HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, açlık grevlerinin kritik aşamayı geçtiğini ve olumsuz sonuçların yaşanabileceği bir sürece girildiğini belirterek, “Kaostan çıkabilmenin tek yolu tecridin kalkmasıdır” dedi.
Partisinin kazandığı birçok yerde belediye eşbaşkanlarına mazbataları henüz verilmeyen Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, 31 Mart yerel seçim sonuçlarını, itiraz süreçlerini ve İmralı tecridine karşı devam eden açlık grevlerine ilişkin Mezopotamya Ajansı’ndan Diren Yurtsever ve Zemo Ağgöz’ün sorularını yanıtladı.
31 Mart yerel seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
31 Mart yerel seçimleri bir şekilde Türkiye’nin kaderini değiştirdi. Özellikle HDP’nin ortaya koymuş olduğu stratejiyle birlikte hiç kimsenin yenilemez olduğu ya da “yenilmem” duygusunu kırdığını belirtmek istiyorum. Çünkü AKP hükümetinin kendisini 2023’e kadar konumlandıran ve Türkiye’yi yönetme iddiasıyla ortaya çıktığını ve bütün stratejisini de aslında 2023’e kadar planladığını da biliyoruz. Ancak bu yerel seçimlerde görüldü ki AKP kaybetmeye başladı. Yani 2023’e kadar devam etmeyecek bir iktidarla karşı karşıyayız. Batıdaki HDP stratejisinin AKP-MHP bloğuna kaybettirme, faşizmi geriletme stratejisi aslında tam anlamıyla hayat buldu. Ve bununla birlikte de başta İstanbul olmak üzere AKP’nin güçlü olduğu ve yıllardır kazandığı yerlerde kaybettiğini, Türkiye kamuoyu bir kez daha gördü. 1 Nisan tarihiyle birlikte AKP, kendi iktidarını bırakmamak için birçok hileyi de yapmaya başladı. Usulsüzlüklerin altına imza atmaya başladı ki bu AKP’nin fıtratında olan bir şey. Yıllardır konuşulan ve birçok seçimde görülmesine rağmen bir şey yapılamıyordu ancak bu seçimde insanlar artık AKP’nin iktidarının bir şekilde sarsıldığını ve yapılan hilelere rağmen AKP’nin kaybettiğinin farkına vardı. Bu, Türkiye’nin geleceği açısından önemli bir tespit. İstanbul’da seçimlerin kazanan tarafa, CHP adayına verilmemesi bir kez daha AKP hükümetinin yıllardır yapmış olduğu usulsüzlükleri ortaya çıkardı.
Seçimden önce stratejiniz çokça tartışıldı. Seçim sonrası ortaya çıkan sonuçlar itibariyle aldığınız tepkiler nasıldı?
Türkiye kamuoyu tarafından batıda AKP’ye kaybettirenin HDP’nin stratejisi olduğu gerçeğini gözlemledik. Sahada karşılaştığımız insanlardaki duygu da bu yönde. Bunun giderek güçlendiğini ve insanlara daha çok moral verdiğini görebiliyoruz. Seçim sürecinde hep HDP kilit partidir, büyükşehirlerde kimi desteklerse ya da nasıl bir politika izlerse Türkiye’nin kaderini belirleme açısından HDP’nin rolü ve misyonu önemlidir diyorduk. Bu da aslında bir şekilde açığa çıkmış oldu bu seçimlerde. İnsanlar HDP stratejisi ile kazanılmış bir politikayı ya da bir siyaseti gördü ve bunun da daha da güçlendirmenin yollarını da bu saatten sonra mutlaka oluşturulması konusunda düşüncelerini ifade ediyor. Biz de HDP olarak elbette ki seçimden sonra yaptığımız bütün değerlendirme toplantılarında masaya yatırdığımız konulardan bir tanesi ve en önemli gündemin konusu bu. Uyguladığımız strateji ile Türkiye’nin kaderini belirlemeye, AKP’ye kaybettirme stratejisinin daha da güçlendirmek durumundayız. Eğer bunu çoğaltabilirsek, bu duyguyu güçlendirebilirsek önümüzdeki dönem açısından bir kez daha HDP’nin Türkiye’nin geleceğine dair siyaset açısından önemli bir argüman olduğunu ve aynı zamanda kitleler açısından da HDP’ye büyük bir güven, umut olduğunu ve bu anlamda Türkiye’nin geleceğine katkı sağlayacak bir parti olduğunu da insanlar düşünmeye başladı. Bu bizim açımızda önemli.
