Bugün işçi sınıfının birlik ve mücadele günü 1 Mayıs. Ucu ta 19. yüzyıla kadar giden bir büyük gelenek sürüyor. Bugüne kadar büyük bedellerle gelindi ama. Dünyada ve bizim coğrafyamızda…
M. Ender Öndeş
“Eğer bizi asarak işçi hareketini ezebileceğinizi sanıyorsanız -ki o hareket haksızlığa uğramış milyonların, yokluk ve sefalet içinde çalışan ve yaşayan milyonların, ücretli kölelerin hareketidir- eğer böyle düşünüyorsanız, asın bizi! Bir kıvılcımı söndüreceksiniz, ama orada, önünüzde ve arkanızda, her yerde alevler parlayacak. Bu bir yeraltı yangınıdır. Ondan kurtulamazsınız.”
11 Kasım 1887’de idam sehpasına çıkarılan anarşist işçi önderlerinden August Spies, böyle diyordu. Bir kehanet gibiydi bu sözler. Neredeyse yüz otuz yıl sonra, bugün hala dünyanın dört bir köşesinde o büyük “yeraltı yangını” zaman zaman küllenerek zaman zaman alevlenerek sürüyor, milyonlarca emekçi her 1 Mayıs’ta alanları doldurarak özgür bir dünya isteğini haykırıyor.
Bütün diller, bütün renkler
Gerçekten de, dünya tarihinde yüzlerce renkten ve dilden milyonlarca insanın aynı gün, aynı şarkılarla sokağa çıktığı başka bir gün (8 Mart’la birlikte düşünürsek) yok gibidir. 1889’da 1 Mayıs’ın bütün dünyada işçilerin birlik ve mücadele günü olmasının kararlaştırılmasından sonra, çok inişli çıkışlı bir seyir izlese de gelenek hiç bozulmadı.
Özgürlük mücadeleleri büyük metropollerden dünyanın taşrasına, sömürge ve yeni-sömürge ülkelere, Doğu dünyasına ya da Afrika ve Latin Amerika’nın uçsuz bucaksız topraklarına doğru yayıldığında da bu kez aynı şarkılar ve aynı sesler dağlardan, ormanların derinliklerinden duyulmaya başlandı.
Böylece ortaya çıkan evrenin en büyük korosunun bir ayağında New Yorklu, Parisli işçiler, diğer ayağında Vietnamlı, Mozambikli gerillalar vardı artık ve bu renk cümbüşü, insanlığın umut çağını haber veriyordu. 1 Mayıs’ın en ilginç yanı da, toplumsal hareketin doğası gereği, her dönemin rengini kapsaması, her yılın öne çıkan gündemlerinin de taşıyıcısı olmasıydı.
‘8 saatlik iş günü’ talebiyle başlayan süreç, o noktada kalmadı. Emekçiler, kimi zaman savaş karşıtı sloganları öne çıkarırken, kimi zaman faşizme, kimi zaman sömürge düzenine karşı taleplerini şekillendirdiler. Bugünün vahşi dünyasında da 1 Mayıs’lar büyük ölçüde neoliberal sömürü düzenini ve dünyanın dört bir yanındaki kirli savaşları gündemine alıyor.
Ameleler sokakta
Türkiye, daha doğrusu son dönemin Osmanlı coğrafyası, 1 Mayıs kutlamalarına aslında geç başlamadı. Daha 1906’da ilk kutlamaların yapıldığı biliniyor. Ondan önce de, Ermeni toplumunda kutlamalar yapıldığı yolunda bilgiler de var ama resmi bilgilere göre kutlamalar 1906’dan sonra başlıyor ve o dönem işçi hareketinin merkezi durumunda olan Selanik ve Balkan kentlerinin öncülüğü hissediliyor.
1909’da Üsküp ve Selanik’teki çok uluslu gösteriler, 1910’da yine Selanik’te tütün, liman ve pamuk işçilerinin kutlamaları biliniyor. 1911 yılında, bu kez Üsküp, Selanik, Edirne ve bazı Trakya şehirlerinde kutlamalar yapılıyor ama Selanik’teki ‘amele bayramı’ 7 bin kişiyle büyük bir kitleselliğe ulaşırken, konuşmacıların bölgede konuşulan bütün dilleri kullanması dikkat çekiyor. 1912’de bu kez Selanik’in yanında İstanbul da kutlamalara dâhil oluyor, ancak başkentte bu tür şeyleri sakıncalı bulan hükümetin tepkisi gecikmiyor.
