Mücahit Akgün
Derazor’a bağlı bir kasaba olan Baxoz’un alınmasıyla IŞİD’in elinde bulunan son toprak parçası da Demokratik Suriye Güçleri tarafından özgürleştirildi.IŞİD halifeliği en azından Suriye ve Irak’ta son buldu. Bu Kürtler başta olmak üzere Kuzey Doğu Suriye halklarının insanlığa armağan ettiği önemli bir başarı ve kazanımdı. Birçok ülke kutlama mesajı yayınlarken, bazılarının zaferden prestij devşirme çabaları da dikkat çekti. IŞİD artık denkleme ciddi anlamda etki eden bir faktör olmaktan çıktı ancak sonrası için cevap bekleyen birçok soru mevcut. Birincisi, savaştan arta kalan IŞİD’lilerin akıbetinin ne olacağı konusu. DSG’nin elinde zaten üç bini aşkın IŞİD’li vardı. Baxoz’da teslim olanlarla birlikte bu sayı on bini aştı. Aileleriyle birlikte 40 bin kişilik bir sayıdan bahsediliyor. Oldukça yüksek bir rakam. Erkeği, kadınıyla sonuna kadar savaşmış ve medyaya yansıdığı kadarıyla çok da pişmanlık duymuyorlar. Onlarca ülkeden gelen bu radikal dincilerin fırsat bulduklarında teröre başvuracaklarından şüphe yok.İnsanlığa karşı suç işleyen bu kişilerin yargılanması gerekir. Kuşkusuz ilk olarak bu radikal dincileri yargılayacak olan Özerk yönetimdir. Zira Kürt halkı başta olmak üzere Kuzey ve Doğu Suriye halklarına karşı insanlık suçu işlediler. Ancak devam eden savaş koşulları, ekonomik ambargo ve Türkiye’nin saldırıları bu radikal dincilerin yargılama sürecini zorlaştırdığı bir gerçek. Şimdiye kadar hiçbir ülke, vatandaşı olan çeteleri kabul etmeye yanaşmadı. Bu durum IŞİD sonrası için en çok tartışılan sorunlardan biri olacaktır. Diğer bir soru ise IŞİD’in tedrisatından geçtiği İdlib’deki El Kaide ve IŞİD’in tedrisatından geçen ÖSO denen radikal dinciler. DSG’nin operasyonlarından kaçan yüzlerce IŞİD’linin Türkiye’nin kontrol ettiği bölgeye kaçtığı basına yansıdı. DSG’nin elindekilerin tamamının talebi de Türkiye’ye gitmek. Zira mevcut iktidarı hem ideolojik olarak hem de politik saiklerle kendilerine yakın buluyorlar. Teslim olanlarla uluslararası medyanın yaptığı röportajlara bakıldığında IŞİD ile Türkiye’nin ilişkileri tahmin edilenin de ötesinde.
Türkiye itirafları
Son olarak yakalanan Abu Mansur Al Magrebi örgütün Türkiye elçisi olarak görev yaptığını, Ankara ve Antep’te toplantılar yaptıklarını ve 35 bin civarında çetenin Türkiye üzerinden eylem alanlarına ulaştırıldıklarını Batı medyasına anlattı. Magrebi’nin Türkiye ile birlikte Kürtlerin yok edilmesi için yapılan anlaşmalarının yanı sıra kan donduran açıklamaları var. Bu belge ve tanıkların ileride uluslararası mahkeme ve platformlarda Türkiye aleyhine kullanılma ihtimali oldukça yüksek. Benzer belgeler Rusya ve ABD başta olmak üzere Suriye savaşına müdahil olan tüm ülkelerde zaten vardı. Türkiye ile ters düştüklerinde dil ucuyla vurgu yapıyorlardı. Baxoz’dan sonra Türkiye-IŞİD ilişkileri daha fazla teşhir olacak.
