Ahmet Tulgar-Pazartesi söyleşisi
Kemal Can, siyaset gazeteciliği alanında genç denilebilecek kuşağın en iyilerinden biri. Çok kurumda beraber çalıştık. Analiz yeteneğini bilirim. Kemal Can’la seçim sonrasının Türkiye siyasetini konuştuk.
Evet, yerel seçim bitti. Gürültüsü de diniyor. Şimdi Türkiye siyasetini önümüzdeki dört yıllık vadede en fazla etkileyecek üç projeksiyon yapabilir misin?
Üç önemli sonuçtan bahsedip bunlara dair projeksiyonlar yapayım istersen. Birincisi, referandumda kısmen, 24 Haziran’da daha belirgin biçimde oluşan iktidarın yenilmez olduğu fikri önemli ölçüde dağıldı. İkincisi, 2011 yılından itibaren yavaş ama düzenli biçimde başlayan iktidarın güç kaybı önemli bir eşiği aştı ve görülebilir bir düzeye ulaştı. Üstelik, bu gerileme konjonktürel etkiler yanında yapısal bazı sorunlarla da destekleniyor. Üçüncüsü, seçim sonuçlarıyla iktidar ittifakı ve o ittifakın da arkasında olan çok parçalı koalisyonun yönetememe krizi belirginleşirken, gelmekte olan sert şartlar için gerekli enerjiyi sağlayamadı. Bu üç sonuçtan kaynaklanan üç projeksiyon şöyle sıralanabilir: İktidar siyasi belirleyicilik tekelindeki aşınmayı dünya ve Türkiye bağlamında dışarıya yumuşak, içeriye sert bir cevapla karşılamaya yönelebilir. Bir süredir erimesini yavaşlatmaya yarayan ikna ediciliğini kaybeden AKP tabanındaki dağılma hızlanabilir. İktidar bu tabloyla 4.5 yıl seçimsiz ilerleyemez.
Sence bu seçim öncesinde iki tarafta oluşmuş ittifakların ikisinin de kalıcılaşma ve olur ha genişleme olasılığı var mı? İktidar ve muhalefet cephesi genel seçimlere aynı formasyonla katılır mı?
İttifaklar formülü, iktidarın sürekli çoğunluk garantisi olarak gündeme gelmişti. Milliyetçi-muhafazakar sağ seçmen kalabalığının ezici çoğunluğunun iktidar için çok güçlü bir güvence yaratacağı, kutuplaştırma siyasetinin de değişmez bir konsolidasyon üreteceği varsayılmıştı. Bahçeli tarafından Erdoğan’a verilmiş hediye gibi duran ama aslında bir tür siyasi tuzak da içeren başkanlık sistemi de bunun parçasıydı. Erdoğan’ın en güçlü savunma olarak razı olduğu veya heves ettiği bu proje işlemedi. AKP hikayesinin yerine konmak istenen, ittifakla tahkim edilmiş Erdoğan hikayesi karşılık bulmadı. Önce yüzde 60’ın üzerinde olacağı varsayılan sağ blok çatladı, ardından da ortak bir siyasi zemin kuramasa bile bu yeni iktidar şekline itiraz edenlerin direnci konsolide oldu. Aslında 2014 yılından beri yapılan bütün seçimlerle Erdoğan, bu yeni hikayenin referandumunu tekrar ettiriyor. Ve aslında her seferinde karşı yüzde ellinin duvarına çarpıyor. Bu anlamda, iktidarın ittifakı da, onun karşısındaki taktik ittifak da çok dengeli ve güçlü değil, birbirine göre şekilleniyor.
İstanbul seçim sonuçlarının netleşmeye başlamasıyla birlikte AKP sarsıntılı ve kesintili hamlelere kalkıştı. AKP hazırlıksız mı yakalandı ve sonrasında belirlenen tavır ortak bir kararın ürünü müydü? Yani en azından Cumhurbaşkanı, Yıldırım ve birkaç kişi daha özelinde? Yoksa bunlar arasında da bir çelişki sezdin mi?
