Yunan mitolojisinde geçen Hydra (Hidra) canavarı soluğu ve kanı ile insanı öldürebilecek kadar zehirli, dokuz başlı, yılansı bir canavar olarak betimlenir. Antik Argolis şehrinde bulunan Lerna Gölü’nde yaşayan Hydra’nın bir başı kesilse yerine iki baş çıkıyormuş. ‘Ölüler ülkesinde’ yer alan bu gölün bataklıklarında bir nevi bekçidir.
Bu bataklığın dokuz başlı canavar ile önem arz eden bağlamına geçmeden önce, mitoloji içinde anıldığı çerçeveyi kısaca aktarmak yararlı olabilir. Bu bataklık Herakles ile anılır. Herakles yani daha çok bilinen adı ile Zeus’un oğlu Herkül! Herkül dediğimiz karakter, Sümer mitolojisindeki Gılgameş’in Grek mitolojisindeki temasıdır. Ana kaynak durumundaki Sümer mitolojisinin pek çok uygarlığı nasıl etkilediğini, ilgili uygarlığın mitsel diskuru içinde bulmak mümkün. Herakles’e geri dönecek olursak, kendisine ölümsüzlük vaadi ile verilen 12 zorlu görev vardır. Bu görevler, ‘başarısızlık istemi’ üzerinden önüne koyulmuş, kendisi de kabul etmiştir.
Lerna bataklığındaki Hydra canavarını yok etme görevi, ikinci görevdir. İlki Nemea Aslanı’n postunu getirmektir. Bu görevi başardıktan sonra Lerna’ya, ölüler ülkesinin girişine doğru yola koyulur. Hydra, yılan özelliği taşıdığından yine Yunan mitolojisinde popüler bir figür olan ve Perseus’un öldürdüğü ‘Medusa’yı da andırmaktadır. (Kökeni Babil mitolojisinde Tiamat ve öncesinde Mezopotamya kaynaklı bu yaratım, Kürtlerin söylencelerinde Şahmeran olarak geçer… /Özgür Gürbüz, Mitolojik Gerçeklik, Aram Yayn)
Bu bataklığı ve Hydra’yı biraz anlatmamın sebebi güncel Türkiye’yi andırıyor olmasıdır. Uzun süredir çağrışım yapıyor bende. Düşünmeden edemiyorum, çünkü bu Lerna bataklığı, “ölümden sonraki dünya ile insanların dünyası arasındaki kapının tam ağzından yer alıyor.”
İşte dokuz başlı canavara verilen bekçilik budur! Bu iki dünyanın tam ortasında, bir geçiş noktası olmak. Çeşitli kaynaklar, ölüler dünyasından sonraki dünya mutluluk dünyasıdır. Açılan kapı oraya gitmektedir.
Ülke olarak gerçek bir bataklığın içindeyiz. Nereye çekerseniz çekin, bunun inkârı işe yaramıyor. Devasa adaletsizlik düzeni, korkunç kriz rakamları, her eve taşan işsizlik, dibine kadar yozlaşan bir sistem ve daha nice şeyler… Bir seçim oldu, öyle bir seçim ki, “-mış” gibi olmasına dahi izin verilmedi. Bir avuç insanın hırs ve rant uğruna, ülke ve bunun çeperlerine sığmış ne gerçeklik varsa savaş açıldı! Kulağa klasik bir kelime gibi gelmesin, toplumsallık, işte bunu çalıyorlar. O gittiği zaman zaten hiçbir şey kalmayacak.
Bu bataklıktan çıkmak istiyoruz. Uğraş var, bedel ödeniyor, canlar veriliyor. Tam da bu esnada, şahitlik ediyoruz ki; dokuz değil doksan dokuz başlı canavar bu bataklığın içinde daha çok kalmamız için, ellerindeki tüm imkânları seferber etmiş durumdalar. Siyasi, askeri, ideolojik, sosyo-ekonomik ne güçleri varsa seferber etmiş durumdalar. Yalan atıyorlar, aptal muamelesi yapıyorlar, çarpıtıyorlar, korkutmaya çalışıyorlar…
Kanımca çok ilginç bir eşiğe gelmiş durumdayız. Buradan çıkışın tek yolu biraz ses, cesaret ve örgütlülüktür. Ve içinde kriz ile fırsatını bolca bulunduran bu eşik aşılırsa yeni bir yaşamın kapıları da zorlanmış olacak. Aşılmazsa daha beter şeyler ile karşı karşıya geleceğimizi söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Bataklık biraz daha derinleşecek. YSK darbesinin yaşandığı bir süreçte, el konulan İstanbul’un yerli yerinde durduğu bir ortamda ve zindanlardan yükselen direnişin tecridi her gün hatırlattığı bu önemli eşikte; bir kafası deşifre edilen canavarımsıların ertesi gün iki başı ortaya çıksa da yine belirleyici etken mücadeledir, halktır, Leylalardır…
Herakles demişken, Mitolojideki bir başka ilginç öyküye de değinebiliriz.
Herakles’in yolu Prometheus’un çivilendiği dağdan da geçer. Ve onun bu haline, dağlarda işkenceye alınmış, ciğerleri kartallara yedirilmiş haline, üzülür. Yardım etmek ister fakat Prometheus istemez bunu. Bireysel kurtuluşa inanmayan Prometheus, “Zeus tahtından inmedikçe benim acılarımın sonu gelmez” der.