Savunmasına bugün de devam eden Selahattin Demirtaş, devletin barış görüşmelerinde muhatap aldıklarını sonradan ‘terörist’ yaftasıyla içeri attığını belirterek, ‘Bakın kredi alamıyor dışarıdan. Bunun tek nedeninin ekonomik göstergeler olduğunu mu düşünüyorsunuz? Hayır. Güvenirliği olmayan bir devlete dönüştük’ dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutuklu yargılandığı dava duruşması Sincan Cezaevi Kampüsü Ankara 19’uncu Ağır Ceza Mahkemesi Salonu’nda görülen duruşması sona erdi.
Demirtaş ve avukatlarının savunmasından sonra mahkeme heyeti tutukluğun devamı kararı vererek, duruşmayı 18-19 Haziran’a erteledi.
Duruşmaya SEGBİS’le katılan Demirtaş, önce “suçu ve suçluyu övme” iddiasıyla hakkında hazırlanan 13 No’lu fezleke hakkında savunma yaptı. Demirtaş’ın 13 No’lu fezlekeye ilişkin savunması şöyle: “Beni, ‘Sayın Öcalan dedi, Kürt halk önderi dedi’ diye, onunla görüşülsün dedim diye yargılıyorsunuz ama aynı devletin İçişleri Bakanlığına bağlı Sahil Güvenlik Birimleri partimin heyetini Marmara Adasındaki İmralı’ya götürdü. Sahil Güvenlik özel botuyla götürdü. Bunların sekizinde bizzat ben vardım. En az 30 defa Kandil’de PKK üst düzey yönetimiyle görüşmeye gittik. Hepsi de, tamamı da hükümetin bilgisi, desteği ve onayıyla gerçekleşti.
‘Türkiye’nin değil AKP’nin çıkarlarına uygun’
Bir devlet ahde vefayı bilmelidir her şeyden önce. Birçok parlamenter, çözüm sürecine karşı olan siyasetçi, bürokrat sıcak yataklarında yatarken bizler 100 binlerce kilometre yol kat ediyorduk. Hayati tehlikemiz olan işler yapıyorduk. Canımızı ortaya koyuyorduk. Bugün bizi bundan dolayı yargılıyorsunuz. Daha önce de söyledik, barış gerçekleşmiş olsaydı duruşma salonunda değil daha onure edilmiş yerlerde olurduk. Fakat barış görüşmeleri kötü gidince bu defa biz terörist olarak tutuklanıp içeri alındık. Peki, bu Türkiye Cumhuriyeti devletinin çıkarlarına uygun bir iş midir? Hayır. AKP’nin çıkarlarına uygundur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti yaptığı işlere, verdiği sözlere sadık olduğunu, ahde vefalı olduğunu göstermediği müddetçe yeni, olası ulusal ve uluslararası barış girişimlerinde saygınlığını yitirmiş olacak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu konuda güvenilir değil. Kürt sorunu konusundaki barış görüşmelerinde görüşmecileri daha sonra terörist yaftasıyla içeri atmıştır. Bu not düşmüştür tarihe.
‘Amacımız zarar vermek olsaydı…’
Peki bu AKP’ye zarar veriyor mu? Yok. AKP’nin umurunda mı? Hayır. Siyasi çıkarlarına uygun mu? Kendilerince uygun. İşte muhalefeti ezmişler, seçimlerden kendilerince güç devşirerek çıkmaya çalışıyorlar. Peki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çıkarlarına uygun mu? Hiç sanmıyorum. Akıllıca bir iş değil. Çünkü AKP geçicidir. Hükümetler geçicidir. HDP de geçicidir. Fakat devletler büyük ve güçlü olduklarını, iktidarlı olduklarını bu tür süreçlerde göstermek zorundadırlar. İdris Baluken 19 yıl hapis cezası aldı. Sırrı Süreyya Önder şu anda Kandıra cezaevinde. Heyetin bir üyesi. Pervin Buldan Eş Başkanımız hakkında 100’den fazla soruşturma ve dava sürüyor. Fırsatını bulsalar hemen içeri atacaklar. Bunlar da barış sürecinin arabulucu heyeti. Bazı çalışmalar vardır ki saygıdır, onurludur, mahremiyeti de o denli ağırdır sorumluluğu. Bizimle birlikte mezara gider. Bizim amacımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hatta AKP’ye zarar vermek olsa sırf bundan dolayı, ilkesiz, onursuz davranabilir bir sürü sırrı ifşa edebilirdik. Bunlar devlet sırrı falan değil.
