Ergin Atabey*
Jan Dost’un “Kobanî” isimli romanını okumuş, üzerinde tartışırken; Nasır Yağız, dirençli ve coşkulu sesiyle tartışmamıza katıldı ve şu sözleri hücremizde yankılandı: “Sanat, toplumun acılarını, sevinçlerini ve direnişlerini ortaya koyar, topluma ayna tutar.” Hücremizde yankılanan bu ses, edebiyat üzerine yürüttüğümüz tartışmaya da yön verdi. Edebiyat, hakikati edepli araştırmak, bulmak ve inşa etmektir. Çünkü edebiyat hakikat arayışı sonucu ortaya çıkmış ve özgür yaşamın inşasında rol oynamıştır. Bu nedenle edebiyat, etik ve estetikle iç içe yoğrulmuştur. Edebiyat birey eksenli olmadığı gibi etik ve estetik de bireysel beğeniye göre oluşturulmamıştır. Etik, toplumsal yaşamın nasıl daha iyi ve doğru yaşanabileceğinin ölçülerini ortaya koyarken, estetik ise yaşamın nasıl daha güzel yaşanabileceğinin ölçülerini oluşturur. Bu anlamıyla hakikat arayışının bir yolu, yöntemi olan edebiyat, yaşamın iyi, güzel ve doğru ilke ve ölçülerini ortaya koyar. Bu da edebiyatı ahlaki ve politik kılıp, toplumsallaştırır.
Xanî’nin özlemi
Kapitalist modernite toplumsal ahlak ve politik niteliğinden boşalmış bireyci ve hastalıklı bir edebiyat türünü yarattı. Böylece bireyci bir edebiyat türü serpilip gelişti; neredeyse her yeri etkisi altına aldı. Romanımız her ne kadar E. Xanî ile başlasa da, sömürgeleştirilmiş toplum olmaktan kaynaklı edebiyat ile bağımız neredeyse kopma noktasına geldi. Çünkü edebiyat özgür düşünen zihin, ahlaki ve politik niteliğine bağlı olarak ancak gelişebilir. Fis ovasından başlayan Amaralı hakikat arayışı, hem E. Xanî ile aramızdaki bağı kurdu hem de genel bir edebi süreç başlattı. Amaralı bu diyalektiği “E. Xanî’nin istem ve özlemini yerine getiriyoruz” diye tanımladı.
Edebiyat taklitçiliği
Ancak sömürgeleştirilmiş toplum olmanın sonucu olarak bir de kapitalist modernite özentili, küçük burjuva, bireyci ve hastalıklı bir edebiyat taklitçiliği de boy verdi. Bu kesim, tarafsızlık adına bir taraftan Fis ovasından başlayan hakikat arayışına mesafeli duruyor, öte yandan açığa çıkan değerleri kendine malzeme yapıp, her şeye karşı çıkıyor. Bu nedenle büyük bedellerle açığa çıkan hakikati küçümseyip çarpıtıyor. Edebiyat egosunu tatmin etmenin ve sömürgecilerin sofrasında kendine yer edinmenin aracı olarak kullanıyor. Oysa tarafsızlık diye bir olgu yoktur. Her sözün, eyleyişin, konumlanışın bir tarafı vardır. Yine her politik roman hakikati aramıyor, inşa etmiyor.
Bizim Kobanî değil
Jan Dost’un “Kobanî” romanı da politik ve Kurdi bir romandır. İnsan “Mijabad” ve “Mirname” romanlarındaki edebi tadı almak için eline alıp okumak için sabırsızlanabiliyor. En önemlisi de yakın tarihimizi ve bugünümüzü halen etkileyen Kobanî’yi anlatıyor. Ancak okudukça insan fark ediyor ki, anlatılan “Bizim” Kobanî değildir. Bu, Jan Dost’un politik bakış açısı ve konumlanışından ileri geliyor. Bir hakiki Kobanî vardır. Bu, Arînlerin, Gelhatların adımladığı, nefes alıp verdiği ve toprağına düştüğü Kobanî’dir. Bir de diğerlerinin Kobanîsi vardır. Örneğin çeteci hilafetinin Kobanîsi – Eynel İslam’dı. Çeteci hilafetin işbirlikçisinin ise ‘Ha düştü, ha düşecek Kobanî’siydi. “Kobanî” romanından anlaşılıyor ki, Jan Dost’un Kobanî’si de vardır. Dost’un anlattığı Kobanî’yi daha önce Semalka kapısını kapatan, hendekler kazıp, analara saldıran anlayıştan duymuştuk. Yine kendilerine Surî muhalefeti diyen kesimden de duyuyoruz.
Umutsuzluk ve hiçlik
Jan Dost’un Kobanî’sinde 2011’den önce devrim adına bir şey yoktur. Romanda bunun izine rastlanmaz. Sanki Amaralı yirmi yıl iğneyle kuyu kazarcasına bir şey yapmamış. Yine Şilanlar, Fuatlar, Xebat Dêrikler ve Rustem Cudiler gibi hakikat arayışçıları yokmuş gibi bir Kobanî anlatısı esas alınmıştır. Zaten tam da bu nedenle “Kobanî” romanı, yazarın dünyasındaki Kobanî’dir. Biraz da bu nedenle olsa gerek, roman karamsarlık, umutsuzluk ve hiçlikle son bulmaktadır. Yazık!
* Bolu F Tipi Cezaevi