Yeni bir nisan ayında, 1915’te bu topraklar üzerinde gerçekleştirilen Ermeni- Asuri Soykırımı’nın 104. yılına giriyoruz. Soykırımın yüzüncü yılında geçmişle yüzleşmeye dair oluşan beklenti ufku Sur, Cizre, Nusaybin ve Şırnak’ın yıkılan mahallelerinin molozları altında kaldı. Dersim 38’i, Diyarbakır Cezaevi’ni, 1990’lardaki şiddet ve yıkımı konuştuğumuz ve bütün bunların kökenindeki kurucu şiddet anı olarak gözlerimizi alacak derecede kamaşan 1915’deki soykırım hakikatine odaklandığımız, failleri bu cürümü tanımaya ve bununla yüzleşmeye çağırdığımız o karşıanma peyzajı şimdiki zamanın otoriter şantiyesinde darmadağın edildi. Sanırım dönüp bugüne nasıl geldiğimizi anlatmak, anlamaya çalışmak, bunun kaydını tutmak da hafıza-kırım siyasetine karşı durmanın önemli boyutlarından biri olarak karşımızda duruyor.
Bu yazı dizisinde Diyarbakır’a odaklanarak özellikle 2000 sonrası süreçte hızla genişleyen hatırlama, anma ve yüzleşme peyzajının ortaya çıkışı, yükselişi ve yine sessizliğe itilmesine dair bir hafızalama çabası içine gireceğim. Bunu da genel olgular ekseninde değil, kendi kişisel aile tarihim, çocukluğum ve gençliğimin kendisini odağa alarak; bir birey olarak kendi öznelliğimin dönüşümünün bendeki hafızayı nasıl çeşitlendirdiğini, çoğalttığını göstererek yapacağım. Kendi kişisel tarihimin geçmiş, Ermeniler ve 1915 ile kesişen bilme ve öğrenme deneyimlerinin kronolojik olarak birikimi ve tematik olarak çeşitlenmesi üzerinden Diyarbakır’daki -ve belki daha geniş bir coğrafi uzamın- hafıza uyanışının, geri gelişinin, kamusal alana çıkmasının, patlayışının, yeniden değerlenmesinin hikayesini anlatmaya çalışacağım. Fakat kendi hikayeme geçmeden önce doğduğum ve büyüdüğüm Kulp’a dair genel bir tarihsel çerçeve çizmenin faydalı olacağını düşünüyorum. 1980’li yılların başında, günümüzde Diyarbakır’a bağlı Kulp ilçesinin bir köyünde doğdum. Kulp, tarihsel olarak Sasun’un bir alt-hinterlandı olarak konumlanıyor aslında. Daha önce Bitlis vilayetinin Muş sancağına bağlı. Türkiye ulus-devletinin kuruluşu sonrası 1927’de ilçe statüsü kazanarak Diyarbakır’a bağlanıyor. Konum olarak çok kavşak bir noktada yer alıyor Kulp. Bingöl, Muş, Bitlis, Batman ile komşu. Güneydeki ovaları kuzeydeki dağlık kesimlere bağlayan derin vadi geçişlerinin merkezi yerinde bulunuyor. Bu nedenle özellikle göçebe ve yarıgöçebe aşiretlerin kuzeydeki yüksek yaylara geçişinde çok önemli bir güzergâh.
Toros Dağ silsilesinin kuzey sınırlarını oluşturduğu ilçenin 1915 öncesi tarihi de son derece zengin bir demografik çeşitlilik barındırıyor. Sünni Kürtler, Ezidi Kürtler ve Ermenilerin genelde ayrı köylerde yaşadığı ama yer yer aynı köyde de ikamet ettikleri bir ortak yaşam vardı. Kürt aşiretleri ile Sasun ve onun hinterlandındaki Ermeniler arasındaki ilişkilerin değişen ve dönüşen boyutlarını kavrama açısından Kulp çok önemli, çünkü 19. yüzyılın sonuna kadar Ermeniler ile Kürt aşiretleri arasında mübadele esaslı bir himaye-patronaj ilişkisi vardı. Kürt aşiretleri Ermeni köylülerden aldıkları “hafir” vergisi karşılığında köyleri dış saldırılara karşı koruyor ve Ermenilerin Dorşin, Hesandin ve Mereto Dağları civarındaki yayla ve meralarına karışmıyorlardı. Göçebe aşiretlerin bahar aylarında kuzeydeki Muş ovasına doğru gerçekleştirdikleri geçişler bu güzergâh üzerinde olduğu için Ermeni köylülerinin korunması önemli bir noktaydı.
1890’ların başında ortaya çıkan ve ilk önemli örgütlenme tabanını Sasun’da bulan Ermeni devrimci hareketinin ortaya çıkışı ve bunun Kürt-Ermeni ilişkilerine etkilerini takip etmek açısından da Kulp ilginç bir yer. Günümüzde bile “fedailer” olarak bilinen Ermeni devrimcilerine dair yer yer hayranlık ve kahramanlıkla ama çoğunlukla Ermeni halkına yönelik şiddeti meşrulaştırmak için anlatılan hikayelerin yaygınlığı önemlidir. Örneğin Ermeni devrimci Kevork Çavuş’a dair hikayeleri Kulp’un doğusundaki yaşlı köylülerden dinlemek mümkün.
1894 ve 1904 yılında Sasun’un kalbinde gelişen iki Ermeni direnişi ve bunların merkezi Osmanlı otoritesi, Hamidiye Alayları ve yerel Kürt aşiret birliklerince kanlı bir şekilde bastırılarak Ermeni devrimci hareketinin kalbi olan Sasun’un 1915’den çok önce zayıflaması ve bu süreçte özellikle Kürt aşiretlerinin Sasun’da Ermeni yoğunluklu köylere yerleşmesi süreci, sonraki süreçlerde Kürtler arası çatışma dinamiklerinin oluşması ve bu bölgedeki aşiretlerin devletçi bir çizgi izlemesini takip etmek açısından da son derece önemli bir yer Kulp. Aşiretlerin coğrafi olarak dağıldığı Kulp’ta, aşiretler arası çatışma ve gerginlikler, onların 1915’teki rollerini sürekli anımsatan, birbirlerine hatırlatan bir işlev gördü. Özellikle bazı aşiretlerin hem mülk gaspı hem de paramiliter milis kuvvetleri olarak (Cendirmeyên Bejik) oynadığı rol 1915’e dair aktarımları günümüze kadar taşıdı.
Yine 1890’lardaki yoğun Müslümanlaş- tır-ma süreci ve özellikle 1925 Şeyh Said isyanı ile başlayan yoğun şiddet döneminde Kulp’un bu etki alanının dışında kalması, bir nevi burada bir başka mikro iklimin oluşması, özellikle 1915 öncesinden Müslümanlaş-tırıl-mış Ermeni aileler başta olmak üzere birçok Ermeni’nin en aşağı Müslüman olarak hayatta kalmalarını sağladı. Bu aileler 1970’li yıllara kadar Kulp ilçe merkezinde önemli bir konumu korudular.