‘İtibar sarsılmasını etkisini göreceğiz’
Biz kendi saygınlığımıza itibarımıza ve bizden sonra bu çalışmaları yapacak heyetlerin itibarını sarsmamak adına, itibarımızı korumak adına hapse girdik ama zulme uğradık ama öyle bir çiğliğe düşmedik. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de böyle bir çiğliğe prim vermemeli. Yakışmaz. Ömrüm boyunca devletin demokratik olması için mücadele ettim. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılmayan zulüm yok. Ama en nihayetinde devlet son noktaya geldiğinde kendi iç tutarlılığını korumak zorundadır. Bugünkü yargı bu iç tutarlılığı ortadan kaldıran bir tavır sergiliyor. Bunların sonuçlarını daha göremedik. Önümüzdeki günlerde göreceğiz. İtibarın sarsılmasının etkilerini göreceğiz.
‘Sayın denmesine kendisi de karşıydı’
2004- 2005 civarlarında Öcalan’ın avukatları bir basın toplantısı düzenliyorlar. Ben o zaman İHD başkanıydım. Öcalan’ın resmi avukatları bilgilendirme amaçlı bir basın toplantısı düzenliyorlar ve orada müvekkilleriyle ilgili Sayın Öcalan kavramını kullanıyorlar. Bunun üzerine savcılık soruşturma başlatıyor ve mahkeme dava açıyor. ‘Sayın Öcalan’ın Türkiye gündemine girmesi bu şekildedir. Ondan önce kimsenin Sayın Öcalan kavramını kullanmadığını da hatırlıyorum. Daha çok halk önderi, başkan Apo şeklinde ifade ediliyordu. Fakat o mahkemenin tutumuna, yargının tutumuna karşı kampanya başladı o dönem, hatırlıyorum. Ben de avukattım. İnsanlar toplu halde mahkemelere gidip Sayın Öcalan dilekçeleri vermeye başladılar. Ve bir tepki olarak Sayın Öcalan kavramı siyasi literatüre girmeye başladı. Yıllar sonra ben çözüm heyetinin bir üyesi olarak İmralı’ya gittiğimde Öcalan aynen şunu demişti bana ‘Bu Sayın Öcalan lafı bana da çok tuhaf geliyor.’ Kendisini bir devrimci olarak tanımlıyor. ‘ben Sayın Öcalan denmesindense arkadaş yoldaş dense daha memnun olurum’ demişti. Dolayısıyla bunlar Öcalan’ım övmek için ortaya atılmış bir kavramdan çok, bu anlamsız dava soruşturma ve ceza süreçlerine bir tepki olarak Sayın Öcalan kavramı çıktı. Bunun da tutanakları geçmesi açısından belirtmek istedim.
‘Verilmeyecek hesabımız yok’
Türkiye Cumhuriyeti Devleti bakın kredi alamıyor dışarıdan. Bunun tek nedeninin ekonomik göstergeler ya da uluslararası sermaye kuruluşlarının ortaya koyduğu tablo olduğunu mu düşünüyorsunuz? Hayır. Güvenirliği olmayan bir devlete dönüştük. Hukuk üstünlüğü yok. Verdiği, sözü tutmayan bir devlet. Öyle algılanıyor. Borç vermek istemiyor kimse. Kapitalist ülkeler güvenmiyor. Sermayedarlar güvenmiyor. Bu noktaya getiren kim. İşte bu süreç. Bugün bunları anlatıyorum. Hiçbir şey değişmez, kimse bunları dikkate almazsa 10 yıl sonra başka bir siyasetçi benim bu duruşmada söylediklerimi diyecek ki ‘bakın 10 yıl önce 20 yıl önce bu uyarılar yapılmış kimse dikkate almamış ve ülkenin geldiği nokta bataklık’ bunu diyecekler. Yargıda, hukukta, siyasette cesaret dediğimiz şey; geleceği görerek, günlük kaygılara düşmeden ülkenin, çocuklarımızın geleceğini düşünerek risk almaktır. Biz bu riski aldık. Başımıza bunların gelme ihtimali çok yüksekti. ‘Çözüm süreci çökerse biz direk hapisteyiz. Ya da karanlık güçler tarafından ortadan kaldırılacağız’ diye düşündük. Buna da hazırdık. Denendi. İki üç defa suikast girişimi de oldu. Bizden hesap isteniyor. Yaptıklarımızın hesabı. Verilmeyecek bir hesabımız yok.
Biz terörist değiliz. Eminim, vicdanı olan herkes bunu anlamaya çalışıyordur. Kim barış için, akan kanının durması için, yangının sönmesi için bir damla su taşıyabiliyorsa tutumu saygındır. Öcalan da barışa sunduğu katkılar nedeniyle saygın bir iş yapmıştır. Umarım fırsatı olur daha fazla da yapar.”