Stratejinizin batıda başarılı olduğunu söylediniz peki bölge açısından?
Özellikle seçim döneminde hep ifade etmiştik. Kayyumları geri göndereceğiz, zorla gasp edilen belediyelerimizi geri alacağız, halkımızın iradesine saygı duyulması açısından bu iradeyi bir kez daha sahipleneceğiz ve buralarda büyük bir başarı elde edeceğiz demiştik. Bu da kısmen gerçekleşti. Kısmen gerçekleşti; çünkü aslında birçok yer kazanıldı. Fakat AKP hükümeti tarafından ya da siyasi irade tarafından bir gasp meselesi var. Bunu da elimizdeki verilerle, yerellerden edinmiş olduğumuz raporlarla çok net olarak görebiliyoruz. Örneğin; Şırnak, Eruh, Şemdinli, Tatvan, Muş gibi yerlerde özellikle hem halkımızın iradesinin gasp edildiğini hem de belediyelerimizin gasp edildiğini görüyoruz.
Seçim döneminde sürekli sahada olmamız ve bu sahada yaptığımız insanların gerçekten kayyumlara olan öfkesinin ve bu meseleye bir namus meselesi olarak baktıklarının ve seçimlerde sandığa bunun yansıdığını da görebiliyoruz. Fakat şöyle bir gerçeklik de var ne yazık ki AKP, devletin tüm imkanlarını kullanarak bazı yerleri zorla, gasp ederek HDP’nin elinden almıştır. Bunu halkımıza çok net bilmeleri açısından söylüyorum. Aslında Şırnak’ta AKP kazanmamıştır. Şırnak gasp edilmiştir. Şırnak’ta 10 binin üzerinde seçmenin Şırnak’a taşınarak, Şırnak halkının iradesi yok sayılarak ve gasp edilerek AKP Şırnak’ı bizim elimizden almıştır. Şırnak’taki AKP’nin kazanmış olduğu belediyede Şırnak halkının katkısı yoktur. Muş, Tatvan gibi olmak üzere böyle pek çok yerde özellikle bu tür gerçeklerin halkımız tarafından bilinmesini istiyorum.
Seçim öncesinde elimizdeki maddi delillere rağmen yaptığımız itirazları reddedildi. Ama AKP’nin elinde hiçbir gerekçe olmadan, çok sudan sebeplerle bizim itiraz yaptığımız yerlerde yaptıkları itirazlar kabul edildi. Örneğin; Malazgirt gibi bir yerde 3 oyla AKP’nin elimizden aldığı ve 432 oyun geçersiz sayıldığı yani kazanılmış bir yeri AKP elimizden zorla aldı. Ve bununla övündüler. HDP’nin buralarda kaybettiği, HDP’ye Kürtlerin ders verdiği yönündeki yorumların tam tersine bu gerçeklerin bilinmesi gerekiyor. Türkiye’nin hiçbir yerinde HDP kaybetmedi. Türkiye’nin her yerinde HDP kazandı. HDP’nin elinden bazı yerler gasp edilerek alındı.
Usulsüzlükler bu seçimde de yoğundu, bu konuda bir dizi itirazda bulundunuz ve kamuoyuyla paylaştınız. Özellikle Şırnak gibi bazı kentlerin kaybedilmesinde seçmen taşıma faktörü etkiliydi. Fakat bunun yanı sıra bu bölgeler için HDP’nin oy oranında bir düşüş söz konusu mu?
HDP’nin özellikle AKP tarafından zorla elimizden aldığı yerlerde yaptığımız tespitlerde, oylarımız her yerde korunmuş. Bu Şemdinli, Tatvan, Şırnak ve Tekman için de geçerli. Sandık sonuçlarına baktığımız zaman HDP, oralarda ne oran olarak ne de sayı olarak oy kaybetmemiş.
