa ediliyor. Neden hem “beka” hem “yaşam” olmasın?
Neden hem “farklılıklarımız”, hem “eşitlik” ve “demokrasi” olmasın? Neden ortak bir yaşam ve barış olmasın? Soru soran bir toplum, doğru cevabı da bulacaktır. Yoksa iktidar hesapları arasında telef olup gideriz.