Coğrafyamızda yaşanan bunca acı yine yaşanmasın diye açlık grevindekilerin sadece sesi değil, ortağı da olmak istedik. Gazeteci Kibriye Evren dört aydır, Nedim Türfent, Meltem Oktay, Ziya, Mehmet ve ben iki aydır açlık grevindeyiz. ‘Dışardaki’ meslektaşlarımızdan beklentimiz sesimiz, sözümüz olmalarıdır. Ben Reyhan. Reyhan Hacıoğlu…
Ben Reyhan. Reyhan Hacıoğlu. Ortadoğu’nun kadim halklarından olan Kürt halkının muhalif bir gazetecisiyim. Bir yılı aşkın süredir cezaevindeyim ve tek gerekçe yaptığımız haberler! Önceleri bu cümle insanı ürkütse de zamanla alışıyor; çünkü bu coğrafyada onlarca gazeteci sırf yaptığı haberlerden dolayı cezaevinde ve ağır cezalarla karşı karşıya. Burası öyle bir coğrafya ki muhalif bir gazeteyle 1 gün dayanışmanın bile cezalandırıldığı ya da savaş dursun, kan akmasın diyen akademisyenlerin işlerinden, öğrencilerinden edilip, ceza verildiği bir yer…
Burada binlerce insan gözaltına alınıp, tutuklanabiliyor, kentler savaş uçaklarıyla bombalanabiliyor, cenazeler sokak ortasında kalabiliyor. Belki duydunuz, 57 yaşında 11 çocuk annesi bir kadının cenazesi 7 gün sokak ortasında kaldı. Çocuk bedenleri kokmasın diye buzdolaplarına konuldu, insanlar diri diri yakıldı, doğa bir bütün yok edildi, yeşil ne varsa üstüne baraj kuruldu, yol yapıldı. Burada hukuk başka işliyor, düşünce ve ifade özgürlüğünü ise bulana aşk olsun!
İşte ben, işte biz böyle bir coğrafyada gazetecilik ve ilkeleri için mücadele ediyor ve bedel ödüyoruz. Bırakın dünyayı, yan komşumuz bile bu saydıklarımın yarısını bile bilmiyor. Ve onlar duysunlar diye biz iktidarların değil halkların haber alma hakkını savunuyoruz. Tam 14 ay önce yanı başımızda bir savaş oldu. Efrin kentine, halkına karşı. Bu ülkenin yöneticileri topladılar gazetecileri, “bu haberleri vermeyin” dediler ve ne yazık ki onlar da sustu…
Afrika diye bir gazete var Kıbrıs’ta, Özgürlükçü Demokrasi (ki çalıştığım yerdi) ve AFP gibi muhalif basın olanları yazdı, duyurdu. Peki ne mi oldu? Afrika gazetesinin binası taşlandı, Özgürlükçü Demokrasi kapatıldı ve biz hapse atıldık ve AFP’ye ise yalan söylüyorlar dediler! Keşke yalan olsaydı. Onca insan öldürülmeseydi, evlerinden edilip, topraklarına el konulmasaydı. Medyaya baskı uygulayanlar, medyayı susturunca sandılar ki, hakikat karartıldı. İşte ben ve 5 arkadaşım susmadık diye bir gece evlerimizden alınıp, 7 kapılı, 21 kilitli zindanlara konulduk…
Aradan geçen bir yılda karanlık büyüdü, toplum korkutuldu, bizim gibi onlarca gazeteci işsiz bırakıldı, tutuklandı. Ve şimdi bizim için ceza istiyorlar. Çünkü bu ülkede hakikat için bedel ödetiliyor. Dünya düşünce ve ifade özgürlüğünde sıraya girerken benim coğrafyam tutuklu gazeteciler arasından sıralamaya giriyor! Ne trajik değil mi? Bu koşullar altında size başka bir durumdan yani tam da “içerde” de “dışarda” da olsam muhalif gazeteciliğimin gereği olarak bir haberden bahsedeceğim.
Bir halk ve dostları bir parlamenter (HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven) öncülüğünde 6 aydır açlık grevinde. Ve şu an itibariyle ona binlerce tutuklu ve hükümlü eşlik ediyor. Genç, yaşlı, siyasetçi, akademisyen, yazar, avukat ve tabi bu sesi duyurmak için biz gazeteciler. Kalemimiz olsaydı ya da kameramız, onunla bugünleri yazar, çekerdik ancak bugün bedenimiz var ve biz de onunla bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz. Ve bunca insan en temel insani bir hak olan iletişim hakkı için aylardır eylemde. Kürt halkının lider olarak gördüğü bir kişi, 20 yıldır İmralı’da tutuluyor ve bir insanlık suçu olan tecrit altında. Aile, avukat ve hiçbir heyetle görüşemiyor, ki tek talebi barış, huzur ve çözüm olan bir lider söz ediyoruz. İşte binlerce insan onun sesinin duyurulabilmesi için açlık grevinde. Bizim de amacımız ve görevimiz bu sesi duyurmak değil midir gazeteci olarak?
Hakkımızda hazırlanan iddianamede bize “örgüt üyesi” deniliyor ve savaş, kan, ölüm istiyoruz gibi gösteriliyor(!) Bizler savaş, kan, ölüm isteyenlerin savaş çığırtkanları, iktidarlar olduğunu ve yine barışın ise cesaret istediğini biliyoruz. Bu yüzden değil midir ödediğimiz bedeller. Muhalif bir gazeteci olarak tek istediğim gözyaşının olmadığı, savaşsız ve sömürüsüz bir dünyada yaşamak ve onun haberlerini yapmak. Oysa benim coğrafyamda kadınlar öldürülüyor, çocuklara tecavüz ediliyor.
Benden/bizden susmamızı isteyenler keşke bizim yerimize bunlarla uğraşsalardı. Belki dünya daha yaşanılır olurdu. Sri Lanka’daki kilisede ölen de, Yeni Zelanda’daki camide öldürülenler de, Efrin’de evinden edilen de, Gazze’de vurulan da, Hollanda’da saldırıya uğrayan da, Afrika’da açlığa mahkum edilen de, dünyanın herhangi bir yerinde sömürülen de, Cizre’de yakılan da canımızı yakar. Bu dünya bizim ve eğer biz muhalifsek, gazeteciysek bunları duyurmalı, anlatmalıyız ki halklar dur diyebilsin iktidarların bu vahşetine.
Geçen hafta Kürt Gazeteciler Günü’nü cezaevinde karşıladık. Bu ülkede gazeteci olmak ‘suç’. Kürt gazeteci olmak ise daha da fazla bir ‘suç’. Oysa bizler sanık değil, tarihe not düşen tanıklarız. Coğrafyamızda yaşanan bunca acı yine yaşanmasın diye açlık grevindekilerin sadece sesi değil, ortağı da olmak istedik. Gazeteci Kibriye Evren dört aydır, Nedim Türfent, Meltem Oktay, Ziya, Mehmet ve ben iki aydır açlık grevindeyiz. ‘Dışardaki’ meslektaşlarımızdan beklentimiz sesimiz, sözümüz olmalarıdır. Halkların mücadelelerini, direnişlerini anlatmaları, tanıklık etmeleridir.
Ben Reyhan. Reyhan Hacıoğlu. Gazeteciliğin ‘suç’ kabul edildiği bir coğrafyadan bildirdim size. Ve şunu bilin ki, biz yazmazsak, siz yazmazsanız hakikat duyurulamayacak…
Reyhan Hacıoğlu-Bakırköy Kadın Cezaevi