Ferhat Çelik-Söyleşi
Yerel seçim sonuçları Türkiye siyaset tarihinde birçok alışılagelmiş tabuları yıktı. Erdoğan’a Cumhurbaşkanlığı yolu açan İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere, Ankara, Adana, Mersin, Antalya, Aydın, İzmir gibi büyükşehirlerde muhalefet ezici çoğunluğu yakaladı. Gerek seçim süreci boyunca gerek ise seçim gecesi oyların kamuoyuyla paylaşılmasında başvurulan manipülasyonlar seçimin meşruiyet sorununu büyütse de AKP-MHP’nin ağır yara alması tekçiliğin kurumsallaşmasına büyük darbe oldu. Bu tablonun oluşmasında tüm baskılara rağmen en uygun seçim stratejisini belirleyen HDP’nin payı tüm çevrelerce kabul edildi. Batıda AKP-MHP’ye kaybettiren, kayyum atanan kentlerin ise büyük çoğunluğun geri alan HDP, Türkiye siyasetine yön vermesini bildi. PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride son verilmesi talebiyle açlık grevinde bulunan HDP Van Milletvekili Tayip Temel, 31 Mart’ta açığa çıkan tabloyu gazetemize değerlendirdi.
Seçim oldukça sert bir ortamda geçti. Siz HDP olarak önemli bir strateji izleyerek, AKP-MHP’nin yara almasında büyük etken oldunuz. Ortaya çıkan tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yerel seçimler henüz kesin olmayan sonuçları ile geride kaldı. Fakat mevcut sonuçlara dair bazı temel başlıkları konuşabileceğimiz verilerin fotoğrafı ortadadır. Burada önemli olan sonuçları neyin üzerinden değerlendireceğimizdir. Eğer gerçekten hakikat ve onun siyasete yansıması üzerinden konuşacaksak, şüphesiz söylenecek şeyler de ülkenin geleceğine ve demokratik kamuoyuna katkı sunacaktır. Öncelikle bir şeyin altını çizmekte fayda var. Seçim dediğimiz şey demokrasiye atıftır ve demokratik bir ortamda gerçekleşir. Bu yerel seçim, her yönü ile antidemokratik bir ortamda yapıldı. Bu açıdan baktığımızda, her yönü ile seçim olmaktan öte bir süreçti. Özellikle ülke yönetimine gerçek anlamda el koyan, tek adam rejimi ile faşizmi kurumsallaştırmak isteyen ve yanına MHP’yi de alarak bunun dinamiklerini yoğunlaştıran AKP’nin gerek ‘ideolojik’ kaynakları gerekse siyasi figürlerinin çeşitli platformlarda sarf ettikleri sözler zaten seçimin en başından beri nasıl bir ortamda geçeceğini az çok söylüyordu. Haliyle burada belirleyici etken muhalefetin nasıl bir strateji izleyeceği idi. Özellikle tüm gözler büyük bir ablukaya alınan ve attığı her adım, söylediği her söz, yaptığı her çalışma kriminalize edilen HDP’nin üzerinde idi.
Stratejinizi açıkladıktan sonra size yönelim katmerleşerek arttı. Büyük bir ambargo vardı. AKP-MHP sizin üzerinize mi bir strateji izledi?
Evet böyle diyebiliriz. Zaten AKP, Ekim 2014’te resmileştirilen ve Temmuz 2015’te de hayata geçirilen ‘çökertme planını’ geri dönülmez bir sonuca evirmek istiyordu ve seçimler bunun için bir Medusa darbesi etkisi görecekti. Bundan ötürü bu seçime gidilirken siyasi soykırım operasyonları yapılmış, YSK’nin yetkileri elinden alınmış, mühürsüz oyların geçerli olacağı karara bağlanmış, sandık birleştirmeler yapılmış, seçmen kaydırma gerçekleşmiş, medya ambargosu olabilecek en üst düzeye çekilmiş, tüm kurumlar sahaya sürülmüş durumdaydı.
