Türkiye sorunlarını çözmek yerine halının altına süpürmeyi tercih eden bir ülke. Bugünkü iktidar da ülkenin en önemli sorunlarına bile faydacı yaklaşan, hiçbir ilke ve prensip, hatta hukuk bile umrunda olmayan kaypak bir iktidardır.
Muhalefete gelinceyse, HDP dışındakiler ulusalcılık saplantısıyla malûl, uzlaşmaya teşne düzen partilerinden oluşuyor. Böyle olunca da siyaset alanında bugün ak dediğine yarın kara diyen, “dün dündür, bugün bugündür” söylemini düstur edinmiş siyasetçilerden geçilmiyor.
Türkiye siyasetinde bu yüzden her an her şey olabilir. Bugünden yarına çok şey değişebilir. 31 Mart yerel seçimlerinin tartışmaları hâlâ sürerken, bir yandan da Ankara’da siyaset kulisleri yine hareketlenmiş durumda. İlginç duyumlar alıyorum. Bunları sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim.
Her ne kadar Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, hafta sonu yine muhalefete veryansın etmiş olsa da, milli mutabakat söylemini de bir yana bırakamıyor. Şu anda iktidar her yandan öyle sıkışmış durumda ki, panik içinde bir çözüm arayış içinde olduğunu gizleyemiyor.
Kulislerden sızan iddialara göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan AKP Genel Başkanlığı’nı bırakmayı ciddi ciddi düşünüyormuş. 31 Mart seçimleri öncesinde kendisini AKP adına meydanlara süren Erdoğan, oluşan oy kaybından sorumlu tutulmak istemiyor ve bu durumdan AKP’nin kendi imajına zarar verdiği sonucunu çıkarmış. Mayıs ayında bu konuda önemli kararlar açıklayacakmış.
AKP içinde derin bir yarılma olduğu ise artık bir dedikodu değil. New York Times gibi dünyanın en önemli gazetelerinin birinci sayfasını süslüyor bu bilgi. Ahmet Davutoğlu’nun partisi Mayıs başında kuruluşunu resmi olarak açıkladığında, 20’nin üzerinde AKP milletvekilinin bu partiye geçeceği söyleniyor. Hükümete gensoru gündeme alınacakmış o zaman.
AKP temsilcileri Milli Mutabakat Hükümeti’ni görüşmek üzere bir komisyon kurmuş ve CHP’nin kapısını aşındırmaya da başlamış. Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP ve Devlet Bahçeli, AKP’ye güven telkin edemiyor ve zorluyor. Bahçeli’nin erken seçim sevdasını da bilen AKP, MHP’ye karşı elini güçlendirmek istiyor. Ekonomik kriz ise ivme kazana kazana yayılıyor.
AKP sorumluluğu paylaşmak istiyor. Ekonomi yönetiminde güvenebileceği kadroları yok. CHP üzerinden eski İş Bankası CEO’su Ersin Özince’ye ekonomi yönetimini teslim etmek ve krizin faturasını paylaşmak istiyor Erdoğan. TÜSİAD da bu konuda hükümete mesaj gönderiyor.
AKP’nin uluslararası piyasalara güven vermesinin de tek yolu iktidarı paylaşmak. Bu senaryolardan hangisinin gerçek olacağı birçok etkene bağlı. Fakat Cumhurbaşkanı ve AKP’deki kafa karışıklığı net olarak görünüyor. Ne olacağı en fazla da CHP’nin alacağı tutuma bağlı. Tabii Millet İttifakı’ndaki İYİ Parti ve Saadet Partisi’nin de tavrı önemli. Bu üç partinin de farklı dozlarda ulusalcılık saplantısı içinde olduğu düşünülürse, Erdoğan’ın üçünü de buradan sıkıştırmaya çalışıyor olması anlaşılır.
Erdoğan, Milli Mutabakat Hükümeti önerisini süslediği Türkiye İttifakı kavramını Kürt düşmanlığı üzerine inşa ediyor. HDP’yi kriminalize eden söylemleriyle HDP’yi saha dışına itmeye çalışıyor. HDP’nin 31 Mart seçimlerindeki güçlü etkisinden ürken iktidar, CHP ile HDP’nin demokratikleşme amacıyla daha da yakınlaşmalarını önlemek için elinden geleni yapacak gibi görünüyor.
Söylemlerini bu hedefe göre biçimlendiriyor. Türkiye siyasetinin ne kadar kaypak bir zemin olduğunu yazımın başında söylemiştim. Bu yüzden de önümüzdeki süreçte ne olacağını kestirmek zor. Muhalefet bir kez daha Kürt düşmanlığına teslim olabilir.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı düzenlenen linç saldırısının da onu sıkıştırmak için organize edilmiş bir eylem olduğu açık. Fakat bunlar Kürt siyasetini etkilemeyecektir. İktidar partisinin seçimlerdeki oy kaybıyla nasıl dağılmaya başladığını, örgütlenmesinin ne kadar kof olduğunu gördük. Bir de HDP’ye bakın. Senelerdir kriminalizasyonun, siyasi soykırımın hedefi. Kadroları rehin alınmış durumda.
Her türden hukuksuz uyugulama ile parti güçten düşürülmeye çalışıyor. Ama yine de HDP ayakta ve Türkiye siyasetinin belirleyicisi olduğunu her seçimde gösteriyor. Eğer Türkiye’de bir ittifak olacaksa, bu bir demokrasi ittifakı, bir halklar ittifakı olacaktır ve Türkiye’nin gelecek vizyonu ancak HDP’deki vizyon olabilir. Bu ülkenin geleceğini HDP temsil ediyor.
Kürt düşmanlığı üzerinden kurulacak, HDP’yi dışta bırakacak bir siyaset tasavvuru ile ülkenin ne siyasi ne iktisadi sorunları çözülebilir. Sadece beyaz tülbentli analarımızın kararlılığı bile iktidarın her türden siyasi komplosunu boşa çıkaracaktır. Leyla Güven ve direnişteki diğer yoldaşların cesaretiyle açılacak zindan kapıları aynı zamanda demokrasinin kapılarının açılması anlamına gelecektir.
Erdoğan’ın tarif ettiği bir milli mutabakat artık tüm toplumu tecride yönelik bir hamledir. Tüm toplumu milliyetçiliğin dar ufkuna, ulusalcı paradigmaya hapsetmek, faşizmi tüm siyaset alanına yaymak amaçlanmaktadır. Tecrite karşı mücadele artık demokrasi mücadelesinin en önemli dinamiği olmuştur. Ekonomik krize karşı hükümet politikalarının en fazla zarar verdiği emekçilerin 1 Mayıs’ta meydanlarda bu gerçeği görerek tecride karşı direnişe destek vereceklerini umuyorum.