“Ekonomik liberalizm demokrasinin düşmanıdır”*
Burjuva devrimleriyle “Eski Rejimler” [Ancién Régimes] sahneden çekilince, ‘bundan sonra kim, nasıl yönetecek?’ sorusu gündeme geldi. İşçiler, köylüler, esnaflar yönetemez, çünkü cahildirler, kadınlar yönetemez çünkü cahildirler, duygusaldırlar, kolay etkilenirler… dendi. Geriye paralı ve eğitimli olanlar kalıyordu, yani burjuvalar, kapitalistler… Kimin yöneteceği sorusu böylece netlik kazanınca, sıra ‘nasıl yönetilecek?’ sorusuna geldi. Temsilciler yönetecekti ama seçilmek ve seçmek için asgari düzeyde parası olmak, eğitimli olmak ve vergi verebilir durumda olma koşulu dayatıldı. Bu, seçenler de seçilenler de aynı sınıftan olacak demeye geliyordu… İşte yaklaşık 200 yıldır yere-göğe konmayan, Batı demokrasisi de denilen temsili demokrasinin serüveni böyle başladı… İlerleyen dönemde işçilerin ve kadınların mücadelesiyle önce seçme, sonra seçilme hakkı, ‘genel oy’ kazanıldı… Daha doğrusu ‘demokrasi oyununa dahil edildiler’… Fakat gözden kaçan bir şey vardı: Mülk sahibi sınıflar işçi sınıfının artık ‘tehlikeli bir sınıf’ olmaktan çıktığına kani olduklarında seçme ve seçilme hakkını tanıma ‘cömertliğini’ göstermişlerdi… Oysa, geride kalan dönemde ne gerçek bir demokrasi, ne de gerçek bir temsil hiç bir zaman mümkün olmadı… Eğer olsaydı dünya bu günkü sefil durumda olur muydu? İnsanlar mülk sahibi sınıfların kurduğu sefil oyunun birer figüranı olmanın ötesine hiç bir zaman geçemediler… Verdikleri oyun hiç bir zaman reel bir karşılığı olmadı… “Temsili demokrasi” insanları aldatmanın, oyalamanın etkin bir aracıydı sadece…
Türkiye’de 62 yıldır oynanan ‘demokrasi oyunu’ da yukarda özetlediğim “temsili demokrasinin” kötü bir kopyasıydı. İmparatorluk çöküp, padişah sahneden çekilince, bizde de ‘bundan sonra nasıl yöneteceğiz’ sorusu gündeme geldi. 1923- 1946/50 döneminde tek parti diktatörlüğü geçerliydi, dolayısıyla temsilden söz etmek mümkün değildi… TBMM üyeleri Mustafa Kemal tarafından tayın ediliyordu… Aslında aradan geçen dönemde bu konuda kayda değer bir değişiklik olduğu söylenemez… Aradaki yegane fark, o zaman ‘temsilcileri’ bir kişi tayın ediyordu, bu gün bir kaç burjuva partisinin başkanı tayın ediyor… İnsanlar tuhaf birer şirkete benzeyen düzen partilerinden birine oy verdiklerinde, şeyleri değiştirdiklerini, değiştirebileceklerini sanıyorlar… Oyuna geldiklerinin farkında değiller… Zira, kullandıkları oyun hiç bir kıymet-i harbiyesi, hiçbir karşılığı yok! Kullandıkları oyun bir karşılığı yok ama bir de ‘halkımız her zaman en iyi olanı iktidara taşır’ diye bir safsata üretilmiş durumda… Birbirlerinden kayda değer bir farkı olmayan düzen partilerden birine değil de diğerine oy verince, onu iktidara taşıyınca şeylerin seyri ve mahiyeti değişir miydi? Aslında daha iyisi olmayınca, daha az kötü saydıklarına oy veriyorlar… Dolayısıyla doğru yapmanın mümkün olmadığı bir durum söz konusu… Ve tabii her şey kaldığı yerden devam ediyor… Bir başka safsata da şu ‘milli irade’ denilen… Oysa bu günün dünyasında, verili sömürü ve egemenlik ilişkileri geçerliyken, ‘milli irade’ diye bir şey asla mümkün değildir… Milli irade söylemi, mülk sahibi egemenlerin kitleleri aldatmak amacıyla uydurdukları safsatadan başka bir şey değil… Doğrusu milli irade değil, “mülk sahibi egemen, oligarşinin iradesi…”
