Çocuk dünyasında pek de tasvip edilmeyen bir davranış olan mızıkçılığın türlü çeşitli tanımı var. Oyunbozanlık, çamura yatmak ilk aklıma gelenler. ‘Yenilen pehlivan güreşe doymaz’ diye bir de özdeyiş var dilimizde. Mağlubiyeti, yenilgiyi vakarla karşılamayı bilmeyenler her zaman durumlarını açıklayacak bir bahane bulurlar. Ya hakem taraf tutmuş, haklarını yemiştir, ya saha çamurludur, ya da akla hayale gelmeyen bir bahane ile zayıflıklarını örtmeye çalışırlar.
Belediye seçimlerinin ardından iktidar cenahının içine düştüğü durum, tam da oyunu kaybedince mızıkçılık yapan çocukları anımsatıyor.
Önce İstanbul’da geçersiz oyların yeniden sayılması talep edildi. Aradaki oy farkı kapanmayınca bu kez il genelinde tüm oyların, yani 38 ilçede kullanılan 10.5 milyon oyun yeniden sayılması talep edildi. Belli ki bu da istenen sonucu sağlamazsa, seçimin tekrarına kadar gitme niyeti var.
Geçmişte YSK sonuçlarını beklemeden ‘Atı alan Üsküdar’ı geçti’ diyenler, 1 Nisan sabahı İstanbul’un her ana arterini ‘Teşekkür’ afişleri ile donatanlar, seçimin kazananı Ekrem İmamoğlu’nun Anıt kabir ziyaretini bir türlü hazmedemiyorlar.
Her şey gözümüzün önünde yaşanmamış gibi, ‘şaibe’ sözcüğünü dillerine dolamışlar, yandaş medyaların manşetlerinden seçimlerde ‘darbe’ iddiasında bulunuyorlar. Şaibe sözcüğü şüphe kavramının olgu halidir. Bu doğru bir tespit değil aslında. Bu seçimin usulsüzlükleri şüpheye yer vermeyecek kadar apaçık ortadadır zira.
Propaganda süreci boyunca tutturulan ayrıştırıcı, bölücü, kutuplaştırıcı ve düşmanlaştırıcı söylem 81 milyon insanın gözü önünde yaşandı.
AKP genel başkanı bu süreçte izlediği siyasetle, seçim rekabetinin bir tarafına kendisi ile birlikte, partisini, iktidarını koydu. Yani Ekrem İmamoğlu veya Mansur Yavaş’ın rakipleri Binali Yıldırım veya Özhaseki değil, doğruca Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu. Bu gerçek Türkiye’de ne derece fark edildi bilinmez ama yabancı basın seçim sonuçlarını Erdoğan’ın yenilgisi olarak değerlendirdi.
Bu değerlendirmeler ışığında Erdoğan’ın seçimleri beka sorununa dönüştürmesi, muhalefeti terör ile ilişkilendirmesi, daha da ileri giderek Türkiye’ye düşman dış güçlerle işbirliği yapmakla suçlaması belli ki seçmen cenahında fazlaca inandırıcı bulunmadı. Bu savlar Cumhurbaşkanı’na bir anlamda nebi sanrısı ile bağlı ve hiç de azımsanmayacak bir kitle dışında alıcı bulmadı.
Bu aşamada gidişat elverişli olmayınca yeni kurallar koyma yöntemi de gündemde. Son olarak iktidar bloğunun stepnesi konumundaki Devlet Bahçeli, bütün dünya yerel yönetimlerin işlevini artırmaktan söz ederken, seçim yerine atamayı gündeme getirdi. Buna göre büyükşehirlerde ve illerde belediye başkanlarını halk seçecek, ilçe belediyelerini ise seçilmiş başkan atayacak.
İstanbul, 60 bin bankamatik memuru, yandaş vakıflara, tarikatlara, derneklere sağladığı devasa yardımlar, iktidara yakın şirketlere aktardığı devasa gelirler nedeniyle üzerinde en çok spekülasyon yapılan bir metropol. O yüzden de medyanın gündeminde en çok İstanbul konuşuluyor.
Oysa özellikle HDP oylarının çok yüksek olduğu yerlerde de seçim sonuçları sistematik olarak değiştirilidi. HDP’nin çok az oyla kaybettiği il ve ilçeler için, üstelik somut veriler ve gerekçelerle yaptığı itirazlar, otomatik bir refleksle reddediliyor. AKP’nin her itirazına cevaz veren il, ilçe seçim kurulları, HDP’nin itirazları karşısında duyarsız kalmayı tercih ediyorlar. Doğu ve Güneydoğu illerinde uğradığı kabul edilemez baskılara rağmen HDP 31 Mart seçimlerinin belirleyen unsuru olmayı başardı. Eş genel başkan Sezai Temelli’nin ‘Kürdistan’da kazanacak, batıda kaybettireceğiz’ hedefi çok somut bir siyasi tutumu ifade etti. Doğal olarak sürekli ‘ülkücü’ kimliğinin altını çizen Mansur Yavaş’a, tüm önemli kader anlarında iktidarın payandası olan CHP’ye ve düne kadar ülkücü cenahın ‘Asena’ diye iltifat ettiği Meral Akşener’in partisine oy vermek, siyasi bilinci en yüksek seçmen profilini oluşturan HDP seçmeni için hiç de kolay olmayacaktı. Son derece anlaşılır olan bu tereddüttü ise Edirne cezaevinden gelen ketıl mesajı dağıttı. ‘Bağrınıza taş basın, faşizme karşı sandığa gidin’ diyordu eski eşbaşkan Selahaddin Demirtaş. Coğrafyamızda 100 yıllık bir aradan sonra ıskalanan barışa tanık olmak çok acı. Milli akıl doğruda ısrar etme basireti yerine, dinsel etmenler, dış güçlerin telkinleri ve çarpık milliyetçilik geleneğinden beslenen yanlışta ısrar etme hasletinin faturasını ağır ödüyor. Üçüncü binyılın ilk yüzyılına umutla girmiştik. 20 yıla varmadan o umudu tepmek çok acı.
Allah yar ve yardımcımız olsun.