Türkiye tercih yapacak
IŞİD sonrası gözlerin çevrileceği diğer bir alan Türkiye’ye bağlı gruplar tarafından kontrol edilen alanlar olacak. Astana süreci ve Soçi mutabakatının gereği olan Cerablus’tan İdlib’e kadar alanı teslim etmesinde Erdoğan ayak diriyor. Rusya ve ortaklarının buna katlanmalarının tek nedeni ise S400 meselesi. Rusya bu hamle ile Türkiye-ABD arasının daha fazla açılması pahasına şimdilik rejim ve İran’ı dizginlemektedir. Türkiye 31 Mart seçimlerinden sonra bir tercih yapacaktır. Öyle görünüyor ki bu tercih ABD’den yana olacak. Bu durumda kontrolünde tuttuğu toprakları bir an önce teslim etmesi istenecek. Türkiye, El Kaide, IŞİD, Sultan Murat, Ahrar eş Şam, Nurettin Zengi gibi adeta radikal dinci kokteylinden oluşan bu grupları ne yapacağı ise meçhul. Kürtlere karşı yeni bir savaşa sürmesi mümkün ancak sonu yenilgiyle bitecek böylesi bir operasyona Türkiye’nin girmesi çok kolay görünmüyor. Bu anlamda Erdoğan iktidarı için Suriye’de çemberin daraldığı kesin.
ABD ve Rusya belirleyici
Suriye’ye ilişkin halihazırda en önemli soru ise ülkenin siyasi geleceğinin nasıl şekilleneceğidir. Özetle belirtmek gerekirse Suriye meselesinin kolay bir çözümü yok.IŞİD sonrası her ne kadar siyasi süreç hız kazansa da yakın zamanda Suriye’de bir çözüm gözükmüyor. Bunun bir kaynağı Suriye’nin sadece Suriye olmamasından, Ortadoğu’nun ve aynı anlama gelmek üzere kaosunun bir parçası olmasından ileri geliyor. Yani dincilik, milliyetçilik ve ırkçılıktan müteşekkil bir ideolojik yapıya sahip olan Ortadoğu’nun mevcut despot ve diktatörleri coğrafyanın barışa erişmesinin önündeki en önemli engel olmaya devam edecek. Öte yandan benzer bir rol oynayan hegemon güçlerin varlığı ve müdahaleleridir. Bu gerçeklik baki kalmakla birlikte Suriye’de kısa vadede görece bir uzlaşmanın sağlanması yönünde ABD ve Rusya’nın pozisyonları belirleyici olacaktır.
Golan Tepeleri hamlesi
İki gücün politikalarına bakıldığında tablo çok iç açıcı görünmüyor. ABD’nin Suriye’den askeri varlığını sonlandırma tartışmaları şimdilik durulsa da nasıl kalacağı hala belirsizliğini koruyor. Bu belirsizlik sahadaki diğer güçleri de beklemeye itmiş durumda. ABD’nin Suriye’de kalmasının temel sebebi Rusya ve İran’ın Ortadoğu’daki genişlemesi ve güçlenmesini engellemek,İsrail’in güvenlik endişelerini gidermektir. Suriye’nin geleceğine yönelik ajandası muğlaklığını korurken bu defa Trump’tan İsrail’in ilhak ettiği Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini tanıma açıklaması geldi. Seçim arifesindeki Netenyahu hükümeti ABD’de iken İsrail’in Gazze’ye dönük kapsamlı bir operasyonu başladı. Trump’ın damadı aracılığıyla Filistin-İsrail barışını öngören ‘Yüzyılın Antlaşması’ çabalarının dillendirildiği bir dönemde bu gelişmelerin yaşanması, Suriye-İsrail-Filistin-Lübnan dosyaları başta olmak üzere Ortadoğu ülkelerinde sorunların nasıl iç içe geçtiği ve birbirinden müstakil ele alınmayacağını gözler önüne seriyor. ABD’nin öncülüğünde Suriye için kısa ve orta vadede politik bir çözümün çıkması bir yana son hamlesiyle denklemi daha da girift hale getirdiği açıktır. Mevcut statükonun sürdürülmesi tercihi daha ağır basıyor.