Bu anlamda AKP’nin Kürdistan stratejisi üç kol üzerinden inşa edildi: Birincisi Erdoğan şahsında bir “mistifikasyon” süreci yeniden yaratıldı. Bu söylemi daha çok güvenlik ve beka üzerinden kurdular. İkincisi ise ‘gönül belediyeciliği’ diskuru üzerinden altı boş vaatler silsilesi ile oluşturuldu. Üçüncüsü ve en önemlisi ise HDP’yi tamamen düşmanlaştırma ve hiçleştirme üzerinden gerçekleşti. Tüm seçim HDP ağızlardan düşmedi. Her gün terörist ilan edilerek, binlerce çalışanı tutuklandı, baskı gördü. Seçim lokallerine el konuldu, toplanmalarına ve seçim faaliyetleri yürütmelerine izin verilmedi. HDP, deyim yerinde ise yıkıntılar arasından bir seçimi kurtarmak için, ilkelerine uygun olarak büyük bir fedakârlığa girişti. Bu sayede krizle beslenen yapı ifşa oldu.
Peki AKP-MHP’nin seçim boyunca propagandasını yaptığı ‘beka meselesi’ne halkın ilgi göstermemesi neyi ifade ediyor? Seçmen bu söyleme ne yanıt verdi?
Bir kere en önemlisi halkı geren, onun toplumsallığına el koyan ve kutuplaştırma ile sonuç almak isteyen devlet aklı tokat yedi. Bu politikaların ‘beka-güvenlik-ekonomi’ sebebiyle olduğu tezi çöktü. Halkın gündeminin servis edilen simülasyon değil, sahadaki ‘gerçekler’ olduğu ortaya çıktı. Buna paralel, tek adam rejiminin bir endişeler ve krizler toplamı olduğu, bu şekilde yol almanın imkansız olduğunun da ilk ve en önemli işaret fişeği çakıldı. Tek adam rejimi, halka hizmet değil, halka karşı bir yapıdır! Halkın karşısında bir teklik politikası olarak kendini konumlandırmadır. Sonuçlara baktığımızda açık bir şekilde faşizm darbe yedi diyebiliriz. Toplum, yıkım ekseninde dayatılan ehven-i şer politikalarını reddettiğini söylemiş oldu. Demokratik kamuoyu zulme boyun eğmedi. Zalimin karşında olduğunu gösterdi.
Bu seçimlerde en büyük argüman da HDP’nin artık bölgeden ve Türkiye’den oy toplayamadığı, marjinalleştiği iddialarıydı. Ancak ortaya çıkan tablo farklı bir konuma yükseltti sizi.
Aynen öyle oldu. HDP’yi hiçleştirme politikası başarısız oldu. Devlet ne yaparsa yapsın bu çok bileşenli ve çok renkli ağacın mayası tutmuştur. Açığa çıkardığı siyasal bilinç, Türkiye’nin geleceği için umut vermektedir. Bu umut HDP şahsında gelen bahar ile çiçek açmaktadır.
Tek adam rejimlerinin ya dış ya da iç savaşla sonuçlandığı istisnasızdır. AKP-MHP iktidarının iç ve dış politika söylem ve uygulamalarının yukarıda belirtilen ve felaketle sonuçlanan örneklerle yüzde yüz örtüştüğünü ve müdahale edilmezse sonucun da kaçınılmaz bir şekilde aynı olacağını görmek için kâhin olmaya gerek yoktu. Bu müdahale bir cesaret ortamını test edecekti. HDP bunun öncülüğünü yapmış durumda. Bu gerçeğe doğru yaklaşılması önemlidir. HDP stratejisi, kısaca Kürdistan’da kazanma, Batı’da kaybettirme üzerine formulize edildi. Faşizme doğru hızla ilerleyen iktidarı zayıflatma, geriletme ve yenme mücadelesinin bir gereği olarak bazı büyükşehirlerde belediye eş başkan adayları çıkarılmadı. Bu kararı alırken de temel kriter, eline geçirdiği devlet gücüyle adeta pimi çekilmiş bomba gibi insanların can ve mal güvenliğini tehdit eden baskıcı rejimi zayıflatmak ve kendine getirmek olmuştur. Buna bağlı olarak halkların, demokrasi ve özgürlüklerin daha fazla kazanması esas alınmıştır. Hali hazırda tüm hakları devlet gücüyle gasp eden AKP-MHP iktidarının kaybetmesi büyük felaketleri engelleyeceği için Türkiye’de uzun vadede AKP tabanı da dâhil herkese kazandıracağı vurgusu yapılmıştır.
Peki bundan sonrası için muhalefet nasıl bir yol izlemelidir. Bu rüzgarı arkasına alırsa neler yapabilir?