Bir iki yer dışında oy kaybımız yok. Örneğin; Ağrı’da bir oy kaybımız var. Elbette ki Ağrı’da da müthiş bir baskının, müdahalenin olduğunu biliyoruz ama bütün bunları bir yana bırakarak, biz örgütsel anlamda burada nerede yanlış yaptık. Ya da Ağrı halkının AKP’yi tercih etmesinde, bizim oradaki oylarımızın düşüşünde gerçek sebepler nelerdir, bütün bunları masaya yatırdık ve tartışmaya başladık. Bu anlamda elbette halkımıza vereceğimiz bir özeleştirimiz var. Parti olarak biz eleştiri ve özeleştiri mekanizmasını en fazla kullanan ve ilkesel olarak bunu esas alan bir partiyiz. Dolayısıyla bir iki yerin dışında hiçbir yerde oylarımızın düşmediğini özellikle aksine oylarımızın arttığını bazı yerlerde de oylarımızı koruduğumuzu ifade edebilirim. Örneğin Muş’ta önceki seçimlere baktığımızda HDP ve AKP arasında 20 bine yakın oy farkı vardı. Bu dönem o 20 bin oy farkı bile bitmiştir. Yani orası kazanılmıştır ancak AKP kazanmamıza rağmen, 2 bin 500 oyumuzu geçersiz saymış ve 250 gibi çok az bir farkla Muş’u HDP’nin elinden zorla almıştır.
Dersim bu seçimlerde el değiştirdi. Bunun nedeni olarak ne görüyorsunuz? Zira partinizin Örgütlemeden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı ve Dersim Milletvekili Alican Önlü konuya dair “özeleştiri vereceğiz” şeklinde bir açıklama yaptı. Nasıl bir özeleştiri olacak, parti olarak buna dair tespitleriniz var mı?
Dersim’de herkes HDP’ye karşı çalıştı. Bu gerçeği vurgulamak da fayda var. Dersim’de sadece HDP ama HDP’nin karşısında hem diğer siyasi partiler ama aynı zamanda devlette diğer siyasi partilere çalıştı. O yüzden bizim Dersim halkına vereceğimiz büyük bir özeleştirimiz var bu ayrı bir konu. Biz Dersim’i çok özel değerlendiriyoruz, çok özel bir gündem olarak önümüze koyuyoruz. Çünkü orası da kayyum atanan bir yerdi. Ve bugün Dersim belediye eş başkanları cezaevinde rehin olarak tutuluyorlar. Biz aslında özel olarak Dersim’de ilgilenmek durumundaydık. Fakat bunu çok fazla gerçekleştiremedik.
Neden?
Birçok sebebi var bunun. Diğer siyasi partilerin Maçoğlu’na vermiş oldukları destek, yine devletin vermiş olduğu destek. Oradaki asker ve polisler bile HDP’ye kaybettirmek adına Maçoğlu’na oy kullandığı tespitini de yaptık. Dolayısıyla da Dersim özel olarak üzerinde durulması gereken bir yer ve özel olarak da Dersim’le ilgili özeleştiri vermemiz gereken bir durum var ortada. Dersim’de de aslında oylarımız korundu. Oylarımızın düştüğü söylenemez ve oylarımız, 24 Haziran seçimleri ile başa baş görünüyor. Diğer partilerin AKP hükümetinin ama ayrıca da devletin HDP’ye kaybettirmek için büyük bir çabası olduğunu söyleyebilirim.
Kadın özgürlükçü, eşbaşkanlık sistemi ile eşit temsiliyeti esas alan politikalar yürütüyorsunuz. Bu politikaların seçimlerde kadınların rolüne dair etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu seçimlerde diğer seçimlerde görmediğim bir şeyi gözlemledim. Çok yoğunluklu olarak kadın ve gençlik kitlesi vardı. Kadınların yoğun olarak mitinglere, halk buluşmalarına geldiğini gözlemledik. İlk defa oy kullanacak olan genç kesimi de miting alanlarda gördük. Sahaya inen, çalışmalara katılan, mitinglerde hep ön saflarda olan kadınların partimizin kadın özgürlüğünün, temsiliyetinin ve eşitliğinin yıllardır yürütmüş olduğu bu anlamdaki politikasına duyulan saygı, kadınlarla ilgili partimizin yapmış olduğu siyasete bağlılık ve güven ve bir anlamda da eşbaşkanlık sisteminin her yerde oturtulmuş olması öneminden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü biz her yerde eşit temsiliyeti hayata geçirmiş olduk.
