Hayvan, bir sıfat olarak günlük dilde yaygın olarak kabalığı, vahşiliği, hoyratlığı anlatmak için kullanılan bir tanımlamadır. Kendisini doğanın en üstün canlısı olarak gören insan, her çeşit kötücül tavır ve yönelimi kendi dışındaki canlılar üzerinden tarif etmeyi seçmiştir. Benzer bir durum insan soyu içerisinde kadınları ikincil bir canlı konumuna düşüren erkekler için de söz konusudur.
Neredeyse bütün küfürler kadın cinsine saldırı üzerinden yapılmaktadır. Bilim insanları genetik şifreyi çözdüklerinden bu yana insanın hayvan soyunun başlangıcıyla ortaklaşan genlerini bulup çıkarmışlardır. Evrimin yasaları, doğanın bütün canlılarının ortak tek hücreli canlıdan türediğini ispat etmiştir. Son dönemde peş peşe basına ve sosyal medyaya yansıyan haber ve görüntüler, insan ve hayvan arasındaki ayrımın sınırlarının ve hayvanlara dair bütün tariflerin sorgulanır hale gelmesine yol açmıştır.
Hayvanlar dünyasına dair sosyal medyada hayvanlar arası dayanışmayı sergileyen, vahşi kedilerin avladıkları canlıların yavrularını koruduğu görüntüler yayınlanmaya başlandı. Aynı sosyal medya ve basın, kendisini hayvandan üstün gören insanların dünyasında, küçücük çocukların vahşice tecavüze uğradığı, katledildiği görüntüleri de servis ediyor.
Son olarak kamuoyu, İstanbul Küçükçekmece’de küçücük bir çocuğun istismara uğraması haberiyle çalkalandı. AKP’li yılların son süreci cemaat yurtları ve kurslarında meydana gelen tekil ve kitlesel çocuk istismarı haberleriyle şekilleniyor. Aynı süreçte, kadınları ve çocukları hedef alan cinsel saldırının bizzat devlet yöneticileri tarafından meşru gösterilerek normalleştirilmeye çalışıldığı görüntü ve açıklamalara tanıklık ediliyor. İktidar, kendi varlığını korumak adına kendi tabanını, maddi ve manevi çıkarlarını korumak adına her şeyi yapabilir hale getirip bir depolitizm içinde çürümeye terk ederken, tüm toplumsal ve insani değerleri de aynı değirmen içerisinde öğütmeyi başardı.
Çürümüş bir toplumun değerleri, başkaldırı ve özgürlük arayışları olmayacağı öngörüsüyle hareket edildi. İnsanların çocuklarını sokağa bırakamadığı utanç dolu bir süreç başlarken, toplum çocuklarına yönelen saldırıların utancıyla yaşamaya mahkûm bırakıldı. Ortaya yayılan çürümenin kokusu yıllardır üstü örtülen bir gerçeğin de açığa çıkmasını sağladı: İnsanlık hayvan öncesi çağını yaşıyordu…
Aynı çıplak gerçeği yani insanlığın hayvanlık öncesi dönemini açığa çıkaran bir başka görüntü Gebze ve Kızıltepe’de bizzat devletin polis gücü tarafından, hapishane önlerinde verildi. Tehlikeli sınırın çoktan aşıldığı açlık grevlerindeki çocuklarının sesini duyurmak ve onlara sahip çıkmak isteyen tutsak annelerine en gaddar vicdanlarda bile iz bırakacak şekilde vahşice saldırıldı. Oysa doğanın en bilinen kuralı işliyordu; doğanın bütün canlılarında olduğu gibi anneler yavrularına sahip çıkıyordu. Bu doğal refleksin insan soyunda tekrar etmesi, insanlığın hayvan öncesinde yaşayanlar tarafından engellendi.
Bu gaddar saldırıdan daha ağır ve acı olanı, bu vahşetin herkesin gözü önünde yapılması, yine herkesin bu vahşet karşısında sessiz kalmasıydı. Acıyı ağırlaştıran, insanlıktan çıkmış olanların saldırısı değildi. Acıyı ağırlaştırıp vicdanı yaralayan, geri kalanların gözler önünde cereyan eden bu vahşete tepkisiz kalmasıydı. Korku, kaygı, örgütsüzlük ya da başka bir durum bu duyarsızlığı ve vurdumduymazlığı açıklamak için yeterli olamaz.
Elbette sosyolojik ve politik olarak sürece dair pek çok analiz yapılabilir, fakat mazlumların eylem ya da etkinliklerine dair hiçbir eleştiri ve onaylamama hali, egemenin ve devletin tüm insani değerleri, toplumsal vicdanı, anayasal hakları görmezden gelen vahşetini açıklamaya yetmez. İmralı’daki mutlak tecridin ve devletin yasa tanımazlığının sonlandırılması, hukukun uygulanması amacıyla başlatılan ve 3 binden fazla tutsak tarafından sürdürülen açlık grevleri beşinci ayını geride bırakmış bulunuyor.
Başta Leyla Güven olmak üzere binlerce tutsak, basit insani hakların kullanılabilmesi için aylardır bedenlerini açlığa yatırmış, herkesin gözü önünde gün be gün eriyerek ölüme ilerliyor. Açlık grevlerinin gerekçesi ve yapılış şekline dair hiçbir eleştiri ya da izah, toplumsal muhalefetin grevler ve devletin annelere yönelik saldırıları karşısındaki sessizliğini açıklamak için yeterli değildir. Saray karşısında sandıkta oluşturulan yan yana gelişin derinleştirilerek, saray zorbalığının sona erdirilmesinin koşullarından birisini, açlık grevlerinin bitirilmesi için, grevcilerin sesine ses vermek oluşturmaktadır.
Saray-MHP ittifakının çatladığının rivayet edildiği, 31 Mart seçimlerinin AKP için Kürt halkına düşmanlık üzerinden kurulan Cumhur İttifakı’nda AKP‘nin kaybettiğinin açığa çıktığı süreçte iktidar blokunu parçalamanın, onu zayıf düşürmek anlamına geldiği kabul edilmelidir. İmralı üzerindeki tecridin sona erdirilmesi savaş blokunun sonu demektir. Açlık grevlerine ses, aynı zamanda saraya karşı Türkiye işçi sınıfı ve demokrasi güçleriyle Kürt halkı arasında sağlanan güç birliğinin devam etmesi ve derinleşmesi anlamına gelecektir.
Bu güç birliği sadece sarayın değil sermayenin de korku kaynağıdır. Krizden çıkmak adına işçi sınıfı ve yoksul halkları hedef alan ağır sermaye saldırısı ancak Kürt halkı ile omuz omuza mücadeleye girildiği takdirde püskürtülebilir, saray zorbalığı ve sermaye düzeni sona erdirilebilir. Bu nedenle 1 Mayıs’a gidilirken işçilerin talebi Kürt halkının talebiyle birleşmeli, devrim ve sosyalizm sloganları tecride karşı sloganlarla birleşmelidir.