Tarih; kendi tercihini yaratmayan, kendisini özgürlüğe götürecek bir yol haritası bulunmayan, demokratik birliğini kuramayan bir halk, ulus, sınıf ve partinin, başkasının dümen suyunda gitmeye mahkûm olduğu deneyimlerine fazlasıyla tanıktır.
Öncelikle unutmayalım; Kürt sorununun çözümünü gündeminden çıkaran her parti, her hareket, her yapı, her devlet Kürtlerin her rengini (biatçı, hain, tırşıkçi vb. dahil) gündeminden, ilgi odağından çıkarır. İktidarın “kendi Kürdüne” bile “uşak” muamelesi yapması, dahası onu “defterinden silmesi” bundandır. Suruç provokasyonunu “yeni Bucakçılar”ın yapmış olması bile bu gerçeği değiştirmez. Bu uygulama Kürtlerin yaşadığı tüm coğrafyanın devletleri tarafından bugüne dek uygulanagelmiştir. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. Irak’ta, İran’da, Suriye’de, Türkiye’de ve tüm Ortadoğu coğrafyasında devletlerin Kürtlere karşı hep benzer biçimde davrandıklarını biliyoruz, yaşıyoruz. Yine çok iyi bilinen diğer bir gerçek de Kürt sorununun çözümü kendini dayatıp egemenlerin gündemine girebildiği ölçüde Kürtlere karşı olan baskı ve soykırım da artıyor. Kuşkusuz bu politikayı sadece “çözüm” kendisini dayattığı süreçler için düşünmek yanlıştır. Kürtleri kazanılmış her mevzide geriletmek, “çözümü” sulandırmak, oyalamayı bir “yöntem haline getirmek” için başvurdukları klasik bir yoldur, yöntemdir. Bu dönemlerde satılmış Kürtlere bile ihtiyaç “duyulmadığı” için onlar da suyu sıkılmış bir limon gibi çöpe atılır. Kürt sorununun çözümü AKP iktidarının gündemden düştüğü için biatçı ve Kürt hainlerine ilgi azalmıştır. Metinerler, Miroğlular, Kızılkayalar gibi kişilerin adlarının unutulmuş olması bundandır. “Zulalarda” katliam yapan, üç-beş kuruşa kendini satan, tefecilikle geçinen, gösteriş için beline silah takma “serbestliğini” elde edip caka satanlar, “devlet kapılar”ında dilenen, “kaideyi bozmaz”. AKP iktidarının amaçları Kürtler ve demokrasi güçlerine karşı “güçlü” görünmektir. Bunun için oluşturdukları “Cumhur İttifakı” daha şimdiden çatladı ve su sızdırıyor. Tırşıkçı Kürtleri bile dışarda tutan ittifak iflah olmamıştır. Ama ne yazık ki halen hainlerin burnu yanmıyor (pozê wan naşewite).
Olayın başka önemli bir boyutu: Suriye’deki çelişkiler derinleşerek devam ediyor olduğundan hem bölge devletleri hem global devletler kendilerine yeni dayanak ve “müttefik” arıyorlar. Herkesi yeni korkular sarmıştır. Kürt-Arap demokratik birliğinin yol alması bölge devletlerinin korkulu rüyası olmaya başlamıştır. AKP iktidarı bu nedenle Kürtleri baştan düşman ilan etmiş bölgedeki halklarla geliştirdikleri demokrattik kazanımları hedefe almıştır. Urfa’da yaşanan olayların bir nedenini de burada aramak gerekir. Suruç’taki provokasyon tesadüf değildir. Suruç’ta benzer amaçla daha önce de meydana gelen kitle katliamları ve provokasyonları gördük. Suruç’ta katliam yapan aileyi Suruç halkının hiç sevmediği, tefecilikle geçinen, devletin rantlarıyla beslenen bir “güruh” olduğu yörede net olarak biliniyor.
En önemlisi Suriye’den Türkiye’ye mülteci olarak gelen Kürtler, AKP iktidarının iki yüzlülüğünü ve Kürt düşmanlığını görmüş, özellikle Kuzey Suriye’ye yönelik yürüttükleri saldırgan tutumu kavramış ve “HDP yanlısı” tutum takınmaya başlayınca iktidar ve uzantıları kudurmuştur. Yeni “Bucaklar” yaratma peşinde koşulmasının bir nedeni de budur. Çillerlerin tecrübelerinden yararlanan AKP iktidarı Kürtlere ve demokrasi güçlerine karşı olan düşmanlığını arttırmaktadır.
Suruç provokasyonunun bir amacı da Suriye’den gelen Kürtler ve demokrat Arapları sindirme operasyonudur. Şenyaşar ailesine yönelik katliam; Rojava’dan gelen demokrat güçlere de bir “gözdağı” amacı taşıyor ve Urfa halkı üzerinde dolaşmaya başlayan kara bir bulut görevini yüklüyor. Tefeci ailenin korumalarıyla güpe gündüz otomatik silahlarla “seçim çalışması” yapması” Çiller tipi” odaklardan aldığı destektendir. AKP iktidarı gerçek bir Kürt-Arap ittifakından korkmaktadır. Bu korku, Rojava’da gelişen Kürt-Arap ittifakının başta Hatay bölgesi olmak üzere tüm Türkiye’deki Kürt-Arap-Türk vb. halklarının demokratik birliğine sıçrayabileceği korkusudur. Sadece AKP’nin de değil, tüm egemen güçlerin de korkusu budur. Suruç provokasyonunun bir tekrarı Hatay bölgesinde meydana gelirse hiç şaşırmamak gerekir. Kürt-Arap ve demokrasi güçlerinin ittifakının sadece Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin yol alması için değil, Ortadoğu’da demokratikleşmenin kalıcılaşması için çok önemli olduğunu AKP iktidarı ve “devlet” de bilmekte ve bu ittifaktan korkmaktadır. Türkiye’deki tüm demokrasi güçleri bu gelişmeyi ciddiyetle ele almalıdır. Yeni provokasyonlara geçit verilmemelidir.