14 Nolu fezleke
Demirtaş, verilen aranın ardından 2012 yılı Newroz’unda yaptığı konuşma nedeniyle hazırlanan 14 Nolu fezleke hakkında savunma yaptı. “Ben bu fezlekede, 2012 Diyarbakır Newroz konuşmam sırasında yapmadıklarımla suçlanıyorum” diyen Demirtaş, hakkında fezleke hazırlayan savcıya tepki göstererek, “Atılan sloganları engellememek beni kendi memuru zannetmek, savcının haddi değildir” dedi.
Siyasi gelişmelere endeksli fezleke
Demirtaş’ın savunmasının devamı şöyle: “Aslında fezlekede benimle birlikte Altan Tan, Leyla Zana, Nursel Aydoğan ve İdris Baluken de var. Onların soruşturmaları ayrılmış akıbetlerini bilmiyorum. Söz konusu konuşma ve Newroz konuşması 2012 18 Mart’ında gerçekleşmiş ve fezleke ise bundan 3,5 yıl sonra 01.10.2015 tarihinde yani yine 7 Haziran seçimlerinden sonra hazırlanmış. Dolayısıyla siyasi gelişmelere endeksli bir fezlekedir. 7 Haziran seçimlerinde AKP ağır bir yenilgi alıp, sandıktan başarısızlıkla çıkar çıkmaz bir grup savcı da adeta bunun hesabını sormak istercesine iflas etmiş müflis tüccarlar gibi, eski defterleri karıştırıp ‘nereden ne bulabiliriz’ babında buldukları bir soruşturmadır. Savcı kendince zorlama iddiasını fezlekeye yansıtmaya çalışmış, kendini zorlamış ve haddini aşmıştır. Suç uydurabilmek için kanun, hukuk, ahlak dinlememiştir.
Mazlum Doğan işkenceye karşı sembolleşmiş bir isim
Konuşmamda Mazlum Doğan’ı anarak terörü övmüşüm. Mazlum Doğan, işkenceye karşı sembolleşmiş bir isim. Aslında ben vicdanlı, ahlaklı bir savcı olsam bu soruşturmayı açan savcı hakkında, işkenceyi övdüğü için soruşturma açardım. ‘Mazlum Doğan şiddet kullanmış, o yüzden kahramandır’ mı demişim? Mazlum Doğan’ın, Diyarbakır Cezaevindeki işkencelere karşı duruşundan söz etmişim. Savcı niye bundan rahatsız? Bu fezlekede (14 no’lu fezleke) savcı, yaptıklarımdan çok yapmadıklarımla ilgili suçlamalar yöneltmiş. Bunun adı faşizmdir. Ben savcının emrindeki bir kolluk gücü değilim.
Bizler orada hem sokaklara hâkim olup insanları olaysız kazasız belasız Newroz alanına taşımak için çaba sarf ettik, hem de gerçekten her yerden geçerken otobüsten sağduyu anonsu yaparak, insanları Newroz meydanına çağırdık. Sokaklarda, caddelerde gösteri yapın veyahut sokakları caddeleri kesin demedik. Anonsumuzu duyan herkes de oraya geldi. Oradaki emniyet amirlerinin o gün arzu ettikleri şey buydu. ‘Aman şehirde olay çıkmasın şehir dışında basın açıklamanızı yapın’ dediler. Zaten tutanağın sonunda da belirtiliyor. Açıklama yapıldıktan sonra da en küçük bir olay olmadan kitle dağıldı. Anonslarımızla kontrolümüz altında. Asıl provokatör orada hükümet devlet adına hareket eden farklı gruplardı ve mutlaka emniyetin de istihbaratın da içinde bunlar vardı. Diyarbakır Newroz’u bizim açımızdan en küçük bir olay olmadan kutlanmıştır. 2911’e aykırı en küçük eylem işlem propaganda anlamına gelebilecek en küçük bir şiddet; partimizin organizasyonda meydana gelmemiştir.
Tutanağı kabul etmiyorum
Çözüm tutanağında da bilirkişinin tespit ettiği, benim bulunduğum yerde ne bir patlama sesi ne bir olay sesi ne polisin dağılın sesi, hiç bir şey yok. Çözüm tutanağında da yok zaten. Ama olay tutanağını okuduğunuzda resmen savaş meydanına dönmüş bir şehir görüyorsunuz. Tutanağı kabul etmiyorum dediğim gibi çarpıtmadır. Benimle alakası olmayan her türlü bilgi, görüntü CD’si, CD çözümü dosyaya tıkıştırılmış durumda. Dosyanın anlaşılmaz hale, içinden çıkılamaz hale getirilmesi girişiminin bir parçası. Peki Emniyet, bunların içinde ne olduğunu bilmiyor mu? Biliyor. Fakat dosyaya koymuş. Peki bu, mahkemeyi yanıltma girişimi değil mi?”
.Kaynak: MA