AKP iktidarının milli sözcüğünü sermaye çevrelerinin çıkarları için kullandığı biliniyor. Yeni açıklanan Milli Birlik Kooperatifleri ile tarımsal üretimlerin köylünün elinden alınıp şirketlere devredilmesi amaçlanıyor
Yusuf Gürsucu/İstanbul
Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan “Tarımda Milli Birlik Projesi” 25 Nisan 2019 tarihinde Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın katılımı ile Külliye’de açıklanacağı duyuruldu. Yalın Sistem vurgusu ile Türkiye’nin tarımsal yapısı tümüyle değiştirilecek. Milli Birlik Kooperatifi ve özel sektörün yüzde 50 ortak olacağı “Semerat Holding” kurularak tüm kooperatifler bu holdinge bağlanacak ve yine tüm üreticilerin holding kooperatiflerine üye olması zorulu hale gelecek. Türkçesi menfaatler anlamına gelen “semerat” sözcüğünün şirketlere menfaat sağlayacağı çiftçileri ise köleleştireceği açıklamalardan anlaşılabiliyor. Sihirli ve bir o kadar zehirli olan “milli” sözcüğüyle süslenmiş olan “Milli Birlik Kooperatifi” ile küçük çiftçiler, tarım üretimlerinden dışlanacak veya şirketlerin birer kölesi haline gelecekler.
Köylülük tasfiye edilecek
Varlık nedeni sermayeye hizmet etmek olan AKP iktidarı, kamuya ait ne varsa satıp savarken geride kalan bir avuç alanın enerji, maden ve tarım şirketleri arasında pay edileceği anlaşılıyor. Son adımla beraber bu hedeflerinin tutması halinde metalaştırılmamış ve ticarileştirilmemiş hiçbir doğal alan kalmayacak ve küçük çiftçilik tamamen ortadan kaldırılacak. Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın açıkladığı hedefler Türkiye coğrafyasında çok daha büyük sorunları ortaya çıkaracak. Programın önceliklerinden biri olan işçi sınıfının tazminat hakkının üstüne çökülmesi ve işçinin mezarda emekli olabileceğinin sağlanmak istenmesi sermayeyi heyecanlandırıyor. Bir diğer heyecan yaratan durum ise tarımın köylünün elinden alınması ve ham madde deposu olarak görülen doğanın sınırsızca sömürülebilecek olmasıdır.
AKP’nin kooperatif aşkı
Ekrem Pakdemirli’nin Tarım Bakanı olmasıyla birlikte kooperatiflere özel vurgular yapılarak desteklerin sağlanacağının dillendirilmiş olması bir sürprizle karşılaşacağımıza işaret ediyordu. Çiftçilerin sermaye karşısında güçlerini birleştirerek haklarına sahip olmasının bir aracı olan kooperatiflere yapılan güzellemelerle, bu yapıların şirketleştirilerek tüm üretim sürecinin sermaye eline verileceğinin hedeflendiği açıklanan planla açığa çıktı. Son günlerde tek işlevi “pazarlamacılık” olan birçok tüketim kooperatifinin ortaya çıkmış olması kooperatiflerin yanlış algılanmasına yol açarken iyi niyetle yapılan bu girişimlerin, iktidarın tarımın tekelleşmesine yönelik hazırlık adımları için bir kaldıraç işlevi gördüğü ise söylenebilir.
Topraksızlar Hareketi
Bugün dünya üzerinde tarımın tekelleşmesine karşı direnen ya da bu tekelleşmeleri boşa çıkarmayı amaçlayan mücadeleler varlığını sürdürmektedir. Özellikle G. Amerika’da uzun yıllardır köylü ayaklanmaları yaşanmaktadır. Bu mücadelelerin sürdüğü ülkelerden biri olan Brezilya’da Topraksızlar Hareketi olarak bilinen, Topraksız Kır İşçileri Hareketi’nin (MST) en önemli özelliği zenginlerin ve devletin elinde olan geniş tarım topraklarına el koyarak oluşturdukları komünal yapılarla ve kurdukları kooperatiflerle üretimler yaparken sağlık, eğitim gibi sorunlarını da kendileri çözebiliyor olmalarıdır. Uygulamaları özyönetim modeline denk düşmesine karşın üretimlerini değerlendirme biçimleri ise sistem içi bir yol izlemektedir.
