20 yıldan fazla bir zaman önce, üç öğrenci arkadaşımla beraber tuvalette saklanmıştım. Gazdan etkilenmemek için yemenilerimizle burunlarımızı kapatmıştık fakat biber gazı kapının altından sızıyordu. Öğrenci sendikası seçimleri hükümetin hoşuna gidecek şekilde gerçekleşmemiş, coplar ve gaz bombalarıyla silahlanmış güvenlik görevlileri kampüse saldırmıştı. Derken, güvenlik araçları kampüsün etrafında dolaşıp, öğrencileri rastgele yakalayıp dövmeye başlamıştı. Nihayet kampüs temizlendiğinde öğürerek dışarı çıkmıştık.
Hatırlıyorum da kampüsün doğusundan Nil Nehri üzerinden eve gitmeye çalışan, bu arada öksüren, ağlayan, nefes alamayan öğrencilerden oluşan kuyruklar halindeydik. Güvenlik görevlileri sokakta durmuş, ellerinde coplar ve sopaları rastgele sallayarak öğrencilere saldırıyor, aşağılama dolu hakaretlerini aramızda paylaştırıyordu. Geçip gittiğim sırada erkek bir öğrenci arkasından darbe aldı. Sendelemişti. Görevli dalga geçercesine “Kahramanlar nerede” demiş ve öğrenciyi tekrar dövmeye başlamıştı. “Ben de sizi kahraman sanıyordum?” Genç adam darp edildikten sonra arkasına hiç bakmadan yürüyüp gitti.
O zaman başımıza gelecekleri bilmiyorduk fakat sonrasında bir sene boyunca üniversiteye geri dönemedik. Ömer el- Beşir rejimi üniversiteyi kapattı, öğrenci hareketi tarafından tetiklenebilecek kitlesel protestoları göze almak istemiyordu. Zamanla geri dönmüş olsak da birçok öğrenci ya okulu bırakmıştı ya da ortadan kaybolmuştu. İşe yaradı da. Şiddet ve yeniden seçimle birlikte askeri rejim hayatta kaldı. Önümüzdeki haziran, “kurtuluş devrimi” nin 30’uncu yılı olacaktı. Fakat şimdilerde dördüncü ayına girerek gittikçe güçlenen halk ayaklanması, Beşir’in 30’uncu yıldönümünü kutlamasına engel oldu. Her diktatörün rüşvet, vahşet, cinayet, işkence ve gözaltılarla yarattığı büyüyle uzayan görev süresi bir gün son bulur. Bu bir kere oldu mu, analizlerin ötesine geçer.
Binlerce insan rejimin son bulması talebiyle Genelkurmay Başkanlığı’nın önünde neredeyse bir hafta boyunca oturma eylemi düzenledi. Fakat belirleyici an kısa bir zaman önce, hükümetin temel ihtiyaçları karşılayamadığı, ülkenin rekor enflasyonla beraber ekonomik krize girdiği, benzin kıtlığı ve bankaların likidite darlığına düştüğü zamandı. Geçmişte yoksullar ayağa kalktığında, tarihsel olarak bunun acısını (uslu durursa) en az çeken orta sınıf ayaklanmaya katılmazdı. Fakat yoksulluğun aşındırıcı etkisini daha fazla hane yaşamaya başladı ve Beşir’le pazarlık defteri tamamen kapandı. Bir hükümet ya baskıcıdır ya da yoksullaştırıcıdır, asla aynı anda ikisi birden değildir. Ekonomik kriz mülksüzleşme hissini yaygınlaştırdı ve nihai olarak politik bir isyanı tetikledi.
Öfke de farklı bir biçim aldı; on yıllar süren baskının son bulmasını istiyor ancak bir çeşit ulusal uzlaşıya ulaşmayı da talep ediyordu. Hartum’daki oturma eylemlerinin görüntüleri, yıllardır kaybedilmiş olan ülkeyi yeniden ele geçirme dürtüsünü tetikledi. Beşir’in insan hakları ihlalleri, hükümetin kendi dinsel ve askeri şablonundan ayrı olan ulusal kimliği tahrip etmeye doğru ilerledi.
Kurtuluş devrimi, Sudan halkı içindeki etnik farklılıkları abartan, geniş bir patronaj ağının ihtiyaçlarını karşılayıp yığınları yok saydığı kültürel bir projeydi aynı zamanda. Geçtiğimiz günlerde, askerler gözyaşları içinde saf değiştirerek göstericileri desteklemeye ve güvenlik güçlerine karşı korumaya başladı. Klasik eski şarkılar ve ilahiler, küstah bir mizahla birlikte Beşir hükümetinin son kullanım tarihini yeniden belirledi. Şeriatın ağır baskısının içine doğmuş ve bunu deneyimlemiş kadınlar, geleneksel giysileriyle ortaya çıkarak eski adetlere karşı geldi. Gönüllüler yiyecek ve su getirdi, bunların hepsi sosyal medyada belgelenmiş durumda.
Bir yandan nostaljik fakat öte yandan modern bir ayaklanmaydı. Ucundan kıyısından geçmişe tutunuyor fakat diğer yandan bunların artık sürdürülemeyeceğinin de farkında. Ordudaki taraf değiştirmeye karşın Beşir’in ordu tarafından devrilmesi ise ordunun yönetimi ele geçirme niyetinin bir yansıması. Bu Sudan için kötü haberdi çünkü hiçbir generalin sicili Beşir’inkinden bağımsız ve temiz değildi.
Sudan aynı zamanda Beşir’den bağımsız olarak da var olan etnik ve kabileler-arası gerilimlere sahip. Varlıklı sınıfın suç ortaklığı olmadan Beşir asla bu kadar uzun süre hayatta kalamazdı. Ön saflarda bulunan kadın ikonografisine karşı hükümetin kadınları kurban etmesi ise kadın düşmanlığı ile doldurulmuş bir toplum tarafından beslenmişti. Fakat bir ülkenin böylesi anlarda bir vizyonu koruması, kendisinin ilham verecek idealize bir halini ortaya koyması gerekir. Dünya, Sudan halkının, insan hakları endüstrisinin yapamadığı şeyi, zafere ulaşıncaya kadar kamp kuruşunu, slogan atışını, üstüne yağan mermileri savuşturuşunu ve nihayet Ömer el-Beşir hükümetinin devrilişini izledi. Hâlâ geleceğe ilişkin bir plana ihtiyaç var, fakat aynı zamanda ayaklanmanın bir parçası olanlar yıllar önce üniversitede kuşatıldığımız zaman güvenlik görevlisinin bize sorduğu soruyu da yanıtlamış oldu. İşte kahramanlar burada.
*Guardian’daki orijinalinden Mert Arslan tarafından çevrilen bu yazı Sendika. Org’dan alınmıştır.