“İnsanların beyin tembelliğine dayanarak hareket edin. Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır. Bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, halk o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser. Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur. Çünkü halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır. Hatalı olduğunuzu ya da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin. Asla kabahat ve suç üstlenmeyin. Kendinizi savunmak yerine karşınızdakileri sürekli savunmada bırakın. Sadece rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın…Önemli olan aydınlar değil kitlelerdir. Çünkü onları kandırmak kolaydır… Bana vicdansız bir medya temin edin; size bilinçsiz bir halk sunayım.” Bu sözler siyaset tarihinde yalan üzerine kurulu siyasete yön vermiş, uygulamalarıyla kendinden sonraki kimi siyaset erbaplarının da kara propaganda alanındaki ağababası sayılan nazi propaganda bakanı Joseph Goebbels’e ait.
***
Siyasetin subaşlarındaki aktörlerin, kitleleri ne yapıp, yalanlarına nasıl ikna edeceklerine, nasıl seçileceklerine, seçildikleri yerde nasıl kalacaklarına dair danışman uzman ve onların yönlendirdikleri medyaları oldu hep. Nasıl olsa kimse propagandanın rengine bakmaya gerek duymuyor. O zaman da kaynağı belirsiz, içeriği aldatıcı kara propagandanın mağduru durumuna düşürülmek hiç de zor olmuyor. Yapılan araştırmalar en büyük etkilenmenin ve erozyonun yeterli bilinç ve seçicilik düzeyine erişememiş insanlar üzerinde görüldüğünü söylüyor. Diğer kitle iletişim araçlarına göre daha etkili olduğu için başta TV olmak üzere kitleler her gün çeşitli manipülasyonlarla, propaganda bombardımanına tutuluyor. TV en çok da yoksul hanelerin canavarı. Başkaca çok şeyi olmasa da, ev tam takır olsa da TV evin olmazsa olmazı durumunda. Bu yüzden de en çok onlar medyanın kapsam alanındadır. Öyle bir araç ki her saat açık. Bir yandan seyirlik ve gösteriye dönük bir dünyanın oyalama boyalama aracı. Diğer yandan sonsuz tekniklerle yapılan manipülasyon ve propaganda silahı.
***
TV, gündemi belirleyen, insanların tutum ve düşüncelerini yönlendiren, bir aygıta dönüştürülmüştür. L. Althusser’in medyayı “devletin ideolojik aygıtlarından biri” olarak tanımlaması tam da bu duruma tekabül ediyor. Sistem bu yöntemlerle, yedeğine aldığı tüm devlet aygıtlarıyla ve iktidarın çıkarlarını destekleyen bilerek çarpıtılmış veya saptırılmış çeşitli algı dayatmalarıyla toplumun geniş bir kesimini de buna göre biçimlendirdi. Böylece ırkçılığın sıradan ve olağan karşılandığı, birilerinin kendisini bu memleketin tek sahibi gibi görüp diğerlerini yok sayan, ağzına geleni söyleyerek kin ve nefret saçan bir toplum haline getirdi. Bugün Türkiye’de her türden medya algı yönetiminin bir aracı haline getirilmiştir. Kokuşmuş politikaların yalan ve çarpıtma üzerine kurulduğu bu kuşatma düzenine karşı gerçekleri yazmaya çalışan özgür ve demokrat basının sesini kısmaya çalışan yine bu anlayıştır. Yalan-dolan dışında kalmaya çalışan gazeteciler, aydınlar ve muhalif olan herkes susturulmaya çalışılıyor, işten çıkarılıyor, tutuklanıyor, cezalara çarpıtılıyor.
***
Medya bir mücadele silahı olarak kullanılırken, halka kirlenmiş, yalanlarla zehirlenmiş, çarpıtılmış haberler sundu hep. Bildik medya; kimi etnik yapılara, azınlık ve muhalliflere karşı hep bir hamaset ve nefret söylemi kullanageldi. Yıllarca paranoyalarla, önyargılarla beslendi bu halk. Herkesin ona düşman olduğu, onu yok etmeye çalıştığı ezberletildi. Bazen de medya erbabı doğrudan baskıcı müdahaleye gerek kalmadan, habercilik alanında “intizamı” sağlayıcı “önlemler” alır. Estirilen terör, verilen gözdağları zaten zihinlerde karakollar kurup, kendiliğinden gerekli otokontrolü sağlamaya yeterli olur. Goebbels’le başladık onunla bitirelim; Goebbels savaşın sonlarına doğru sefaletten kırılan Alman halkı için; “Bizi seçtiler ve yetki verdiler, biz de bunu kullandık, şimdi bunun bedelini ödüyorlar” demişti.