İran mesaj verdi
Diğer önemli aktör Rusya ise adeta birçok gücü dengeleyerek Suriye defterini en fazla kârla kapatma derdinde. ABD’nin Suriye’den çıkması temel önceliğidir. Bunun için bir yandan İsrail’in ABD’ye ihtiyaç duymadan Suriye’den kaynaklı güvenlik endişelerini gidermeye dönük güvenceler verirken, öte yandan hem kendisi hem de müttefiklerini ABD’nin Suriye’de kalmasını gerekçelendirecek adımlardan uzak tutmanın arayışı içerisinde. Bu politikanın sonucu olarak bir süredir İdlib başta olmak üzere Türkiye’nin kontrolündeki çetelere göz yumarken, İran’ın Suriye’deki etkisini azaltma formülü arıyor. Bu politikadan rahatsız olan İran ise Esad’ı Tahran’a davet ederek Moskova’ya mesaj verdi. İran’ın Suriye’deki nüfuzunun boyutlarına göre Rusya ile daha fazla ters düşmesi mümkün. Hakeza Türkiye ile de Patriot-S-400 tercihi yapılana kadar mevcut politikasını sürdürecektir. Tercihe göre Türkiye’yi zorlayacak talepler dayatması kaçınılmaz olacaktır.
Şam’la zor uzlaşı
Suriye’de orta vadede bir çözümün bulunmasının en mümkün ve makul yolu olan Kuzey ve Doğu Suriye yönetimi ile Şam’ın uzlaşmasıdır. Bu yönde Rusya’nın da teşviki ile bir sürecin işlediği biliniyor. Ancak Baas rejiminin eskide ısrar etmesi ve yaşanan son 8 yılı görmezden gelmesi, bu seçeneği de etkisiz kılıyor. Yine Rusya’nın Türkiye ile yürüttüğü pragmatist politikalar da Kürtler ve Şam rejiminin anlaşmasını zorlaştıran diğer bir faktör. Rusya ve ABD arasında Suriye’ye yönelik varılacak olası bir anlaşma Şam’ı Kürtlerle barışa mecbur edebilir. Ya da ABD’nin Batı ülkeleriyle anlaşarak Kuzey ve Doğu Suriye’de güç bulundurması rejime benzer bir baskı yapacaktır. Bu iki seçeneğin gerçekleşmemesi ise Şam’ın Kürtlerle savaş ihtimalini arttırır. IŞİD’in karasal varlığına son veren Kürtlerden gelen son açıklamalar, bundan sonra ilk hedefin Türkiye’nin olası bir saldırısı ve kuşkusuz Afrin’in yeniden gündeme getirilmesi yönünde. Bu temelde Fırat’ın batısı hem Rusya Rejim-İran hem de DSG’nin baskısı altında kalacaktır.
Süreç uzayabilir
Görüldüğü gibi kaynayan kazan Ortadoğu Suriye özgülünde somutlaşmış vaziyette. Dolayısıyla Suriye’de IŞİD sonrası için kolay ve yakın bir çözüm görünmüyor. Önümüzdeki dönemde IŞİD’in muadili olan El Nusra ve ÖSO denen grupların akıbeti, Afrin’nin durumu, Golan Tepeleri, Türkiye’nin Özerk yönetime yönelik tehditleri, İran-İsrail restleşmeleri, ABD ve Rusya’nın bilek güreşini izlemeye ve tartışmaya devam edeceğiz. Sahadaki hesaplara paralel olarak Cenevre süreci de daha fazla ön plana çıkacaktır. Ancak son sekiz yıla bakıldığında Cenevre’de alınan kararların sahayı etkilemesinden ziyade sahada yaşanan gelişmelerin Cenevre’nin gidişatını belirlediğini gösteriyor. Sanırım bundan sonra da gelişmeler bu minvalde seyredecektir. YaniIrak’ta olduğu gibi gelgitli ve uzun zamana yayılan bir süreç Suriye’yi de bekliyor.