1913-1918 arasındaki savaşlar dönemi, bütün gösterilerin yasaklandığı bir zaman dilimi olarak tarihe geçerken 1919’dan itibaren başlayan gösteriler çoğu kez ‘işgal karşıtı’ bir ton barındırıyor. 1920-21-22 ve 23 yıllarında yapılan gösteriler katılım ve bölgeler bakımından giderek genişlerken, Ekim Devrimi’nden etkilenen atmosfer ile işgali karşıtı hareket iç içe geçiyor, bu arada çeşitli sendikal ve siyasal örgütlenmeler de gelişip serpiliyor.
1923 yılı ise artık yeni cumhuriyetin ilan edilip yerine oturmaya başladığı bir başlangıç noktası oluyor ve ardından yasaklar geliyor. Daha 1924’te 1 Mayıs yasaklanırken her 1 Mayıs öncesinde sendikacıların ve komünist, solcu bilinen kişilerin tutuklanması geleneği başlıyor. 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu ile sadece 1 Mayıs değil soluk almak bile yasaklanırken 1926 ile 1934 arasında her 1 Mayıs’ta işkencehaneler ve cezaevleri işçilerle dolduruluyor; gizli kutlamalar ise ağır şekilde cezalandırılıyor.
İşçiler çiçektir!
Sonunda, 1935 yılında meseleye daha ‘köklü’ bir çözüm bulunuyor. 1 Mayıs, çıkarılan genelgeyle “Bahar ve Çiçek Bayramı” olarak genel tatil günlerine dâhil edilirken, fiili olarak bütün gösteriler yasaklanıyor. Ancak, 1936- 1974 arasında bu trajikomik durum sürerken, bir yandan da köprülerin altından çok su akıyor. Özellikle 1960 sonrasında Türk-İş’in saltanatını sarsan işçi hareketleri sonucunda DİSK’in kurulması, TİP’in siyaset sahnesine çıkması ve devrimci hareketlerin filizlenmesi, dengeleri köklü biçimde değiştiriyor. 1975’e gelindiğinde, 50 yıldır süren yasak artık iyice zorlanıyor ve ilk yasal 1 Mayıs kutlaması İstanbul Tepebaşı’nda bir düğün salonunda yapılıyor.
Cunta günleri
1977’deki büyük katliam işçi sınıfını ve devrimci güçleri yıldırmadı. 1978 yılında, yitirilen 37 insanın anısıyla yürüyen yüzbinler, bütün baskılara, tehditlere ve açıkça yapılan katliam çağrılarına rağmen bir kez daha Taksim Alanı’ndaydı. Mitingin en önemli talebi 1 Mayıs 77’nin faillerinin bulunmasıydı. 1979 ise Sıkıyönetim koşullarında geldi, Sıkıyönetim Komutanlığı İstanbul’da mitinge izin vermedi, sokağa çıkma yasağı ilan edildi, kitlesel tutuklamalar yapıldı, bine yakın kişi gözaltına alındı, 330 kişi tutuklandı.
Yasağa rağmen birçok yerde 1 Mayıs kutlaması yapılırken Merter’den yürümeye başlayan TİP Genel Başkanı Behice Boran ve arkadaşları kararlı tutumlarıyla tarihe geçtiler. 1980’de yapılan Mersin mitingi de yine tutuklamalarla sona erdi. 12 Eylül faşist darbesinin ardından 1 Mayıs’lar da yasaklanırken, bu süreçteki ilk kıpırtılar 1987’de başladı. 1987 yılında sendikalar öncülüğünde bazı milletvekilleri, aydın, sanatçı ve bilim insanları ile birlikte yaklaşık bin kişilik bir grup Taksim Anıtı’na 1 Mayıs şehitlerini anmak üzere çelenk bırakmak istediler, ancak polis engelledi.
Çatışmalar ve ölümler
1988 yılında sendikaların oluşturduğu tertip komitesi, İstanbul Valiliğine başvurarak 1 Mayıs’ı kutlamak istedi. Ancak Valilik 1 Mayıs’ın yasal olarak kutlanmasına izin vermedi ve gün 81 gözaltıyla kapandı. 1989 ‘Bahar Eylemleri’ dönemine denk düşen 1 Mayıs ise çok kitlesel bir Taksim zorlamasına sahne olurken, polisin ateşi sonucu Mehmet Akif Dalcı adında 17 yaşında genç bir işçi hayatını kaybetti. 1990’da ise Pangaltı’daki çatışmalarda üniversite öğrencisi Gülay Beceren polis tarafından vurularak felç oldu. 1991’de gözaltılarla geçerken, 1992 yılı Gaziosmanpaşa’daki ilk yasal mitinge sahne oldu.
