Yönetmen Sefa Öztürk, ilk filmi olan erkeğin kadını güven testine tuttuğu ‘Güven’in ortaya çıkış sürecini anlattı. Öztürk, ‘Kendine hiç güvenmeyen güvenlikçinin hikayesini konu almak istedim’ dedi.
Safiye Alağaş/Jinnews
Sinema Yönetmeni Sefa Öztürk’ün ilk filmi olan “Güven”, 15 Mart’a sinema takipçileriyle buluştu. Başrollerinde Bülent Çolak, Serkan Keskin ve Feride Çetin’in yer aldığı filmin konusu, Zonguldak’ta bir güvenlik şirketinde çalışan Ali ve Meryem’in güvensizlik üzerine kurulu ilişkilerini konu alıyor. Erkeğin kadını güven testine tuttuğu film, toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden güven duygusunu sorgulamaya götürüyor.
Setlerden kamera arkasına
İnşaat okuyan ve daha sonra bir süre gazetecilik yapan Sefa Öztürk, uzun yıllardır dizi setlerinde yardımcı yönetmen olarak çalıştı. Dizi sürelerinin giderek uzamaya başlayıp, 65 dakika olan dizilerin 95 dakikaya çıkmasıyla “Artık yeter” deyip setleri bıraktı.
‘Bakalım yapabilecek misin?’
Uzun yıllar çalıştığı dizi setlerinde pek çok zorluk yaşadığını belirten Öztürk, bu zorlukları şöyle anlattı: “Sinema dizi setlerinde kadınlar yeni yeni tercih edilmeye başlandı. Eskiden öyle değildi. Setler çok eril ortamlar. İnanılmaz ironik bir dille sürekli dalga konusu oluyorsunuz. Bir erkek asistan hata yaptığında okey sorun değil. Ama kadın yapıyorsa; ‘Ne oldu beşik mi salladın’ gibi alaycı bir dille sürekli manipüle edilmeye çalışılıyorsunuz. Dolayısıyla siz de işinizi iyi yapmak için ekstra çaba sarf etmek zorunda kalıyorsunuz. Bu da psikolojik olarak yıpranmanıza neden oluyor. Mobing uygulaması o kadar yaygın ki artık bir yerden sonra normal hale geliyor. Yaşadığım şeyin cinsiyet ayrımcılığı ve mobing olduğunu yıllar sonra anladım aslında. O kadar normal şeyler olarak görüyorduk ki. Şimdi setlerdeki kadın oranı biraz daha fazla belki ama sanki kadın ses duyamazmış gibi bir tane bile sesçi kadın yok. Birlikte çalıştığım ilk kadın asistan 18 yaşında bir üniversite öğrencisiydi. İki elinde monitörle malzeme taşıyordu. Herkes, ‘Hadi bakalım yapabilecek misin?’ diye dalga geçiyordu. Ben hiç onları duymaz, cevap bile vermezdim. İşimi yapmaya devam ederdim. Şimdi çok başarılı ama biliyorum ki oda aynı mükemmel olma gerekliliğinde. O alaycı dil, ayrımcı dil nedeniyle çok fazla çalıştı. İşini çok iyi yaparak oradaki o ayrımcılığı kapatmaya çalışıyorsunuz. Dolayısıyla ben iyi teknik öğrendim. Normalde erkek asistanın öğrenmeye ihtiyaç duymadığı bir şeydir. Işık, kamera, ses, lens bilgisi bir de yönetime dair bütün unsurları öğreniyorsunuz. Her şeyi öğrenmek zorunda kaldım. Hiç kimsenin açığımı yakalayıp, beni alaya almaması için öğrendim.”
‘O zaman gelme…’
Öztürk, uzun çalışma saatleri nedeniyle yetişmiş bir sürü iyi kadın asistan yönetmenin, çocuk doğurduktan sonra işlerini bırakmak zorunda kaldığını da ekledi. Ardından çektiği filmin üzerine oturduğu ve ismini oluşturan güven duygusu üzerinde duran Öztürk, güven duygusunun bugün pazarlanıp, satın alınır hale geldiği görüşünde. Halbuki güvenin satın alınacak bir şey olmadığını vurgulayan Öztürk, bunu şu sözlerle açıkladı: “İnsanlar evler, arabalar satın alıyor. Bir de toplumda sanki güven duyulması gereken kişi erkek de, güveni sağlaması gereken kişi kadınmış gibi algılanıyor. Çok yanlış konumlandırılmış. Cinsiyete bölünmüş bir duygu. Ben de güven gerçekten nasıl bir kavram, nasıl işliyor diye biraz incelemeye başladım. İncelemeye başladığımda bu fikir ortaya çıktı. Kendime hiç güvenmeyen güvenlikçinin hikayesini konu almak istedim. Aşk, kadınlık, erkeklik, aile çok yönlü olarak idealize ediliyor. Genlerimize kadar işleyen bazı kodlar var. Bunlar erkeklik, kadınlık kodları.”
‘Figürana yürü dediğimde’
Öztürk, filmin çekim aşamasında da benzer sorunlarla karşılaştığını paylaştı. Örneğin, sette 50 yaşındaki erkek bir figürana ‘yürü’ dediğimde o kişinin gücüne gittiğini belirten Öztürk, bu duruma dair, “Kadın yönetmenden direktif almak zoruna gidiyor. Bunlara artık gülüyorum. Ya da bir takım ekipler var. ‘Yönetmen kadın zaten, ilk filmi zaten, çok ufak tefek bir şey. Bakalım gerçekten biliyor mu?’ diyerek seni test ediyor. Artık bütün bunlara bir şey söylemiyorum. Bütün bunları görmezlikten geliyorum. Mesela kendimi göstermem lazım ki önyargıyı aşayım. Niye kendimi göstereyim ki. Niye kendimi kanıtlamak zorundayım. Sadece ne yapmam gerekiyorsa onu yapıyorum, yapmaya devam ediyorum. Dolayısıyla muhatap olmadığımızda o davranışı direk geri yansıtmış oluyorsunuz. O, onun sorunu ve onun aşması gereken bir şey. Yargı, onun önyargısı, onun aşması gereken bir zihniyeti, egosu” sözlerini sarf etti.
‘Yaşadığım yerde filmim yok’
Güven’in bu tür zorluklarla geçen 3 yılın ardından vizyona girdiğini dile getiren Öztürk, filmin Türkiye genelinde 33 kopya ile vizyonda olduğunu belirtti. Bu sayısı ile vizyona girmenin üzücü olduğunu söyleyen Öztürk, “Kadıköy’de yaşıyorum. Kadıköy’de filmim yok. Kendi mahallemdeki sinemaya filmimi sokamıyorum. Gerçekten sinema adına bundan daha utanç verici bir şey olamaz. Zaten amacım büyük gişe filmleriyle yarışmak değil. Ancak en azından seyirci ile buluşmak için bir parça daha fırsata sahip olabilmeliyiz” diye belirtti
İSTANBUL