Mondragon kooperatifi
İspanya’nın kuzeyinde varlığını halen sürdüren Mondragon kooperatif sistemi, kooperatif hareketinin ve kapitalizm koşullarında komünal ekonominin en önemli ve başarılı örneğidir. Bugün korkunç bir kapitalist kuşatma altında olmasına rağmen birçok zorlukla birlikte süren komünal yaşamın en büyük açmazı ise kapitalizme yönelik geniş örgütlenme perspektifinden yoksun olmasıdır. Oysa staratejik en önemli hedef kapitalizmin bertaraf edilmesi olmalıdır. Kapitalizm üreticilerin yani emeğin üretim araçlarından ayrılmasını, hem emek sömürüsünün hem de doğa sömürüsünün sürmesini sağlamak amacıyla hareket eder.
Köleliğe karşı örgütlü tepki!
Kapitalist ülkelerde kooperatifler şirket mevzuatı içinde değerlendirilir. Bu durum Türkiye’de de böyledir. Kooperatiflerin birer şirkete dönüşmesi halinde ise çiftçiler bu kooperatiflerde birer köle haline getirilir. Bu yolla üretim yaptıkları kadim topraklar şirketlerin malı haline gelir. AKP tarafından hazırlanan ‘Tarımda Milli Birlik Projesi’, tarım üretimleri ile tarım arazilerinin tamamen şirketlerin eline teslim edilme sürecinin son halkasıdır. AKP’nin bir holdinge bağlayacağını açıkladığı kooperatiflere tüm çiftçilerin üye olmasının zorunlu hale getirilmesine karşı örgütlü bir tepki oluşmaması halinde sermaye köleliğinden başkaca bir sonuç ortaya çıkmayacaktır.
Demokratik kooperatifler
Kooperatif modelleri içinde üretici kooperatifleri özel bir yer tutar. Üretici kooperatiflerinin üzerine kurulan birlikler ve tüketim kooperatifleri ise süreci olumlu anlamda besler. İçinde bulundurduğu karmaşık gibi görünen yanlarına rağmen kooperatifler demokratik yapılardır. İktidarın yalanla bezenmiş adımına direnerek demokratik koopretifleri ortaya çıkarmak yaşamsal düzeyde önemlidir. Mevcut koşullarda dahi kooperatifler yoluyla tekellere karşı direnmek ve savaşmak mümkündür, ancak kooperatiflerin üreticilerin inisiyatifinde olması temel olandır. Bunun dışında üreticilerin varlığını sürdürmesi bugün yaşanan ve aşılması mümkün olmayan sorunlarla baş etmesi olanaksızdır. Kooperatifler tekelci sermayeye karşı küçük toprak sahipleri ile topraksız köylüleri savunabilecek sınanmış yegane yol olarak değerlendirilmelidir. Kooperatifler köylünün mülkiyet hakkını yok etmeden ‘toprağın bölünüp parçalanmasını önleyebilecek’ tek demokratik seçenektir.
Özyönetimler bir zorunluluk
Kapitalizm koşullarında özerk bir alanda hakimiyetiniz yoksa kooperatifler etrafında antikapitalist iddia ile yapılacak olan bir üretim, eninde sonunda kapitalizme teslim olur. Bugün kapitalizmin yaşamı yok eden ve yayılmacı yüzünün daha net görülmeye başlandığı günlerden geçmekteyiz. Bu nedenle komünal- ekolojik bir yaşam talebi daha görünür ve kabul edilerek arzulanan bir hedef olarak karşımızda durmaktadır. Bize düşen ise bu hedefi büyütmek adına daha yoğun bir örgütlenme ve özyönetimsel üretim alanları yaratarak anti kapitalist bir yaşamın mümkün olabileceğini emekçi halklara göstermek olmalıdır. Sermaye eliyle yapılan üretim süreci emek sömürüsü ve doğa sömürüsünün peşi sıra, kooperatifleri kapitalist üretimlerin içine alır ve onun bir parçası haline getirerek tarımı tekellerin eline teslim eder. Demokratik kooperatifler, kapitalizmin mono kültürel ve GDO’lu üretimlerine göre çok daha üretkendir. İnşa edilmesi bugün bir zorunluluk halini alan özyönetimler altında oluşturulabilecek merkezlerde yerel tohumların çoğaltımı ve uygulanma olanakları yaratılmak zorundadır. Bu durum tohum tekellerine bağımlılığı azaltır ve özerk üretimler mümkün hale gelir.