Hatırlıyorum hâlâ, Eduardo Galeano’yu uzun yıllar önce bir arkadaşımın verdiği “Tepetaklak-Tersine Dünya Okulu” kitabı ile tanımıştım. Kitap, adından ve önsözünden başlayarak beni etkilemişti. Önsözü, “Tepetaklak’ın çok fazla suç ortağı var. Onları ihbar etmek büyük bir zevk” diyerek başlıyordu ve kitabın yazımına katkısı olanlar sıralanıyordu. Severek okumuştum. Tepetaklak edilen hakikati, dünyanın içinde bulunduğu korkunç durumu ince bir zekadan çıkan vurucu kelimelerle anlatıyordu: Toplumsal belleğin yağmalanışını, çıkar ilişkilerini, adaletsizlikleri, ırkçılığı, cinsiyetçiliği, dünyamızı tahrip edenlerin dokunulmazlıklarını… Ama sadece tüm bunları anlatmak ve hatırlamakla kalmıyordu. Başka bir dünyaya açılan kapıları, umudu ve mücadeleyi de işaret ediyordu: “Pek çok umut kaynağı var. Eğer umudun içecek suyu olmasa susuzluktan ölürdü. Neyse ki, büyük kalabalık insan grupları var, Zapatistalar gibi, topraksız köylüler gibi…
Tek olası dünya bu değil. Gerçeklik her sabah yeniden doğan bir çarpışma. Kim 1 Ocak 1994’te ormanın içlerinden Zapatistaların çıkacağını söyleyebilirdi. Kimse bunu öngörmedi ve şapkadan tavşan çıktı. Bu şu demek, hâlâ hayat var, uslu uslu boyun eğmeyi reddedenlerin arzusu… Bu dünya tepetaklak ve bakalım onu ters çevirebilecek miyiz, onu deniyoruz!” Anlattığı bizdik, isim ve mekanı değiştirsek yetecekti.
Dahası arabaların, makinelerin dünyamızı nasıl yer bırakmamacasına işgal ettiğini anlatışını günlerce düşünmüştüm. Geniş yolların ayrıldığı arabalar ve daracık kaldırımlara hapsolan insanlar… Yol onlarındı, kazara bir insan onların yoluna girdiğinde rahatlıkla öldürebilirlerdi ve bunun hesabı sorulamazdı. Bu ve bunun gibi hayatımızı işgal eden sayısız ayrıntıyı, dünyamızı en ince ayrıntısına kadar işgal eden sistemi hiçkimse bu kadar iyi anlatmamıştı. Ardından tüm kitaplarını okudum. Toprağı işgal edilmiş dünya yerlilerinin bir üyesi olarak Galeano’yu sevmiştim. Bizi bize anlatıyordu. Binlerce kilometre uzakta olması ya da o uzak kıtayı anlatması farketmiyordu. Anlattığı her şey kıtamıza, ülkemize de denk geliyordu. Nerede ve ne kadar uzak olursa olsun onun sözleri, dünyanın tüm yerlilerinin ruhuna dokunuyordu. Bazen başkaldırını, içinde bastırılmış hakikati anlatacak kelime bulamazsın, sıkışıp kalırsın, ansızın birileri bir cümle sarfeder, o senin içindeki hakikati de anlatır. “Ha işte bu” dersin. Galeano’nun kısa ama bir o kadar da vurucu, etkili hikayeleri de böyleydi. Bu yüzden ona edebiyatın gerillası demiştim.
Amerika kıtasında izlerin peşindeydi. Toprakta, dağlarda, sokaklarda, olabilecek her yerde yerlilerin hatıralarının, acılarının ve aşklarının izlerini aradı. Galeano’da yazmak, devrimci bir eylemdi. Hakikatin savaşçısı olmanın türlü yolları vardır. Kimi eline silahı alır ve savaşır. Kimi şu an binlerce Kürd’ün yaptığı gibi bedenini açlığa yatırır. Kimi yıllarca susar, kimi yalınayak dağları arşınlar.
Galeano da ise hakikatin savaşçısı olmak yazmaktı. Çarpıtılan tarihi, yerlilerin, yeryüzünün asıl sahiplerinin hikayelerini bulup çıkarmak, onlara dokunmak, hissetmek onları sevmek, anlatmak… Ve bu uğurda ölümü, kapalı kapılar ardında yıllarını geçirmeyi, sürgün edilmeyi, kınanmayı göze alabilmek… Kitaplarının çok satılması, bundan para kazanmak, dünyaca tanınır olmak, popülizmin pastasından pay elde etmek pek umurunda değildi. Mütevaziliği, kitaplarına, konuşmalarına yansıyordu. Galeano sadece bir yazar, gazeteci ya da aydın değil her zaman devrimci kalabilmeyi başarmış vicdanlı bir insandı. Bu yüzden de, “Ben her zaman boğanın tarafını tuttum, matadorun değil. Ve hala aynı taraftayım” diyordu.
Şimdiki dünyamızda az bulunan bir şey bu, düşündüğü gibi yaşama cesaretini gösterebilmek! Benimkisi bir hatırlama çabasıdır. Eduardo Galeano’yu tanımak, bilmek, hissetmek için onu okumak gerek. Onu en iyi yine kendi kelimeleri anlatır.
“Gerçekte insan, mutluluklarını ve felaketlerini yüreğinde duyduğu tüm kişiler için, yetersiz
beslenenler, kenar mahalle sakinleri, gerillalar, bu dünyanın tüm ezilenleri için yazar. …Ben bir
durumu, bir duyguyu ya da bir düşünceyi eğer önce gözlerimi kapatıp göremiyorsam onu aktarma
yeteneğinden yoksunum.”
Galeano’nun dediği gibi tek olası dünyanın bu olmadığını biliyoruz. Bu yüzden de tepetaklak edilen dünyayı hâlâ tersine çevirmeye çalışıyoruz. Bu, özgürlük yoludur. Bunun için de katlanmıyoruz, unutmuyoruz, kabullenmiyoruz ve hayal ediyoruz. Her zamankinden daha çok şimdi “Hayal kırıklığının hüzünlü cazibesine hayır derken, umuda evet diyoruz…”
Dört yıl önce 13 Nisan’da yaşamını yitiren Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’ya saygıyla…
Hakkında
Montevideo, Uruguay’da orta sınıfa mensup Katolik bir ailede doğdu. On dört yaşında ilk politik çizgi romanı, Sosyalist Parti’nin haftalık yayın organı El Sol’da yayınlandı. Gazetecilik kariyerine 1960’larda, Marcha’da editör olarak başladı. 1973’teki askeri darbe sonucunda hapse atıldı, ardından sürgüne yollandı. Yerleştiği Arjantin’de Crisis adlı bir kültür dergisi çıkarmaya başladı. 1976’da Arjantin’de Videla rejimi, askeri bir darbeyle iktidara gelince İspanya’ya kaçmak zorunda kalan Galeano, 1985 yılında geri dönebildiği Montevideo’da 13 Nisan 2015’te hayatını kaybetti.
Yazarın, Ateş Anıları I – Yaratılış, Ateş Anıları II – Yüzler ve Maskeler, Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri, Aynalar, Hikâye Avcısı, Kadınlar, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Tepetaklak – Tersine Dünya Okulu, Ve Günler Yürümeye Başladı, Yürüyen Kelimeler ve Zamanın Ağızları isimli kitapları Türkçe’ye çevrildi.