Davutoğlu’nun geçenlerde yayınlanan “manifestosu”, her ne kadar AKP Genel Başkanı’na nezaketli bir dil ve AKP’lilik ruhu ile yazılmış olsa da kapalı kapılar ardında konuşulan bir çok rahatsızlığı ortaya dökmesi bakımından önemli oldu. Davutoğlu’nun özellikle, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen sistemin, seçim başarısızlığının ardında yatan asıl olgu olduğunun altını çizmesi ve “… devlet geleneğimiz içinde toplumun tüm kesimlerine eşit mesafede durması gereken Cumhurbaşkanlığı kurumunun toplumun en az yarısı ile psikolojik bir kopuş yaşamasına yol açmaktadır” ifadesi bizim de yaptığımız eleştirileri doğrulamaktadır.
Gerçekten de bugün bu sistem, tarafsız olması gereken, toplumun ortak iradesini temsil etmesi gereken devlet kurumlarını hükümet kurumları haline dönüştürmüştür. Hükümet kurumunun devletin yerine ikame olması- siyasi partilerin seçimle iş başına gelen ideolojik kurumlar olduğunu düşünürsek, toplumda tarafsızlığı parçalamakta; devlet, iktidara gelen siyasi partinin organı haline dönüşmektedir. Nitekim geldiğimiz yer budur. Bugün bütün devlet kurumları olması gereken kurumlar hükümet kurumları haline gelmiş, yani hükümetleştirilmişlerdir. YSK’sından HSYK’sına, SPK’sından BDDK’sına kadar bütün kurumlar hükümet kurumları olarak çalışmaktadırlar.
Günümüzde toplumumuzun bir başka özelliği de siyasi partilerin farklı ideolojik pozisyonları savunan kurumlardan çok farklı kimlik kategorilerini temsil eden kurumlar haline dönüşmüş olmasıdır. Bu nedenle de tarafsız olması gereken devlet kurumları, bu yeni sistem altında hükümet kurumları haline dönüşürken aynı zamanda o hükümeti kuran siyasi partinin ve dolayısıyla da sosyal kimliğin hükümeti haline dönüşmüş olmaktadır. Bu nedenle de bu yeni sistemin toplumumuzda yarattığı en önemli kötülük, yönetime gelen kimliğin iktidarı diğer sosyal kimlikleri baskılayan bir mekanizmaya dönüşmektedir.
Nitekim Erdoğan Hükümeti, bu sistemin ilk örneği olarak, iktidara geldiği günden itibaren parlamentoyu siyasetin dışına taşımış, ve kendi kimliğinin gereği olan bir yönetim sergilemiştir. Seçimler yaklaştıkça da neredeyse bütün diğer siyasi partileri ve özellikle de HDP’yi düşman ilan etmiş, İç işleri Bakanlığı’nın ve kendi medyasının marifetiyle de Millet İttifakı partileri olan, CHP, İYİP ve SP üzerinde de baskı oluşturmuştur. Bu gidiş tehlikeli bir gidiştir ve toplum bu seçimlerle bu siyasetin son bulması talebinde bulunmuştur.
Yukarıdaki paragrafta Erdoğan’ın iktidara gelince “kendi kimliğinin gereği” bir yönetim sergilemiş olduğunu söyledik. Aslında Davutoğlu’nun manifestosunda, AKP’nin (Erdoğan’ın da) 2011’e kadar sürdürdüğü siyasetin aslında İslami kimlik siyasetine daha uygun olduğu daha sonraları ise bu siyasetin olumsuz bir biçimde değiştiği ima edilmektedir ki bu, bu cenahtaki bir çok yazar tarafından da dile getirilmektedir. Yani kısacası her ne olduysa Erdoğan’ın “İslami kimliğin” siyasetinden “milliyetçi” bir siyasi alana doğru savrulması, Kürt siyasetinde uzlaşıcı tavrı terkedip şahin ve düşmanlaştırıcı bir tutum izlemesi sanırım başarısızlığının da altında yatan asıl nedendir.
Siyaset kimlik siyaseti olunca kimlikler arasında çatışma da kaçınılmaz olmakta toplum ortak bir gelecek vizyonundan kopmakta. Erdoğan şimdiye dek bunu yaptı , toplumu kutuplaştırdı, çatışmacı bir noktaya getirdi ve bu seçimlerde de başarısız oldu. Sanırım alınması gereken ders budur, Davutoğlu da utangaç bir biçimde de olsa bunu söylemekte.