İmralı tecridine karşı 157 gündür açlık grevinde olan Leyla Güven’in kızı Sabiha Temizkan, annesinin durumunun kötü bir aşamaya geldiğini belirterek, “Sessizlikten korkuyorum. Bu sessizlik daha büyük acılara yol açacaktır. Cezaevlerinden tabutlar çıkıyor ve annem artık güçlü olmakta zorlanıyor” dedi.
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Leyla Güven’in, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle 8 Kasım 2018’de başlattığı süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi 157’nci gününe girdi. Güven 25 Ocak’ta tahliye edilmesi ardından Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde bulunan evinde eylemini sürdürüyor. 79 gün boyunca cezaevi ziyaretlerinde annesini görebilen kızı Sabiha Temizkan, tahliye edilmesi ardından sürekli yanında ve eylemine tanıklık ediyor. Temizkan, annesi Güven’in eylemi ve durumuna ilişkin Mezopotamya Ajansı’ndan Özgür Paksoy ve Mehmet Şah Oruç’un soruları yanıtladı.
Annenizin eylemi 157’nci gününe girdi. Bir süredir ziyaretleri kabul edemiyor. Durumunu anlatabilir misin?
Annem tahliye olduğundan bu yana oldukça kötü bir aşamaya gelmiş durumda. Cezaevindeyken çok endişeliydim. Ama şimdi yanındayım. Herkes için çok zor bir dönem. Yakınları cezaevinde olan insanları çok düşünüyorum. Annem yanı başımda eriyor. Ben onu her an görmeme rağmen, destek olmama rağmen, en iyi şekilde bakmaya çalışmama rağmen çok etkileniyorum. Ondan haber alamadığım bir süreci hiç düşünemiyorum.
Neler hissediyorsun?
Annem eylemini 79 gün boyunca cezaevinde sürdürdü ve çok zor günlerdi. Şimdi farklı bir şekilde bu zorluk devam ediyor. Artık anlatmakta zorlanıyorum. Bazen sesinizin hiçbir yere ulaşmadığını hissediyorsunuz. Sanki hep annemle böyle bir süreç yaşıyorum gibi hissediyorum. Önümü göremediğim zamanlar oluyor.
Binlerce insan cezaevlerinde, Avrupa’da, Hewlêr’de annemle birlikte açlık grevinde. Binlerce aile benimle birlikte aynı şeyleri yaşıyor. Belki benden daha zor şeyler yaşıyorlar. Artık söylenecek çok fazla söz kalmadı. Bir şeyler yapmak gerekiyor ama ben de kendimi çaresiz hissediyorum. Sesimizi yükseltelim diyoruz. Ama herkeste aynı soru; sesimizi duyan yok ya da “Sesimizi duyacaklar mı?” gibi. Yine de umudumuzu diri tutmaya çalışıyoruz.
Açlık grevlerine karşı sessizliği nasıl değerlendiriyorsun?
Aslında sessizliği eleştirmiyorum. Sessizlikten korkuyorum. Bu sessizlik daha büyük acılara yol açacaktır. Cezaevlerinden tabutlar çıkıyor ve annem artık güçlü olmakta zorlanıyor. Çok sarsıldı. Bu eylemlerin durması için bir çağrı da yaptı. Bu çağrı onu teselli etmeye yetmedi. Onun çağrısından sonra da bu ölümler devam etti.
Zülküf Gezen’in ailesiyle Newroz protokolünde birlikteydik. Ailesinin nasıl bir acı yaşadığına tanıklık ettim. Aynı acıyı yaşamaktan çok korkuyorum. Bir insanın çok sevdiği, canı dediği kişileri kaybetmesi çok zor bir şey olsa gerek. Bu sessizlik beni korkutuyor. Hep vicdanlara seslenmeye çalışıyorum. Sadece Kürtlere değil; Kürtlerin dostu olduğunu söyleyenlere, Türkiye’de insan hakları ve demokrasinin yerleşmesini isteyen bütün kesimlere sesleniyorum.
Aslında Kürtlere yapılan, bütün Türkiye’ye yapılıyor. Bir seçim yaşadık ve sonuçları kabul etmeyen bir iktidar var. Bütün bu hukuksuzluklar bir gün herkesin karşısına çıkacak. Şimdi dur demezsek geri dönülemez bir noktaya gireceğiz. Seçimle bir kazanım var aslında. Batıda da Kürt illerinde de bir başarı var. Buna daha fazla asılmak gerekiyor. Açlık grevleri buna vesile olabilir.