1993’ten itibaren Çağlayan Meydanı’na kayan mitingler sürerken, 1996 yılında Kadıköy’de yapılan çok kitlesel miting yine kana bulandı. Eylemin ilk dakikalarında polisin silahsız göstericilere açtığı ateş sonucu Hasan Albayrak, Dursun Odabaşı ve Yalçın Levent yaşamını kaybetti. Sonraki yıllarda ise yine Çağlayan Meydanı merkez oldu ve katılım gitgide artmaya başladı.
2004’te DİSK, KESK ve devrimciler 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama önerisini yeniden gündeme taşıdı ve tüm tehditlere rağmen Saraçhane’de toplanan işçiler, coşkulu bir kutlama yaptılar. 2005 ve 2006’da Kadıköy ev sahipliği yaparken, en ciddi Taksim zorlaması 2007’de gerçekleşti. 695 kişinin gözaltına alındığı günün sonunda 500 kişilik bir grup alana girdi. 2008 1 Mayıs’ı ise ara sokaklarda çatışmalar gölgesinde kutlanırken, bin 500 gözaltı ve 40 yaralı vardı. Ve nihayet 2009’da bütün saldırılara rağmen yaklaşık 5 bin kişi büyük çatışmalar sürerken alana girebildi.
Yeniden yasak ve çatışmalar
2010-2012 arasındaki bahar havası kısa sürdü. 2013 yılında hükümet, inşaat alanını bahane ederek, meydanı yasakladı. Birçok yerde polisle göstericiler arasında çatışmalar yaşandı. Çok sayıda kişi yaralanırken gözaltılar yaşandı.
Bir ay sonra başlayan Gezi Direnişi, biraz da bu öfkeden beslendi. 2014’te çatışmalar Şişli, Okmeydanı ve Beşiktaş’a kadar yayılırken yüzlerce gözaltı yapıldı. 2015’te de gün boyu çatışmalar sürdü, yine yüzlerce kişi gözaltına alındı. 2016’da ise kutlamalar için Bakırköy Meydanı adres gösterildi.
DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin organize ettiği miting Bakırköy’de yapılırken, Taksim’e çıkmak isteyenler yine gözaltına alındı, akşama kadar çatışmalar devam etti. 2017 ve 2018’de de Bakırköy’de miting, Taksim civarında çatışmalar geleneği devam etti.
Şimdi, 2019’da yine sürüyor. Seçimler ve açılık grevleri gündeminin ortasında emekçiler, krizin yarattığı yıkıma karşı da seslerini yükseltmeye hazırlanıyor. Yüz otuz yıl sonra, Spies’in umutlu sözleri ise hala kulakları çınlatıyor: “Sessizliğimizin, bugün boğduğunuz seslerden daha güçlü olacağı bir zaman gelecek.”
Taksim’in görkemi…
1976 yılı, işçilerin Taksim’e aktığı ilk yıl… DİSK’in öncülüğünde, Saraçhane, Beşiktaş, Kabataş ve Şişli’den yürüyen yüzbinlerce işçi, Taksim Meydanı’nı doldurarak büyük ve görkemli bir 1 Mayıs kutlamasına imza attı. Ancak bu manzara ve işçilerin kazandığı özgüven düzenin sahiplerini tedirgin etmişti. 1977’de Taksim’in kana bulanmasının nedeni buydu. O gün, belki de tarihin en büyük mitingi yapılırken, çevredeki binalardan halkın üzerine ateş açıldı. Yaklaşık 200 kişi yaralandı, 37 emekçi de, çoğu ezilerek yaşamını yitirdi. Olayda 2 bine yakın mermi atılırken, yalnızca 5 kişi kurşun yarası nedeniyle ölmüştü. Hiçbir zaman ciddi şekilde soruşturulmayan ve karanlıkta bırakılan katliam, bugün bile hala hesabı sorulmamış durumdadır.
2010, 2011, 2012… 1 Mayıs alanında
Uzun yıllar süren mücadelelerin bir sonucu olarak 2010 yılında Taksim, ilk kez ‘eyleme’ açıldı. Taksim Meydanı’na üç ana yoldan çıkıldı; Gümüşsuyu, MecidiyeköyŞişli ve Tarlabaşı’ndan büyük bir coşku ve heyecanla alanı dolduran yüzbinler görkemli bir kutlama yaptı. Daha sonra gelen 2011 ve 2012 yıllarında da büyük kitleler Taksim’de toplanırken, bütün iddiaların aksine tek bir kişinin bile burnu kanamadı.