İki hafta önce 31 Mart’ta Türkiye’de yerel seçimler gerçekleşti. Her ne kadar uzun zamandır Türkiye’de genel geçer herkesin bildiği anlamda bir seçim gerçekleşmese de bu sefer bu gerçeği bile aşan bir durum yaşandı. Öncesinden sonrasına kadar 31 Mart seçimleri özgün bir vaka olarak kesinlikle uzun süre irdelenecektir. Sonuçlara ilişkin birçok değerlendirme yapıldı ve yapılmaya devam da edilecektir. Bu açıdan yeni bir değerlendirme yapmaktan ziyade seçimlerin açığa çıkardığı iki duruma değinmek istiyoruz. Fakat her koşulda AKP-MHP iktidarının çok ciddi bir yara aldığını vurgulamak gerekir. Yerel seçimlerin, bu iktidar bloğununun kurumsallaştırmaya çalıştığı toplumsal sistemi şimdiden sarstığı da açıktır. Sadece seçim sonrası iktidarın içine düştüğü yalpalamayı yaşanan son on beş gün yeterince anlatıyor.
Öncellikle 31 Mart seçimlerinin bir kez daha teyit ettiği durum toplumun, demokrasi mücadelesinin değişim doğurduğudur. AKPMHP iktidarı elinde tekleştirdiği ideolojik ve zor aygıtları ile toplumu tek bir kalıba koyma hayalleri kuruyordu. Her tür muhalefeti kriminalize ederek toplumu tek sesliliğe mahkûm edebileceğini düşünüyordu. Bu açıdan çok başarılı olduğunu da düşünüyordu. 2071’e kadar sürecek iktidar ütopyaları planlıyordu. Kendinden emindi. Her ne kadar yerel seçimlere anketlerin ve ekonomik krizin gösterdiği düşüşten tedirgin bir şekilde girse de her tür yöntemle başarısını garantilediğini düşünüyordu.
Fakat yerel seçimler zor aygıtlarının toplumun içsel çeşitliliğinin devlet mekanizması ile yok edilemeyeceğini tüm çıplaklığıyla gösterdi. İktidar sayı oyunlarına başvurup yenilgisini gizlemeye çalışsa bile neredeyse her yerde kaybetti. Kürt halkı oy mühendisliği yapılan yerler dışında neredeyse her yerden kayyumları süpürdü. Farklı görüşte olup iktidarın tekeline dur demek isteyenler Türkiye’nin belli başlı önemli her şehrinde AKP-MHP iktidarı seçimlerde mağlup oldu. Türkiye toplumu kendine zorla giydirilmeye çalışılan elbiseyi kabul etmediğini bir kez daha gösterdi.
Bu durum aslında genelde tüm iktidarların özelde ise AKP-MHP iktidarının yaratmaya çalıştığı umutsuzluğun ne denli yapay olduğunu da kanıtladı. Toplumun değişim yaratma gücünün seçim gibi oldukça sınırlanmış bir araçla bile ne kadar fazla olduğu görüldü. Çünkü tüm analizlerin ötesinde Türkiye’de güncel siyasetin durumu 31 Mart sonrası kesinlikle farklı olacaktır.
Değinmek istediğimiz diğer durum ise seçimler sonrası yaşanan süreçtir. Aslında seçimlerin ardından on beş gün geçmesine karşın neredeyse sonuçlanmamış bir seçimden bahsediyoruz. Bu bile başlı başına ciddi bir anormalliğe işaret etmektedir. Sürekli itirazlar ve bu temelsiz itirazların kabul edilip kesinleşme sürecinin uzaması, öte yanda haklı itirazların hızla ret edilmesi bu sürecin garipliklerinin başında gelse de tek gariplik değil. Bu on beş günlük süreç aslında Türkiye’de AKP-MHP iktidarının nasıl bir devlet mekanizması yaratmak istediğini ve bunda ne kadar başarılı ne kadar da başarısız olduğunu gösteren kısa bir özettir.
Öncellikle yapılan tüm ‘milli irade’ retoriklerine rağmen iktidar blokunun halkın seçimlerine en ufak bir saygı duymadığı tüm çıplaklığıyla açığa çıkmıştır. Nitekim MHP seçimden hemen sonra zaten içi boşaltılmış seçimleri daha da manasız hale getirecek bir öneriyi ifade etmiştir. Bunu sadece İstanbul gibi kaybettiği yerlerdeki sonuçları kabul etmeyerek değil, halka rağmen bin bir Ali Cengiz oyunu ile HDP’nin kazandığı yerleri gasp ederek de göstermiştir. Bu kurnazlıkta Mardin Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Sayın Ahmet Türk’ün yaşını gerekçe yaparak itiraz etmeye kadar akıl almaz bir noktaya gelmiştir. Bu zihniyetin demokrasiye ne denli uzak olduğunu bu dönem yaptıkları açıklıkla göstermektir.
AKP-MHP iktidarında bırakalım demokrasiyi devletin nasıl işleyeceğini gösteren hukuku bile önemsiz bir formaliteye indirgemek temel hedeftir. Tüm muhalifleri toplumsal yaşamın dışına itme aracına çevrilen KHK sopası ile görevinden uzaklaştırılan HDP’li adaylara ilişkin kendi verdiği kararı aradan bir ay geçmeden yok sayan YSK gibi kurumun oluşturulması kuşkusuz iktidarın hukuku kendi iradesine indirgeyen zihniyetin planlamasıdır. “Yüksek yargıç” olarak tanımlanan kişilerden oluşan bir kurul böyle kararlar veriyorsa artık kimse herhalde hukuk bu kadar açıktan ihlal edilemez diyemez. Hukuki yorumlar ucu açık tahminler dışında anlam taşımaz hale gelmiştir. Çünkü mevcut durumda Türkiye’de klasik anlamda hukuktan bahsetmek mümkün değildir. Sadece toplumun direniş refleksleri gözeterek hamleler yapan ve kendini devletle özdeşleştirmeye çalışan bir hükümetten söz edilebilir.
Fakat bu durumda da hala kilit önemde olan toplumun demokratik direniş potansiyelidir. Bu direniş seçimlerin değişim yarattığını ve iktidarın sonsuz bir güce sahip olmadığını göstermiştir. Önümüzdeki dönem bu mücadelenin daha da artacağını ve iktidar blokunun tüm heveslerini kursağında bırakacağını yerel seçimlere bakarak öngörebiliriz.