İktidarın seçim sonuçlarına verdiği tepkilerdeki dağınıklık ve bozgun havası, aslında seçim kampanyasındaki zayıflıkla da uyumlu. Evet bir hazırlıksızlık, bir beceriksizlikten, seçilen yanlış stratejinin ve özellikle seçim sonrası için bu stratejiyi uygulayan aktörlerin yetersizliği, etkisizliğinden bahsetmek mümkün. Ancak ben hem seçim kampanyasını biçimleyen, hem de seçimden sonra verilen tepkilerin bir seçim olduğu kanaatinde değilim. Daha çok mecburi bir yoldu, başka bir seçenek de yoktu. Fakat, elbette bu yöntemlerin uygulama dozunu farklı düşünen, bazı kapıları açık bırakmak isteyen, başka seçenekleri yaratmaya çalışan ekipler, kişiler olabilir. İktidar yanlısı basında böyle farklılıklar ortaya çıktı. Ancak, artık iyice dar bir grubun oluşturduğu iktidarın karar vericileri arasında böyle bir fark olduğunu düşünmüyorum. Sadece, Erdoğan seçim kampanyasında olduğu gibi, seçim sonrasında çok öne çıkmadı. Kapışma varsa bile daha dış çemberde oldu.
AKP, hâla içinde bir toparlanma, bir silkinme yapabilecek bir potansiyele sahip mi, yoksa şu andaki hantal görünümü daha mı belirginleşecek?
AKP epey önce -bence 2011’den itibaren- bir parti olma vasfını kaybetmeye başlamıştı. 2015 sonrasında iyice netleşti, yeni ittifak ve “başkanlık” hikayesiyle tamamen bitti. Dolayısıyla, mevcut halinin yapılacak bir manevra ile kendini yenilemesini, hikaye kurup bunu iddialı bir hale getirmesini pek mümkün görmüyorum. Bence, kaçınılmaz erime süreci devam edecek. Bu sürecin ne kadar yavaşlatılabileceği ve içinden yeni alternatifler çıkıp çıkmayacağı çok sayıda değişkene bağlı. Ancak, şunu da söylemek gerek, AKP’de temsil edilen kalabalığın hesaba katılmadığı bir siyaset tasarımının da sonuç alması zor.
Senin bir yurttaş ve bir gazeteci olarak bundan böyle CHP’den ne gibi beklentilerin olacak? Bir beklentin olacak mı? CHP’nin bu dört yıllık süreçte öncelikli adımları ne olmalı?
CHP ve özellikle de Kılıçdaroğlu’nun referandum sürecinden başlayarak çok eleştirilmesine rağmen başarısız sayılamayacak taktik hamleler yaptığını düşünüyorum. Evet, açık bir cesaret göstermek, çok güçlü alternatifler önermek, çok etkili bir muhalefet dili kurmak gibi aslında beklenen ve hatta gerekli olan çıkışlardan kaçındı. Ama bunların eksiğini kısmen kapatabilecek ortak bir muhalefet zemininin kapılarını açık tutma konusunda sonuç alabildiğini düşünüyorum. Bunu da hayli riskli biçimde partiyi ve liderliğini epey geri çekerek yaptı. Referandum kampanyası, 24 Haziran’da en katı CHP seçmenine bile kabul ettirilmiş stratejik oy meselesi ve 31 Mart’ta HDP’nin tavrı taban düzeyinde CHP için “açılım” anlamına gelecek süreçler. Bu nedenle, CHP’nin taban dinamiklerinde katı kimlik önceliklerinin biraz daha gevşediğini düşünüyorum. Eğer merkez yönetimi bu değişime direnç göstermez, hatta biraz daha cesaret verirse aşağıdan yukarıya doğru önemli bir siyasi ivme oluşabilir.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, bundan böyle Türkiye siyaseti için ne ifade edecek sence?
Ekrem İmamoğlu’nun 31 Mart sonuçları açısından partisinin de üzerinde bir performans gösterdiğini kabul etmek lazım. İktidar bloğu ile muhalefet arasında İstanbul’da ciddi bir oy makası varken bunu kapatmak, üstelik neredeyse hiç tanınmayan bir ilçe belediye başkanı olarak bunu başarmak önemli. Ayrıca, CHP İl Teşkilatı’nı da katarak başarılı bir yerel kampanya yürüttüğü de ortada. Ancak, benim açımdan İmamoğlu’nun gösterdiği duruş farkı aldığı sonuçtan daha ilham verici. Mesela, Mansur Yavaş gibi, HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli ile ilgili Hürriyet gazetesinin yalan haberinin üstüne atlamadı. Seçimden sonra da olsa Selahattin Demirtaş’ı takdir ettiğini söyledi. Bazıları yine eleştirse de kutuplaştırma alanının dışına çıkılarak durulabileceğinin simgesel örneklerini taklit çiğliğine düşmeden verdi. Bağırıp çağırmaktan daha başka yolların da etkili olabileceğini düşündürdü. Ancak, İmamoğlu henüz bu farklı duruşun devamı olarak yeni bir söz söylemiş değil. Yani bir duruş farkı görüyoruz ama henüz yeni bir dilden bahsedemeyiz.