İnsanlar oy kullandıklarında, oy verdikleri partiye ülkenin varını-yoğunu 4-5 yıl boyunca egemenler hesabına yağmalama, talan etme yetkisi vermiş oluyorlar… [Tabii bal tutan parmağını yalar da denmiştir”… ] Burjuva politikacıları sadece egemen sınıfların sömürü, yağma ve talanını gerçekleştirmiyorlar, müştereklerin, bütçenin ve hazinenin yağmalanmasından da pay alıyorlar… Burjuva siyaseti, kendini, yakınlarını, yandaşlarını zengin etmenin de bir aracıdır… Oy kullanmaya “vatandaşlık hakkının” kullanılması/gerçekleşmesi deniyor… Vatandaşlık hakkı, sömürünün, yağma ve talanının önünü açmak için midir? Bir başka yalan da siyasi partilerin ‘demokrasinin vazgeçilmezleri’ olduğudur… Bu şirket/partilerde demokrasinin küçük bir kırıntısına rastlamak mümkün müdür… Bizzat kendileri demokrasinin inkârı olan bu düzen partilerinin bir de demokrasinin vazgeçilmezleri sayılması rahatsız edici değil mi?
Fakat unutulmaması gereken bir şey var: kapitalizm dahilinde demokrasi mümkün değildir. Zira, demokrasi sosyal eşitliği varsayar. Eğer bir ülkede nüfusun yüzde biri yaratılan zenginliğin %60’ına, %10’u da %90’ına el koyuyorsa, orada oynanan demokrasi oyununun bir kıymet-i harbiyesi olabilir mi?
Lâkin bu kadarı bile kesin değildir. Egemen sınıflar demokrasi oyunu işe yaramaz hale geldiğinde, başka oyunları, işte, diktatörlüğün değişik versiyonlarını (faşizm, Bonapartizm, asker-polis diktatörlüğü ve bunların farklı renkleri…) dayatıyorlar… Şimdilerde Türkiye’de dinci despotizmin dayatılmaya çalışılması, sefil demokrasi oyununun dahi egemenlerin işini görmediği, “bol geldiği’ anlamına geliyor… Bu yüzden 24 Haziran’da yapılacak seçimler farklı bir anlam taşıyor… Seçimler dinci despotizmi dayatmanın ve kurumsallaştırmanın bir aracı olarak görülüyor… Dolayısıyla önümüzdeki seçimler bildik seçimlerden farklı… Kritik sonuçları olabilecek bir tür ‘referandum’… Eğer böyle bir durum ortaya çıkmışsa, oy vermek de dahil, tüm olanakları ve güçleri seferber ederek, bu tehlikeli tırmanışı durdurmak gerekiyor ve bu mümkün… Gerçek bir demokrasiden ancak, politika yapma eyleminin kaşarlanmış profesyonel politikacıların değil, herkesin “şeyi” olduğu durumda söz edilebilir… Ancak o zaman mülk sahibi oligarşinin oyunu bozulabilir…
* XIX’uncu yüzyılın başlarında işçilerin sloganı…
Seçimler dinci despotizmi dayatmanın ve kurumsallaştırmanın bir aracı olarak görülüyor… Eğer böyle bir durum ortaya çıkmışsa, oy vermek de dahil, tüm olanakları ve güçleri seferber ederek, bu tehlikeli tırmanışı durdurmak gerekiyor ve bu mümkün…