Kazandığınız yerler açısından nasıl bir belediyecilik izleyeceksiniz?
Önümüzdeki dönemde yerel yönetimler konferanslarıyla bu konuyu çok tartışacağız. Halkımızın bizden beklediği hizmet anlayışını çok net olarak oturtmamız gerekiyor. Birçok yerde geçmişte hizmet eksikliği olmuş olabilir ancak bizim belediyecilik anlayışımızda halk ile birlikte hizmet anlayışı önemlidir. Geçmişte de bu vardı, bundan sonra da olacak. Halkımızın, belediyeyi kendi evi gibi gören ve kendi evinde nasıl karar alıyorsa belediye de de kendisinin iradesi olan insanlarla birlikte tartışarak, her türlü projeyi hayata geçirmeye çalışan bir sistemi oturtuyoruz. Bundan önceki belediyelerde de bu şekildeydi ancak geçen dönemki belediyeler de kayyumların atanması bu projelerin yarım kalmasına sebep oldu. Geçmiş dönemdeki belediye eşbaşkanlarımızın çoğu cezaevlerinde rehin olarak tutuluyorlar. Açtıkları kurumlar tek tek kapatıldı, yarattıkları değerler tek tek yıkıldı, yaptıkları hizmetler yarım kaldı, hatta hayata geçirecekleri projeler kayyumlar tarafından kedi projeleriymiş gibi insanlara aktarıldı. Yeni seçilen eşbaşkanlarımızın bir görevi de geçmişteki belediye eşbaşkanlarımızın projelerinin, kayyumlar tarafından nasıl çalındığını, kendilerine mal edildiğini halkımız zaten biliyor ama önümüzdeki süreçte bunu bir kez daha halkımızla paylaşacağız.
Birçok yerde değerlerimiz yok edilmeye çalışıldı, değerleri insanlarımızın heykellerinin, büstlerinin ya da park adları bile kayyumlar tarafından yok edildi. Yeni seçilen belediye eşbaşkanlarımızın bunları yeniden hayata geçirmek, kadın kurumları, çocuk kreşleri bütün bunları yeniden hayata geçirmek gibi önemli görev ve sorumlulukların da olduğunu belirtmek isterim. Ama bu iş sadece yeni seçilen belediye eş başkanlarımızın işi değil. Aynı zamanda halkımızla birlikte parti olarak da bütün bunları hayata geçirmek bizimde görev ve sorumluluklarımız arasında.
Seçimler bitti ama süreç hala devam ediyor. Gerek sizin yaptığınız itirazların reddedilmesi gerekse de YSK’nın KHK’li adaylara ilişkin verdiği kararlar söz konusu. Örneğin; YSK’nın KHK’li adaylar ile ilgili verdiği kararının iptali için YSK’ya başvurdunuz. Başvuruya ilişkin bir sonuç bekliyor musunuz? Eğer bir sonuç alamazsanız bu yönde HDP’nin “B” planı var mı?
AKP’nin YSK’ya tahakkümü ortaya çıkmıştır. YSK bu dönem açısından çok net olarak AKP’nin vesayeti altına girmiştir. Yapılan müdahaleler ve baskılar sonucunda bağımsızlığını, şeffaflığını yitirmiştir. Bütün bu hukuksuzlukların altına YSK’ da görev yapan yargıçlar imza atmıştır.
