Neo-liberalizmin çöküşünü hiçbir şey Arjantin örneğinden daha iyi anlatamaz. IMF, 1976 yılında Arjantin’i uluslar arası sermaye için bir cennet haline getirmek adına ciddi oranlarda borç kredi sağlamaya başlamıştı. 1983 yılında kurulan Raul Alfonsin hükümeti 1984’te IMF’yle yeni bir anlaşma yaptı ve meşhur “kemer sıkma politikaları”nı uygulamaya koydu. 1989 yılına gelindiğinde Arjantin’de enflasyon yüzde 5.000 oranına çıkacak ve Alfonsin görev süresi dolmadan başkanlık sarayını terk edecekti.
Ancak 1989 yılı üzerinde özellikle durmak gerekmektedir. Bu yıl içinde Latin Amerika iki büyük halk ayaklanmasına şahit olmuştur: Venezüella’da Caracazo adıyla bilinen isyan ve Arjantin’in Argentinazosu. Argentinazo’nun önemi, ilerleyen yıllarda özerk bir militan sendika olan CTA’nın kurulmasına ve işsiz işçi hareketinin 1997’de başlayan serüvenine giden yolu döşeyen özelleştirme karşıtı radikal bir mücadele biçiminin ilk örneği olmasından gelmektedir. 1989 Argentinazo, Arjantin’de özelleştirmeler ve yoksullaşma karşısında alt sınıfların mevcut enformel toplumsal ağlarını sadece dayanışma için değil direniş için de kullanmaya başlayacağı bir dönemin kilometre taşı niteliğindedir.
Alfonsin’in yerine seçilen Carlos Menem ise göreve gelir gelmez bütün kamu kuruluşlarını özelleştirmeye başladı. Öte yandan Merkez Bankası’nın yönetimini devrettiği diktatörlük dönemi ekonomi bürokratlarından Domingo Cavallo’nun ABD doları-Arjantin pezosu paritesini sabitleyen yöntemi ve sıcak para girişi, enflasyonun düşmesini sağlarken, IMF’nin yabancı yatırımların özendirilmesine dönük olarak verdiği kredilerle Arjantin uluslar arası sermayenin gözdesi haline geldi.
“Arjantin modeli” adıyla bir başarı hikâyesi olarak anlatılan ekonomik modelin sonu herkesin tahmin ettiğinden çok daha kötü olacaktı. Arjantin ekonomisi büyümüyor, şişiyordu ve astronomik bir dış borç yükü her gün birikmeye devam ediyordu.
1995 yılına gelindiğinde Meksika pezosunun aşırı değer kaybetmesi Güney Amerika ülkelerinin hepsinde ve Arjantin’de dolaylı yansımasını buldu, yabancı sermaye ülkeyi terk etmeye başlıyordu. Ancak ülkeden bu tür bir sermaye çıkışını dengeleyebilecek hazine geliri ortada yoktu. Kamu işletmelerinin tamamının özelleştirilmiş olması ülkenin cari açığının kapanmasını imkânsız kılıyordu.
Birkaç yıl süren bu ekonomik patlamanın bilançosu ağırlaştıkça, bu ağırlığın yükü işçi ve yoksulların sırtına daha fazla bindirilmeye başlandı. Ekonomideki durgunluk ve kemer sıkmanın dayanılmaz hale gelmeye başlamasına Menem hükümetinin devasa yolsuzlukları da eklenince, 1999 yılına gelindiğinde Menem yerini Fernando de la Rua’ya bıraktı. Kendini solda tanımlayan Dayanışmacı Bir Ülke Cephesi Partisi ile koalisyon hükümeti kuran de la Rua, Menem’in ekonomi politikasını neredeyse hiç değiştirmeden uygulamaya devam ediyordu. Menem döneminin aleni ve inanılmaz yolsuzluklarının önüne geçilmiş olsa da “kemer sıkma politikaları” aynı biçimde devam ediyordu.
Pardon ben başına Türkiye’mi demişim. Arjantin’den söz ediyorum, uzak bir ülkeden…