Selahattin Demirtaş ve Ekrem İmamoğlu, 10 sene sonrasına ilişkin bir projeksiyon yapacak olsan nerede olurlar? Bu okurların pek seveceği bir soru oldu. Ama ben de merak ediyorum tahminini.
Bulunduğumuz noktadan göremediğimiz çok önemli yeni gelişmeler olmazsa her ikisinin de siyasette uzun ve kalıcı rolleri olacağını söylemek mümkün. Demirtaş, “seni başkan yaptırmayacağız” çıkışında olduğu gibi, hapishaneden gönderdiği mesajla da siyasi etkinin imkanlarla sınırlı olmadığını gösterdi. Ketıl mesajlarıyla, pek çok imkanla bezeli siyasilerden daha etkili müdahaleler yapılabildiğini gösterdi. İmamoğlu da, hemen her gün hemen her televizyonda ve defalarca konuşan, bilinen değil artık ezberlenen biri karşısında, genel kamuoyu tarafından hiç tanınmıyor olmasına rağmen büyük bir başarı sağladı. Önemli bir umutsuzluk iklimini değiştirdi. Dolayısıyla, bu iki ismin bu özellikleri nedeniyle ve galiba bu özellikleri sayesinde sağladıkları sempatiyle çok kalıcı ve etkili aktörler olması beklenir. Belki ileride onları bu etkide yan yana gördüğümüzde barış dili de güçlenmiş olur.
AKP’nin Kürt kentlerinde ve ilçelerinde seçimi kazananların yerine kendi adaylarını başkanlık koltuğuna oturtması kısa ve orta vadede ne gibi sosyolojik komplikasyonlara neden olur?
Zaten daha önceki kayyım uygulamalarıyla seçmen iradesini hiçe saymak konusunda ağır bir sicili var AKP’nin. Şimdi YSK’ya yaptırdığı gasp hamlesi bu etiketi kalıcılaştıracaktır. Ayrıca, hem belediyelerin gasp edildiği şehirlerde hem de Türkiye’nin her yerinde, daha önceki kayyım uygulamalarını güvenlik politikalarına bağlayarak açıklama ve elde edebildiyse sağladığı inandırıcılık da ortadan kalkacak. Yani gasp hukuksuzluğu, haksızlığı yanında ahlaken de daha geniş bir çevrede mahkum ediliyor, edilecek. Zaten seçim sonrasındaki tutumu ile kendisi için meşruiyet ve güç kaynağı olarak gösterdiği seçim sandığını ve milli irade söylemini fazlasıyla tahrip etmiş durumda. HDP’nin açık ara kazandığı belediyelere el koyması bunun açık göstergelerinden biri olarak algılanacak.
Sık sık sosyal medyada AKP’li kimi belediye başkanlarının ve kayyumların israflarına ve bıraktıkları borç yüküne dair haberler oluyor. AKP dönemi ile bir yüzleşme mi başlıyor?
Bu tablo da önceki soruda söylediğim algıyı pekiştirecektir. Üstelik, bu şehirlerdeki insanların sadece siyasi iradelerinin değil paralarının da gasp edildiğini düşünmelerine yol açacaktır. Kayyım belediyelerinin her birinde ortaya çıkan akıl almaz borç yükü ve israf görüntüleri zaten fazla inandırıcı bulunmayan “ama hizmet yaptılar” iddialarını da iyice çürütecektir. İstanbul’da büyük bir panik halinde kayıtların incelenmesini yargı kararıyla durdurma gayretleri de bu görüntüyü destekliyor. Hatırlanırsa, CHP döneminin İSKİ skandalı mevcut iktidar tarafından senelerdir kullanılıyor. Şimdi, sadece 17 yıllık iktidarın değil 25 yıllık yerel yönetim iktidarlarının da sorgulanacağı bazı verilerle karşılaşabiliriz. Umarım muhalefet bu konuda sahte bir uzlaşmacılığa, “devri sabık yaratmama” uydurmasına fazla prim vermez.
Muhalefet partileri, üzerlerindeki HDP kompleksinden kurtulmaya başladı mı? Bu yönde emareler görüyor musun?