Şimdi bir haftalık olağanüstü itiraz süreci başladı. Elimizden zorla alınan yerler için başvuru yaptık. Buralara olağanüstü itiraz süreçlerini başlattık. Buradan sonuç alınır mı alınmaz mı bilemiyorum ki umarım alırız ama yapacağımız şeyler öncelikle YSK’yı HSK’ya şikayet etmek. Burada aslında en önemli şey belediyelerimize sahip çıkmak. Halkımız günlerce belediyelerin önünde oturdu. Ama AKP, devletin bütün imkanlarını kullanarak insanlarımıza müdahale ettiği bir durumla karşı karşıya kaldık. Bizim kazandığımız yerlerde, kazanan adaylarımızın yerine gelen AKP’li belediye başkanlarının bunu kabul etmemeleri konusunda çağrı yapıyorum. Halkın iradesine saygı duymak gibi insani bir tutum sergilemeleri gerekiyor. AKP’nin yıllardır yapmış olduğu siyasetin, kirliliğin herkes farkında bence onlarında bunun farkında olması gerekir. Eğer insanlar sizi seçmemişlerse, bu belediyeler bir partinin elinden zorla alınmışsa insanda utanma duygusu olur. O halkın yüzüne nasıl bakacaklarını ben şahsen çok düşünemiyorum. İnsanlar o belediye başkanlarını kendi resmi belediye başkanları olarak tanımazlar. Kendi iradesini temsil etmeyen bir insanı belediye başkanı olarak da görmezler. Görevlerini bence iade etmeleri gerekiyor.
Parti olarak nasıl bir süreç izleyeceksiniz?
Biz parti olarak ne yapabiliriz konusunda tartışıyoruz. Başlayan toplantılar var. MYK, PM toplantıları, daha sonra yapacağımız grup ve MYK toplantısında bunları netleştireceğiz. Şu anda yapabileceğimiz şeyler hukuki anlamda yapılması gereken şeyler. Siyaseten de yapılması gereken şeylerin olduğunu da düşünüyoruz tabi ki.
Açlık grevleri devam ediyor. Leyla Güven, milletvekilleri, cezaevleri, tutuklu yakınları… Türkiye’de ilk defa bu denli kitlesel bir açlık grevi söz konusu. Açlık grevleri yeterince HDP’nin gündeminde mi? Bu konuda bir planlama söz konusu mu?
Şöyle bir şansızlık olduğunu özellikle belirtmek isterim. Seçim dönemi açlık grevlerinin gündem olması konusunda bizim önümüzde bir engeldi. Seçimleri kazanabilmek, AKP-MHP bloğuna geri adım attırabilmek, faşizmi yıkabilmek, kayyumların elinden belediyelerimizi alabilmek için çok müthiş bir enerji sarf ettik. Elbette ki açlık grevlerini hiçbir zaman gündemimizden düşürmedik ancak bunun yeterli olmadığını ben de söylemek isterim. Belki de açlık grevleri her zaman için seçimlerin bir tık gerisinde kaldı. Bu aşamadan sonra artık önümüzde seçim yok. Leyla Güven 159’uncu gününde, binlerce insan açlık grevinde. Açlık grevindeki insanların kritik aşamayı geçtiğini ve olumsuz süreçlerinin başlayacağı bir döneme de girildiğini de belirtmek isterim.
Çünkü aldığımız bilgiler birçok insanın görme yitişini duyma yitişini kaybettiği yönünde, sağlık sorunlarının çok ciddi aşamada olduğunu iletiliyor bize. Bütün bu gerçeklerin farkındayız. Burada ifade etmek isterim ki, HDP olarak toplantılarımız da “başka ne yapabiliriz” tartışmalarını yürütüyoruz. Açlık grevlerinin bitmesi için tecridin kalkması gerekiyor. Tecridin kalkması için İmralı Cezaevi’ne avukat ve aile görüşlerinin yapılması gerekiyor. Sadece basın açıklamaları yapmak, sadece gündemde tutmak, birkaç yerde ifade etmek tecridin kalkmasına ve açlık grevlerinin bitmesinde yeterli olmuyor. Dolayısıyla Türkiye toplumunun bir kere bunu sahiplenmesi lazım. Büyük bir sessizlik olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de barış döneminde, ülkenin akil insanları vardı. Ülkede barışı isteyen, adaletten yana, demokrasiyi benimseyen milyonlarca insan var. Bütün bu insanlar hep yıllarca Türkiye’ye “ barış gelsin insanlar ölmesin” dediler. Fakat bugün bir gerçeklik var ve bu gerçeklik karşısında bir suskunluk var. Bu suskunluğu ben açıkçası hem eleştirmek hem de kınamak isterim. Biz bu anlamda yalnızlaştırıldık. Yani HDP, Kürtler bu anlamda yalnız kaldılar. Türkiye’de barış dönemindeki insanlar bu dönem HDP ve Kürtlerin yanında olmadı. Hiç kimse olmadı diyemem, olanlara haksızlık etmek istemem. Ancak yeteri kadar bir sahiplenme olmadığını özellikle belirtmek isterim. Bir an önce açlık grevlerinin bitmesi, tecridin kalkması için herkes elinden geleni yapmalı. Herkesin yapacağı şey mutlaka vardır. Herkes bir parçası olabilir bu sürecin. Çağrıları, söylemleri, etkinlikleri, bize verecekleri güç ve destekle tecridin kırılmasına katkı sağlayabilirler.