Açlık grevlerinin talebini de bir kenara bırakalım. Bu bir yaşatma refleksi olarak gelişmelidir. Annem; bir kadın, bir anne, bir milletvekili, pek çok kimliği var. Bu ülkede barışın gelişmesi için canını ortaya koydu ve direniyor. Açlık grevi 160’ıncı gününe yaklaşıyor. Bir yerde artık insanların düşünmesi gerekiyor; seçilmiş bir insan canını ortaya koydu, bu çok büyük bir irade. Bu talebin karşılanması için bir şey yapılması gerektiğini düşünmeli.
Annen sağlık sorunlarından dolayı bir süredir düşüncelerini paylaşamıyor. Gelinen süreci nasıl değerlendiriyor?
Annem Öcalan’ın barış rolüne dikkat çekiyor. Türkiye’de bir barış süreci yaşandı ve çok güzel bir süreçti. Şu anda hiç ses çıkarmayan birçok insan o zaman yanımızdaydı, bizimle birlikteydi. Bu sürecin gelişmesi için onlarda çaba harcadılar. Çok kıymetli çabalardı. Gelinen aşamada iktidarın yaratmak istediği bir tablo var. Bu tablo beni ürkütüyor.
Kürtlerin belli bir kesimi Öcalan’ı lider olarak görüyor, çözüm iradesi olarak görüyor. Annem de o insanlardan biri. Zaten taraflar masaya otururlar. Öcalan masanın diğer tarafından oturan bir insandı ve güzel bir süreç yaşandı. Neden bu süreç tekrar yaşanmasın. Önümüzde böyle güzel bir referans varken, bu sürece neden dönülmesin? Kendimize sormamız gereken soru bu. Tekrar o sürece dönmemek için hiçbir neden yok.
Binlerce insanın hayatı tehlikede. Bu sadece Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasıyla çözülecek bir sorunken, bu bile çözümsüzlük haline getiriliyor. Kürtlere sürekli zulüm ve acı reva görülüyor. Artık bunu görmemiz gerekiyor. Devlete bir kez daha Kürtlerinde bu ülkede bir güç olduğunu, muhatap alınması gereken bir kesim olduğunu anlatmak gerekiyor. Biz güçlüyüz, bir halkız, taleplerimiz var, yok sayılan haklarımız var.
Bir yandan annen eylemde diğer yandan bir gazeteci kimliğin var. Süreci nasıl değerlendiriyorsun?
Geçtiğimiz günlerde Avrupa’dan bir gazeteci geldi. “Artık Kürtçe yasak değil, daha iyi bir süreçte değil misiniz? Erdoğan’la daha iyi bir sürece girmediniz mi?” diye sordu. Anlatmaya çalıştım. Diyarbakır’da Kürtçe okulların kapatıldığını, Kürt çocuklarının halen ana dillerinde eğitim göremediklerini, Kürtçenin serbest olmadığını anlattım. Halen bunları anlatmak zorunda kalmak çok ilginç. Öyle bir algı yaratıldı ki; Kürtler haklarına kavuştu ama ona rağmen bırakmadılar bu işin peşini gibi.
Şu an Kürdistan’dayım ve öyle bir şey yok. Bu tabloyu daha yakından görebiliyorum. İnsanlarla tanışıyorum. Yaşadıkları haksızlıkları ve hukuksuzlukları dinliyorum. Belki yeniden anlatmak gerekiyor. Herkesin çok yorulduğunun farkındayım. Sürekli aynı sorunları anlatmak insanları yoran bir durum. Kürtler de çok yoruldu. Çok uzun yıllardır aynı süreçleri yaşıyorlar. Tam olumlu bir gidişata doğru giderken, yeni baştan başlıyor. O yüzden herkesin çok yorulduğunu düşünüyorum. Galiba direnişten başka yolumuz yok. Annem ve yoldaşlarının direnişini sahiplenmekten başka çaremiz yok.
Hükümetin sessizliği de sürüyor…
Açlık grevleri yokmuş gibi bir tavır içindeler. En ufak sesi bile hemen bastırmaya çalışıyorlar. Adalet Bakanlığı’nı aşan bir durum gibi düşünüyorum. Tek adam rejimine doğru hızla gidiyoruz ve sanırım söz Erdoğan’da bitiyor. Bu konuda çözüm gelişecekse, buna Erdoğan karar verecektir. Hukukun tamamen rafa kalktığı bir süreçten geçiyoruz. Adalet Bakanlığı’nın bir işlevi yok gibi. Bu konuda Adalet Bakanlığı’nın sessiz olmasını da buna bağlıyorum.
Umarım yaptıkları şeyin sonucunu hesaba katarak hareket ederler. Çünkü cezaevlerinden daha fazla tabutların çıkması onları da zorlayacaktır. Vicdanlarını sızlatacaktır. Cezaevlerindeki insanların ailelerinin olduğunu düşünerek hareket ederlerse, iyi şeyler olabilir.