Bence bu kompleks veya tereddüt tabanda daha hızlı dağılıyor. Hala parti kadrolarını etkileyen milliyetçi refleksler epey etkili elbette ama yavaş ve düzenli olarak bu etkinin zayıfladığını görüyorum. Bu süreçte, referandum da ve seçimler de stratejik tutumlar sayesindeki mahcup yan yana gelişlerle ilerledi, temas yaşandıkça alerji azaldı. Ancak, iktidarın muhalefetin zayıf karnı olarak düşündüğü bu alana ölçüsüz biçimde saldırması ve ötekileştirici dili abartmasının da önemli katkısı olduğu düşünülebilir. Yani, iktidarın muhalefeti dağıtmak için kullandığı argümanlar biraz ters sonuç verdi. Mesela, HDP yerel seçimin en konuşulan partisi oldu. 31 Mart sonuçlarında HDP’nin oynadığı kritik rol, henüz açık bir teşekkür olarak dillendirilmese bile muhalefet seçmeni tarafından net biçimde fark edilmiş durumda. Bunun siyasi sonuçları sürecektir.
HDP bu seçimlerdeki stratejisi üzerine bundan sonra ne bina edebilir?
HDP 31 Mart’ta siyasi imkanlarla siyasi etki arasında doğrudan bir ilişki kurmanın yanlışlığını gösterdi. Bu ülkede en çok baskı gören, saldırı altında olan, yok farz edilen, suçlanan, sıkıştırılan, hiçbir hareket alanı bırakılmayan bir siyasi aktör, çok büyük bir siyasi sonucun, iktidarın yenilmesinin baş aktörü oldu. Bu hem iktidarın şiddet politikası, hem de HDP üzerindeki baskılar nedeniyle sözünü duyurmakta zorlanan HDP’de “Türkiyelileşme çizgisi” ve yakın “demokratikleşme” hedefini yeniden canlandırabilir. Bazı merkezlerdeki oy ve belediye kayıpları, bölgede bir politika ve strateji yenilemesi ihtiyacını gösteriyor, yakın dönemde bu ikili siyaset bir mecburiyet olarak devam edebilir ama genel olarak bütün muhalefetin, demokrasi ve barış özleminin sağladığı moral takviye HDP için de stratejiyi ilerletmek için hareket imkanlarını artıracaktır. Belki bu anlamda “her şey bizimle ilgili” düşüncesinden, “biz her şeyde etkiliyiz” hissine geçmek önemli bir aşama.
Bir erken seçim olabilir mi, olursa ne olur?
Ben 31 mart sonuçlarının Erdoğan’a her seferinde enerji toplamasına yarayan ve bu yüzden sürekli tekrar edilen diğer seçimler gibi bir enerji sağlamadığını, bu yüzden de 4.5 yıl seçimsiz devam etmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Fakat, çok çok erken bir seçim de beklemiyorum. Çünkü, Erdoğan 7 Haziran’a göre hazırlık ve donanım açısından daha zor durumda. Elbette, bir diğer faktör de, iktidarın arkasındaki koalisyonun nasıl bir hesap yapacağı.
Baş sorumlu Erdoğan
Bu son yerel seçimden sana en ilginç gelecek beş çehre çekip çıkaracak olsan, bunlar kimler olur?
İlginç ve yeni olmasından değil ama Türkiye’deki bütün belediye başkanlıklarına aday olmuş gibi kampanya yürüten Erdoğan’ı başa koymak gerekir. Çünkü, belki başka suçlular bulup cezalandıracak ama seçim sonuçlarının baş sorumlusu Erdoğan. İktidar kanadında ikinci olarak çok öne çıkartılan ve iktidara mecburiyetlerini hatırlatan Süleyman Soylu’yu da listeye eklemek gerek. Bir de, biraz kurban figür olarak Binali Yıldırım’dan bahsedilebilir. AKP’nin ve seçmeninin çaresizliğinin sembol resmi, çehresi gibi. Seçim sonrası için de, iktidarın neden kaybettiğinin anlaşılmasına katkısıyla, tartışmasız biçimde AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Uysal. Muhalefet tarafında ise, aldığı ilginç sonuç ve gösterdiği performansla İmamoğlu’nu görmemek olmaz ama şaşırtıcı bir azim ve kararlılık ortaya koyan muhalefet partilerinin teşkilatları ve CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nu da listeye yazarım. Sayı arttı ama Selahattin Demirtaş’ı da söylememeye gönlüm razı olmaz.