Bir yerde bedenler eriyor ama başka bir yerde vicdanlar eriyor. O yüzden kendisine insanım diyen herkesin bu sürece sahip çıkması gerekiyor ki Leylalar, Sebahatlar, Selmalar yaşasın.
Hükümet bu konuda sessizliğe oynamaya devam ediyor…
Hükümet uzun zamandır sessiz bu konuda. Tecrit sadece 2015 yılında başlayan bir tecrit değil. 20 yıldır devam eden bir tecrit var. Zaman zaman AKP hükümetinin kendi çıkarları doğrultusunda başlatmış olduğu süreçler oldu. Fakat bu süreçlerle birlikte adaya gidiş gelişler olmuştu zaman zaman. Bende gitmiştim. Bu süreçleri ayrı tutmak lazım ama bunun dışında yıllardır devam eden bir tecrit var. Bunun en ağırı 5 Nisan 2015 yılından sonra devam eden tecrittir. Burada hükümet her dönem kendisine farklı gerekçeler sunarak bunu yürütmeye çalışıyor. Seçimleri bahane eden, savaş politikalarını devreye sokan, bundan medet uman, iktidarını korumak için milliyetçi cepheyi yanında tutabilmek açısından bu tür süreçleri farklı değerlendiriyor.
Bu son 3 yılda da Suriye meselesi başta olmak üzere Afrin süreciyle başlayan ve bugün Minbiç’e kadar, tekrar Rojava’ya kadar gidilmesi düşünülen bütün bu süreçleri göz önünde bulundurursak AKP iktidarının kendi çıkarlarını ön planda tuttuğu ve bu yönde politikayı da izlediğini de söyleyebiliriz. Her şeyin diyalogla, müzakere edilerek çözülebileceğine olan inancımı her zaman korudum ve bugüne böyle düşünüyorum.
Tecrit kalkarsa Türkiye açısından sonuçları nasıl olur?
Eğer tecrit kırılırsa o zaman işte insanlarımız, açlık grevindeki insanlar yaşayacaklar. Onlar ölümleri durdurmak için bedenlerini açlığa yatırdılar. Bugün Türkiye’nin içine girmiş olduğu bu kıskaçtan, kısır döngüden, siyasal, toplumsal, ekonomik anlamda yaşanan krizden, kaostan çıkabilmenin tek yolu var bu da tecridin kalkmasıyla mümkün. Tecridin kalkması ile birlikte Sayın Öcalan’ın görüşleri, düşünceleri, perspektifleri bütün bunlarla birlikte Ortadoğu başta olmak üzere Türkiye kendi toplumu, halkıyla iç barışını sağlayan yeni bir Türkiye’yi inşa etmek zor bir şey değil. Çünkü İmralı çok uzak değil. İmralı’da tecridin kalkmasıyla birlikte bütün bunların en kısa zamanda hayata geçebileceğini artık AKP hükümetinin de bilmesi gerektiğini ve buna göre kendisini bu siyasal krizler içinde yeniden dizayn etmesi gerektiğinin önemli olduğunu düşünüyorum.