Burası böyle bir ülke… Böyle bir coğrafyanın içinde, bir türlü durulup sakinleşmeyen topraklardayız. Bazen siyasetçiler ‘normalleşme’ diyorlar ya hani; hiç düşünen var mı, neden mesela İsveç’e hiç peygamber gelmemiş de bütün peygamberler ve kitaplar hep buralara yığılmış öyle? Belli bir noktadan sonra tanrı bile umudunu kesmiş de artık, o yüzden mi ‘bu sonuncusudur’ demiş acaba?
Her şey kayıyor, her şey üst üste biniyor. Hepimiz her sabah alt üst oluyoruz. Çok haklı itirazlar ve kızgınlıklar oluşuyor arada. Katledilen sokak köpeklerinden söz edilince mesela, mutlaka biri “yahu insanlar ölüm sınırında” diyor; söyleyecek söz bulmakta zorlanıyorsunuz. Bitmez tükenmez sayım hikâyesi ayrı bir dert, vs. vs… İnsanların bir bölümü biraz da belalı işlerden uzak durmak ve oralarda dolanmak istiyorlar belki, tamam, doğrudur. Ama durum gerçekten karışık ve insanları her şeyi atlayıp tek bir noktaya odaklanmaya ikna etmek kolay olmuyor.
İstanbul örneğin… Mevcut siyasi iktidarı bu kadar zorlayan ve onu bir ‘geri sayım’ noktasına iten bir seçimi önemsememek mümkün mü? HDP’nin maçın sonucunu doğrudan belirlediği bir tablo var karşımızda ve ‘kaybetme’ ihtimalini hiç aklına getirmediği anlaşılan AKP-MHP bloku kıvranıp duruyor. Bin türlü numarayla bir tür ‘soğutma’ taktiği izleyip sonra da seçimi iptal ettirmek ya da ‘şaibeli’ olarak kayda geçirerek yeni bir adım planlamak arasında gidip geliyorlar. Öte yandan CHP kanadı da, salt İstanbul ve İmamoğlu için söylüyorum, uzun yıllardır pek rastlanmayan bir performans ortaya koyuyor. Böyle bir noktada, bu tablonun oluşmasında doğrudan etken olan gücün, “bundan sonrası beni ilgilendirmez, ben yapacağımı yaptım” deyip kenara çekilmesi mümkün mü? O zaman niye ‘lanet olsun’ deyip oralara mühür bastık?
“İkinciye mazbata” skandalı zaten ayrı bir macera… Tarihte görülmüş şey değil; halkın iradesiyle seçilmiş eşbaşkanlara bin türlü kulp takıp fiili kayyum uygulaması yapılıyor ve halkın öfkesi bir cenderenin içinde sıkıştıkça sıkışıyor.
Hepsi bu kadar da değil ama. İlk bakışta detay bir durum gibi görünüyor ama mesela bir ilçenin birinde tipik bir siyasipolisiye vakası yaşanıyor; her şey çok bariz, küçük bir çocuk katlediliyor ve sonra üstü örtülmeye çalışılıyor. İşin içinde AKP büyüklerinin de olduğu iddia edilirken, bu arada hakkını arayan babaya deli muamelesi yapılıyor.
Ve daha yüzlercesi… Yarın sabah uyandığımızda ne gibi bir ‘yeni’ rezillikle karşılaşacağımız meçhul.
Açlık grevi eyleminin en büyük handikapı bu zaten. Uzun süren, uzun süreceği önceden bilinen bir işe başlıyorsunuz ve zaman içerisinde bütün dikkatlerin bu noktaya yöneleceğini düşünüyorsunuz, bunun için çalışıyorsunuz. Doğru bir beklenti ve doğru bir çalışma bu… Ancak, daha önceki deneyimlerden de biliyoruz ki, eylemin süreci boyunca çok sayıda politik gelişme yaşanıyor ve bütün bunlar siyasi hayatın odak noktasını sık sık kaydırıyor. Eyleme başlanan nokta ile sürecin kritik aşaması arasındaki zaman diliminde görmezlikten gelinemeyecek ölçüde önemli durumlar ortaya çıkabiliyor. Bir yanda amaçları için yaşamlarını ortaya koyan insanların sağlıklarının gitgide kritik noktaya ulaşması, diğer yanda hayatın içinde üzerinden atlanamayacak bin türlü başka mesele…
Böyle bir durumda ne yapılması gerektiği üzerine açık ve berrak bir fikre sahip değilim açıkçası. Ama bir şeyi biliyorum: Bu insanların yaşamları çok değerli. Birkaçı dışında hiçbirini şahsen tanımıyorum, tanımam da gerekmiyor. Uzun yıllardır politik hayatın içindeyim, binlercesiyle karşılaştım, aynı görüşten olayım olmayayım, hatalarıyla sevaplarıyla devrimci insanların değerini asla tartışmam. Aydınlıkla karanlığın çarpıştığı bu topraklarda iyi bir şey olacaksa eğer, bu insanların yüzü suyu hürmetine olacak. Başka alanlarda çok ciddi hatalar yapılsa da belki geri dönüş mümkün olabilir ama insan yaşamı söz konusu olduğunda geri dönüş mümkün değildir. Artık bir sınır çizgisine geldik, hatta aştık bile ve her ne yapılacaksa, yarın değil şimdi yapmak zorundayız. Evet, burası böyle bir ülke, kayıyor her şey; başka sorunların önemsiz olduğu da söylenemez elbette ama şu anda ve şimdi, yaşamla ölüm arasında sıkışmış haldeyiz. Bu, biliyorum, dışarıdan ‘ayar’ vermekle yürüyecek bir iş değil ama artık zaman kaybedemeyiz.
Çok geç olmadan…