Damat Albayrak’ın geçen Ağustos’ta bol peçete takviyesi ile yaptığı “neymiş bu yapısal reformlar” konuşmasından işin buralara varacağını tahmin etmeliydik. Sonuçta Türkiye siyasi tarihinde son 20 yılda kabinede, maliye hazine gibi konularda görev alıp da “kıdem tazminatını” ağzına almayan olmadı, olamadı. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, 10 Nisan’da ikinci büyük şovunu yaptı. Yeni Ekonomi Programı (YEP) kapsamındaki hedeflere yönelik reform paketini açıkladı. “Kıdem tazminatının fona devri ve Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) ile uyumlu hale getirilmesini hedeflediklerini anlattı.
Kıdem tazminatının fona devri Türkiye’de siyasi iktidarın önüne koyulmuş bir ödev. 40 yıllık Neoliberal yağma programının ana gündemlerinden birisinin emeğin değersizleştirilmesi stratejisi olduğu artık hepimizin malumu. Bu strateji güvencesiz çalışmayı yerleşik hale getirecek hedeflere sahipti. Son 20 yılda bunlar büyük oranda gerçekleşti.
1990’larda özelleştirme ile başlayan sermayenin büyük emeği güvencesizleştirme kuşatması 2000’lerde taşeron çalışmanın yaygınlaştırılması ile devam etti. 2003 yılında değiştirilen İş Kanunu ile bireysel iş hukuku alanında güvencesizliğin alt yapısı oluşturuldu. Örneğin çağrı üzerine çalışma, uzaktan çalışma v.b güvencesiz çalışma biçimleri – sermaye cephesi buna esnek çalışma diyor- çalışma hayatına bu kanunla resmi olarak girdi. 2012 yılında çıkarılan Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ile işçilerin toplu iş hukuku ile sağladığı temel korunak ve güvenceler zayıflatıldı. İşçilerin iş güvencelerini koruma noktasında sahip olduğu kolektif hakların kullanımı zorlaştırıldı, güdükleştirildi. Özel istihdam büroları ile kölelik koşullarında çalışma dayatması güçlendi.
Ama tüm bunlar yetmedi. Yıllardır yayınlanan IMF Raporları, Dünya Bankası raporları OECD çalışmaları Türkiye’de işgücü piyasasındaki “katılık”lardan bahsetmeye devam etti. Bu katılıklara çare olarak sunulan esnekleşme için yukarıda sıraladığım düzenlemelerin yeterli olmadığı asgari ücretin baskılanması ve kıdem tazminatının fona devri konularının “halledilmesi” gerektiği sıkça yinelendi.
Kıdem tazminatı bu noktadan bakınca işçi sendikalarının da sıkça kullandığı tanımla güvencesizlik kuşatmasında işçi sınıfının elinde kalan son kale. 2003’ten beri ne zaman bu konu gündeme gelse emek örgütlerinden sert ve keskin çıkışlar fon tartışmasının ertelenmesini sağladı. Fakat derinleşen kriz koşullarında sermaye ve iktidarın gözünü bu son kaleye diktiğini görüyoruz.
1936’da yapılan düzenlemeden beri yürürlükte olan kıdem tazminatı işçinin her yıl aldığı 13’üncü maaşı olarak düşünülebilir. Bir işyerinde 1 yılı tamamlayan her işçi iş kanununda belirtilen nedenlerle işten ayrılmışsa çalıştığı her yıl için 1 aylık giydirilmiş brüt ücret alır. Bununla beraber kıdem tazminatı basit bir ekonomik haktan fazlasıdır. Kıdem tazminatının en önemli boyutu iş güvencesinin temel taşı olmasıdır. Kıdem tazminatı keyfi ya da haksız işten çıkartmaların önündeki en büyük engeldir.
Hedeflenen fon düzenlemesi işçiler adına bir hesap açılmasını patronların kıdem tazminatı ödeneğini bu fona yatırmasını, işçinin belli bir yıl/ koşul sonucu bu fondaki paraya erişebilmesini öngörüyor. Böylece kıdem tazminatı işverenin işçiyi işten atmasını zorlaştırıcı bir kısıt olmaktan çıkıyor. İşçiye sağladığı iş güvencesi kalkanı ortadan kalıyor. Fon gibi ileride iktidarın keyfiyeti ile kolayca yağmaya açılabilecek, üstelik daha düşük miktarda ödemelere dönüşecek bir sistem olarak tasarlanıyor. Anlayacağınız fona devir adı altında işverene dertsiz tasasız işçi işten atma hakkı tanıyor. Emeğin sınırsız sömürüsü ve düşük ücretin yerleşik hale getirilmesinin önündeki son engel de yıkılıyor.
Sermayenin bu yıllara yayılan kuşatmasına karşı işçi sınıfı en etkili ve ilk yanıtı 1 Mayıs meydanlarında verecektir. Son kaleyi savunmak, bizden önceki sınıf kardeşlerimizin büyük bedeller ödeyerek kazandığı bu hakkı insanca koşullarda çalışabilsinler diye gelecek kuşaklara aktarmak boynumuzun borcu olsun.