Bir kere seçim sonuçları stratejimizi doğrulamıştır. Özgürlük ve emek mücadelesine katkı ve güven vermiştir. Şunu da biliyoruz: AKP-MHP iktidarı başta bu seçimin sonuçları olmak üzere, rasyonel olmayan politikaların sonucunda uğradığı başarısızlığın ve bu başarısızlığın içeride yarattığı ekonomik çöküntünün müsebbibi olarak da Kürtleri, demokratik/muhalif kesimleri görüyor ve bunu yeni saldırılarının kaynağına dönüştürmeye çalışıyor. O anlamda, şuan muhalefetin doğru bir rota çizmesi gerekmektedir. Çünkü önümüzdeki süreç aynı zamanda bir fırsat boşluğunu da göstermektedir. Bu boşluğu her kesim değerlendirmek isteyecektir. Eski derin devlet odakları bu işin bir kanadıdır. Siyasal arzuları bir şekilde bastırılan ve AKP’nin yıkım-rant siyasetinden yeterince şerbetlendiğini, yüz yıllık devlet geleneği ile kozlarını yeterince paylaşmadığını düşünen bir yer altı muhafazakar kesim için hakeza harekete geçme durumu vardır. ‘Küskünlerin-yolda bırakılmış yol arkadaşların’ geri dönüş için ortam kolladığı sır değildir, diğer kanat da onlardır. Fakat esas görülmesi gereken halk mücadelesinin güçlendiğidir. Özellikle taban ittifakının partiler üstü duruşudur.
‘AKP yenilmeyeceğiz seçime girmez’ algısı halk içinde çokça pompalanıyordu. Ancak 7 Haziran sonrası ikinci yenilgisini de partiniz eliyle aldı. Bunun yöntemi nedir?
Ortaya çıkan sonuç halkların yararınadır. Ölçü buradan kurulabilir. Bu ölçü bir çağrı niteliği taşıyor: Direnerek kazanıyoruz! Direne direne kazanacağız. İktidarın zindan ve mezarlar üzerinden yürüttüğü korkunç ve tanımı zor siyasetine boyun eğilmedi. Korku politikalarına karşı sinilmedi. Düz yolda yürümenin getirisi olmadığı netleşti. Beklenen yaşamın mucizelerle değil, mücadele ile geldiği bin yılların hakikati olarak tekrar heybemize yerleşti.
Tarihin bir aklı vardır ve bu akıl düşünerek, direnerek büyür. Diyalektiktir. Yunancada ‘Hızlı düşünen ve ileriyi gören’ anlamına gelen kelime Prometheus’tur. İleriyi görme ancak toplumsallığa dayanırsa gerçekleşir. Promete elbette Zeus’tan ateşi çalmamış, insanlığın elinden alınanları, çalınanları geri almıştır. Bu hareketi ile de ortaya kocaman bir soru işareti bırakmıştır. Tartışılamaz olanı tartışmaya açmıştır. Yıkılamaz denileni yıkacak yolu göstermiştir. Maruz kaldığı işkence çok zorludur. Ciğeri her gün kartallara yedirilmekte ve zincirlenmektedir kayalıklara. Fakat o eyleminin gerekçesini ve anlamını kavratmakla uğraşmıştır. Mücadelesini “Oysa benim işkencelerimin sonu yok/Zeus tahtından düşmedikçe” diyerek özetlemektedir. HDP, çokluk içinde bir tek vücut olarak bir Promete hareketidir, bu seçimdeki stratejisi ile gösterdiği de budur özce. Tek adamlığı, savaş siyasetini, yıkımı, korku dağlarını aşarak onların varlığına dair bir kuşku oluşturmuştur. İşin esprisi budur!
Kürt kentlerinde kayyumların elindeki birçok belediyeyi aldınız. Ancak bazı bölgelerde kaybınız görülüyor. Buradaki seçimler için ne söyleyebilirsiniz?
Şimdi olmazın teorilerine bakacak, sığınacak bir yerde değiliz. Belki bazı kentlerimizi karanlık ve gayri meşru yöntemlerle elimizden aldılar, ama siyaset gücümüzün önüne bir türlü geçemediler. Bu dönemin talep ettiği özeleştiri, çalışma ve başta dilde olmak üzere tarz, tempo, üslup yakalama zamanıdır. Ancak AKP hükümetinin bu sonuçtan çıkaracağı en doğru ders, elinin tersiyle itip ortadan kaldırdığı diyalog, demokrasi, eşitlik ve çözüm siyasetine dönmekten başka bir çaresi olmadığıdır. Bu tercihinin dışındaki her tercih Erdoğan’a daha fazla kaybettirecektir.